Bir Canı Almak: Osmanlı’da Adam Öldürmenin Hükmü, Adaleti ve Vicdanı

Bir Canı Almak: Osmanlı’da Adam Öldürmenin Hükmü, Adaleti ve Vicdanı”

“Kim bir cana, bir masum nefse kıymamış birini öldürürse, bütün insanlığı öldürmüş gibidir.”
(Maide Suresi, 32)

Bu ayeti merkeze alan Osmanlı adaleti, adam öldürmeyi yalnızca bir suç değil; kâinat düzenine kast olarak görmüştür. Osmanlı’nın ceza hukuku, ilahi şeriatla örfün birleşiminden doğmuş, sadece failin değil toplumun da yargılandığı bir vicdan terazisi olmuştur.

Osmanlı’da Adam Öldürmenin Hukuki Çerçevesi

İslam hukuku çerçevesinde adam öldürme üçe ayrılır:

1. Kasten öldürme (katl-i amd): Bilerek ve isteyerek adam öldürmek.

2. Hatayla öldürme (katl-i hata): Niyet olmadan, yanlışlıkla öldürme.

3. Yarı kasıt (şibh-i amd): Öldürme kastı olmadan şiddet kullanımıyla ölümün gerçekleşmesi.

Her birinin cezası farklıdır:

Kasten öldürmede: Kısas uygulanabilir. Ancak maktulün varisleri isterse kısastan vazgeçip diyet (kan bedeli) talep edebilirler.

Hatayla öldürmede: Kısas olmaz. Diyet ve kefaret gerekir.

Yarı kasıtta: Diyet verilir, hapis veya sürgün uygulanabilir.

Uygulamadaki Şekli: Kadı, Şahit, Şeriat ve Vicdan

Osmanlı’da adam öldürme davaları genellikle şu yollarla çözülürdü:

Şahit dinleme: Olayın oluş şekli en ince detayına kadar araştırılır.

Aile rızası: Maktul ailesi kısas mı ister, diyet mi? Kadı bu talep doğrultusunda karar verir.

Kamu düzeni: Eğer öldürülen kişi kamu görevlisi, yolcu, misafir gibi korunmaya muhtaçsa, devlet doğrudan müdahil olur.

Kadı Defterlerinden Örnekler

1. 1591, İstanbul Kadı Sicili:
Bir tüccar, alacak verecek meselesinden ötürü tartıştığı ortağını bıçaklayarak öldürür. Maktulün ailesi önce kısas ister. Ancak bir hafta sonra kadı önünde bağışladıklarını beyan ederler. Fail, 100 altın diyet ödeyerek serbest bırakılır. Kadı, hutbede “bağışın büyüklüğünü” ilan eder.

2. 1640, Bursa Defteri:
Bir genç, mahallenin sarhoşu tarafından sürekli tacize uğrar. Bir gün kendini savunurken adamı taşla vurur, adam düşüp başını vurarak ölür. Kadı, niyetin öldürme olmadığını tespit eder. Diyet affedilir, genç üç ay kalebent (zincirli hapis) cezası alır. Ardından Konya’ya sürgün edilir.

3. 1710, Diyarbakır Sicili:
İki aşiret arasında çıkan kavga sonucu üç kişi ölür. Kadı, tarafları barışa zorlar. Ölenlerin yakınları kısası bırakır, 3 bin akçelik diyetle sulh yapılır. Aşiret liderleri camide tövbe eder, barış hutbesi okunur.

Osmanlı’nın Adaletinde Bir Hikmet: Kısasla Denge, Diyetle Merhamet

Osmanlı’da ceza, sadece misilleme değil; terbiye, barış ve toplumsal huzur içindir. Kısas, suçu durdurur. Diyet, kini söndürür. Bağışlama ise kul ile Allah arasında büyük bir ahlâkî makamdır.

Osmanlı bu ince dengeyi şöyle formülleştirir:

> “Kısas bir haktır, ama affetmek takvadır.”

İbretlik Bir Sonuç: Suçun Cezası Cezanın Ötesinde

Bugün modern sistemlerde adam öldürme olayları sadece dosyalar, bilirkişi raporları, kamera kayıtları ile yürür. Ancak unutulan şey şudur: Bir canın hesabı sadece mahkemeye değil, topluma ve vicdana da verilir.

Osmanlı’da öldüren sorgulanırken, öldüreni o noktaya getiren sebepler de yargılanırdı:

“Bu adam niçin bu kadar kinlendi?”

“Toplum bu öfkeyi önceden göremedi mi?”

“Biz ne zaman bir gencin eline bıçak verdiğimizin farkında olduk?”

Bugüne Dersler: Kılıç Kadar Kalem de Keskin Olmalı

Cezalar artırılırken, suçun kökü hâlâ ıslah edilmiyor.

Bir can kaybı sadece istatistik değil, bir uygarlık kaybıdır.

Son Söz:
Osmanlı’da bir canın kıymeti mahkemeyle değil, vicdanla ölçülürdü.
Bugün yeniden “vicdanın kadısı” olma zamanıdır.
Zira her ölenle birlikte, adaletin bir parçası da toprağa düşmektedir.

Loading

No ResponsesMayıs 3rd, 2025