KUR’ÂN-I KERÎM’DE KİBİR, KİBRİYÂ, AZAMET VE MÜRADİFLERİ: İNSANIN TAŞIYAMAYACAĞI BİR YÜK
KUR’ÂN-I KERÎM’DE KİBİR, KİBRİYÂ, AZAMET VE MÜRADİFLERİ: İNSANIN TAŞIYAMAYACAĞI BİR YÜK
“Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma! Ne yeri yarabilir ne de dağlarla boy ölçüşebilirsin.”
(İsrâ Sûresi, 37)
Kur’ân-ı Kerîm, insanın en temel hastalıklarından biri olan kibiri, pek çok âyette yererek, bu duygunun insanı nasıl bir uçuruma sürüklediğini hikmetli bir dille gözler önüne serer. Ancak Kur’ân sadece “kibir”den değil, onunla yakından ilgili olan “kibriyâ”, “azamet”, “istikbâr”, “tecebbür” ve “ulûv” gibi kelimelerle de bu ahlâkî marazı farklı boyutlarıyla ele alır. Bu kavramlar, kimi zaman sadece Allah’a ait bir sıfat olarak yüceltilirken, kimi zaman da insanın sınırlarını aşıp kendini ilahlaştırma eğiliminde kullanıldığında şiddetle yerilir.
- Kibir: İnsanın Taşkınlığı
Kur’ân’da “kibir” kavramı doğrudan ya da dolaylı olarak birçok yerde geçer. Kibir, insanın kendini üstün görmesi, başkasını küçük görmesi ve hakikate karşı tepeden bakmasıdır. Bu tavır ilk kez şeytanda tezahür etmiştir:
> “Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın.”
(A’râf, 12)
Bu söz, kibirin en temel özelliğini yansıtır: Allah’ın hükmüne karşı gelme cüreti. Şeytan, bir varlığın yaratılış maddesini üstünlük sebebi sayarak hakkı reddetmiştir. İşte kibir, sadece insanlara değil, hakikate karşı da bir burun kıvırmadır.
- Kibriyâ ve Azamet: Sadece Allah’a Ait Olan Büyüklük
Kur’ân’da “kibriyâ” (ululuk) ve “azamet” (büyüklük) yalnızca Allah’a nisbet edilen yüce sıfatlardır:
> “O, göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbidir. Öyleyse O’na kulluk et ve ibadetine sabret. Hiç O’nun bir adıyla adlandırılacak biri var mı?”
(Meryem, 65)
Hadis-i kudsîde şöyle buyurulur:
> “Kibriyâ ridâm (elbisem), azamet izârımdır. Kim bu ikisinde bana ortak olmaya kalkışırsa, onu cehenneme atarım.”
(Müslim, Birr, 136)
Bu beyan, kibriyâ ve azametin sadece Allah’a yaraştığını ve kulun bu sıfatlara talip olmasının bir ilahlık iddiası olduğunu ortaya koyar.
- İstikbâr: Hakkı Reddetmek
“İstikbâr” fiili Kur’ân’da genellikle müşriklerin ve azgın kavimlerin tavırlarını nitelemek için kullanılır. Örneğin Firavun, Hz. Musa’nın getirdiği hakikate karşı “istikbâr” etmiş, yani büyüklenerek hakkı kabul etmemiştir:
> “Kendilerini büyük görerek yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar…”
(A’râf, 146)
Burada dikkat çeken nokta şudur: İstikbâr, bilgiyle değil, nefisle büyüme eğilimidir. İnsan bazen hakikati bildiği halde, egosu yüzünden teslim olmaz. Bu, kalbin hastalığıdır.
- Tecebbür: Söz ve Tavırda Azgınlık
“Tecebbür”, daha çok zorbalıkla ve despotlukla ilgili bir büyüklük iddiasıdır. Kur’ân’da doğrudan geçmese de türevleriyle birlikte zalim krallar ve kibirli toplulukların davranışlarını tarif eder. Bu tür büyüklük, zulmü ve tahakkümü beraberinde getirir. Yani sadece düşünceyle bir reddediş değil, fiilî bir baskıyla da kendini gösterir.
- Ulûv: İlahlık Taslayan Üstünlük
“Ulûv” kelimesi, Kur’ân’da çok az geçer ama mânâca derinliklidir. İsrailoğulları’ndan bahsedilen bir âyette şöyle denir:
> “İki defa yeryüzünde bozgunculuk yapacak ve büyük bir ululukla böbürleneceksiniz.”
(İsrâ, 4)
Bu kibir, sadece sıradan bir böbürlenme değil, yeryüzünde ilahlık iddiasına varan bir azgınlıktır. Firavun’un “Ben sizin en yüce Rabbinizim!” sözü bu “ulûv”ün zirvesidir.
Sonuç: Kibri Taşımak İnsanı Ezer
Kur’ân bize açıkça şunu öğretir: Kibir, insanın taşıyamayacağı bir ilâhî sıfattır. Onu üstlenen ya azgınlaşır ya da helâk olur. Kibrin karşısına konulan en büyük fazilet ise tevazudur. Tevazu, insanı insan kılar. Çünkü insan, toprağa yakın olduğu müddetçe nebat gibi yeşerir. Kibir ise insanı göğe çıkardığını sanırken, yerin dibine batırır.
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in şu hadisi bu hakikati vecizce özetler:
> “Kalbinde zerre kadar kibir olan cennete giremez.”
(Müslim, İman, 147)
ÖZET
Kur’ân’da “kibir”, insanın kendini büyük görmesi ve hakikati reddetmesi olarak kınanır. “Kibriyâ” ve “azamet” ise yalnızca Allah’a ait sıfatlardır. “İstikbâr”, hakkı bile bile reddetmek; “tecebbür”, zorbalıkla büyüklük taslamak; “ulûv” ise ilahlık iddiasına varan azgınlıktır. Bu kavramlar arasında anlam yönünden farklar olsa da ortak yönleri, Allah’a mahsus bir sıfata insanın tenezzül etmesiyle azap ve helâki çekmesidir. Kibir, kulun yüklenemeyeceği kadar ağır bir yüktür; onu atan yücelir, taşıyan ise ezilir.