Nurun Geldiği Gün: Kâinatın Mana Bulduğu An

Nurun Geldiği Gün: Kâinatın Mana Bulduğu An

“Evet, Muhammedin (a.s.m.) getirdiği Nur ile kâinatın mahiyeti, kıymeti, kemalatı ve içindeki mevcudatın vazifeleri ve neticeleri ve memuriyetleri ve kıymetleri bilinir, tahakkuk eder. Ve kâinat, baştan başa gayet manidar mektubat-ı İlahiye ve mücessem bir Kur’an-ı Rabbani ve muhteşem bir meşher-i asar-ı Sübhaniye olur. Yoksa, adem ve hiçlik ve zeval ve fena karanlıklarında yuvarlanan karma karışık vahşetli bir virane ve dehşetli bir matemhane mahiyetine düşer. Bu hakikate binaen, kâinatın kemalatı ve hikmetli tahavvülatı ve sermedi manalan, kuvvetli bir tarzda “Neşhedü Enne Muhammeden Resulullah” der.” (Şualar)

İnsanlık tarihi boyunca varlıkla yokluk arasında sıkışmış bir soru yankılandı durdu: “Bu kâinat nedir? Nereden geldi, nereye gidiyor?” Akıl, gözle gördüğünü yorumlamaya çalıştı; kalp ise görmediğini hissetmeye. Fakat cevaplar hep yarım kaldı, suretler gölgeye karıştı, anlam buhar olup uçtu. Ta ki, bir Nur geldi. Bu Nur, kâinatın kilidini açan bir anahtardı. Ve o Nur, Hz. Muhammed’di (aleyhissalâtü vesselâm).

Kâinata Mana Veren Nübüvvet Güneşi

Risale-i Nur’un şu veciz hakikati ne güzeldir: “Muhammed’in (a.s.m.) getirdiği Nur ile kâinat, baştan başa mektubat-ı İlahiye olur.” Yani, o gelmeden önce bir harabe gibi görülen bu âlem, onun nübüvvet gözüyle bir sanat galerisine dönüştü. Her şey, her varlık, bir mektup oldu. Bir anlam taşıdı, bir mesaj verdi. Çünkü o Peygamber, sadece bir ümmete değil; kâinata rahmetti.

Onunla birlikte yıldızlar boşlukta savrulan taşlar olmaktan çıkıp bir nizamın lambaları hâline geldi. Rüzgâr, başıboş bir esinti değil; ilahi emirlere memur bir hizmetkâr oldu. Dağ, taş, hayvan, bitki, insan—hepsi bir görevle yaratılmış, bir neticeye bağlıydı. Kısacası, varlıkla yokluk arasında giden gelen insanlık, onun gelişiyle varlığın içindeki hikmeti fark etti.

Nur Olmazsa Ne Kalır?

Ama ya o Nur olmasaydı? Kâinat, sahipsiz bir virane gibi; ölüm, kaçınılmaz bir yok oluş gibi; hayat, karanlık bir muamma gibi kalacaktı. İnsan, anlamı olmayan bir hevesin peşinden sürüklenen bir hayvan gibi yaşayacaktı. Ne doğum sevinç olurdu, ne ölüm bir vuslat… Her şey fenaya, hiçliğe, tesadüfe teslim olacaktı. O zaman âlem, bir matemhane olurdu; çünkü hiçbir şeyin kalıcı anlamı olmayacaktı.

Nur Geldi ve Şehadet Etti:

Kâinata onun gözüyle bakıldığında, her şey yerli yerine oturur. Varlık, gayesiz değil; yokluk, anlamsız değil; insan, sahipsiz değil. İşte bu yüzden “Neşhedü enne Muhammeden Resulullah” sadece bir söz değil, kâinatın en büyük hakikatine şahitliktir. Çünkü kâinatın hikmeti, onun gelişiyle çözülmüştür.

SONUÇ ve ÖZET:

Hz. Muhammed’in (a.s.m.) getirdiği nur, kâinatın manasını ortaya koymuştur. O nur olmazsa, kâinat karanlık bir harabe; insan, anlamını yitirmiş bir yolcu olur. O nur ile kâinat, bir Kur’ân gibi okunur, bir sanat galerisi gibi seyredilir, bir mektup gibi anlaşılır. Bu yüzden kâinat, bütün zerreleriyle “Şehadet ederiz ki Muhammed Allah’ın elçisidir” der. Çünkü onunla hakikat görünür hâle gelmiştir.

Loading

No ResponsesMayıs 11th, 2025