İSLAM DÜNYASININ SİYASETLE İMTİHANI
İSLAM DÜNYASININ SİYASETLE İMTİHANI
Tarihin Göğsünde Kırılmış Kılıçlar ve Unutulmuş Dualar
Siyaset… Kelime anlamı olarak “idare etmek, yön vermek” manasına gelir. Ama tarihin içinde bu kelime, nice ümmetlerin kaderini belirlemiş, nice zaferlerin ve nice hüsranların gölgesinde yankılanmıştır. İslam tarihi de bu anlamda, siyasetin imanla, hikmetle, nefisle ve güçle imtihanının canlı bir laboratuvarı olmuştur.
Peygamberlerle Başlayan İlahi Siyaset
Siyasetin ilk örnekleri, insanlık tarihi kadar eskidir. Lakin en hikmetli ve en sahih şekli, peygamberler eliyle inşa edilmiştir. Hz. Nuh’un (as) gemisi, sadece bir tufandan kurtuluş değil; aynı zamanda bir medeniyetin yeniden kuruluşuydu. Hz. Yusuf (as), Mısır’da ekonomik buhran zamanında devlet idaresinde görev aldı ve Kur’an, onun bu görevini överek anlatır:
“Beni yeryüzünün hazinelerine memur et; çünkü ben iyi korurum ve iyi bilirim.” (Yusuf, 55)
Bu, iman ve hikmetle bezenmiş bir yöneticiliğin sembolüdür. Zira peygamberler, siyaseti bir saltanat değil, bir hizmet ve emaneti koruma yolu olarak görmüşlerdir.
Hz. Muhammed (sav): Rahmetin Devletleşmesi
Resûlullah Efendimiz (sav), sadece bir din tebliğcisi değil; aynı zamanda bir devlet kurucusudur. Medine Vesikası ile çok dinli, çok unsurlu bir toplumu adalet temelinde organize etmiş; savaş, barış, maliye, hukuk gibi her alanda örnek bir yönetim sergilemiştir. Onun siyaseti; kul hakkını gözeten, adaleti merkeze alan, tevazuyu üstün gören ve gücünü Allah’a kulluktan alan bir siyasetti.
Ne yazık ki onun vefatından sonra, hilafet meselesiyle başlayan tartışmalar, siyasetin ümmetin içinden hikmeti ve vahiy eksenli birlik ruhunu nasıl zedeleyebileceğini göstermiştir. İlk üç halife dönemi, adalet ve takva ile ayakta dururken, sonrasında ihtilaflar, kan dökmeler ve ayrılıklar ümmeti derinden yaralamıştır.
Saltanatın Gölgesinde Kayıp Bir Hilafet
Emevîler ile birlikte hilafet, bir “hanedan” meselesine dönüştü. Siyaset, ehliyet değil nesep merkezli şekillenmeye başladı. Abbasîler, ilmi teşvik etti ama iç kargaşalar, Batınî hareketler ve Moğol istilalarıyla çöküşe sürüklendi.
Osmanlılar, bir süre siyaseti adaletle yönettiler. “Adalet mülkün temelidir” anlayışı, uzun bir dönem hâkim oldu. Lakin son dönemlerde Batı karşısında gerileme, içeride yozlaşma ve halkla kopukluk, siyasal çöküşü hızlandırdı. Hilafetin 1924’te kaldırılması ise sadece bir yönetim biçiminin değil, aynı zamanda ümmetin manevi bağının kopuşuydu.
Modern Dönem: Batı’nın Gölgesinde İslami Kimlik
İslam dünyası, 20. yüzyıl boyunca Batı tarafından şekillendirilen siyasal sistemlerin kıskacında kaldı. Krallıklar, darbeler, kukla yönetimler, petrol üzerine kurulu siyasetler ve mezhep üzerinden bölünmüş coğrafyalar… Halklar din adına ayağa kalktı, ama çoğu zaman iktidara gelenler ya dış güdümlüydü ya da dine sarılır gibi yapıp dünyevîleşmenin pençesinde kaldılar.
İslam dünyasında çoğu yönetici, halkı için bir Musa olamadı; ama Firavunlara benzemeye başladı. Dini kendi iktidarına alet eden, muhalefeti susturan, adaleti taraftar için işleten bir siyaset anlayışı, ümmetin ruhunu yaraladı.
Hikmetli Sonuçlar ve Derin İbretler
1. Siyaset, güç için değil adalet için yapılırsa bereket doğar. Hz. Ömer’in adaleti, tarihte hâlâ hayranlıkla anılır.
2. İman ile yoğrulmayan siyaset, insanı zelil eder. İslam dünyasında yöneticilerin çoğu Batı’ya muhtaç hale geldiğinde, zillet de peşinden geldi.
3. Ehliyet terk edilirse, ümmet istikametini kaybeder. Din kisvesi altında yapılan zulümler, genç nesillerde dine karşı soğuma oluşturdu.
4. Siyasi liderler, ümmetin aynasıdır. Onlarda hikmet yoksa, toplumda birlik kalmaz.
Çıkış Nerede?
Bugün ümmet yeniden sormalı: Siyaset bizim neyimizdir? Sadece iktidar için mi, yoksa hakkı ayakta tutmak için mi? Yönetim koltuk mu, yoksa omuzda bir emanet mi? Zira “İmam, çoban gibidir; sürüsünden sorumludur.” (Buhârî)
Siyaseti imanın hizmetine verenler Hz. Yusuf gibi iz bırakır. Ama siyaseti nefsin hizmetine verenler, Karun gibi hem servetiyle hem sarayıyla yerin dibine batar.
Son Söz:
Siyaset, ümmetin imtihanıdır. Ve bu imtihan, hâlâ devam etmektedir. Peygamberlerin mirası olan adaleti, emaneti, merhameti yeniden siyasetimizin temel taşı yapmadıkça; sandıklar dolsa da gönüller boş, şehirler süslense de adalet suskun kalacaktır.
Ve unutulmamalı:
“Bir millet kendini değiştirmedikçe, Allah da onların halini değiştirmez.” (Ra’d, 11)