ANNE KARNINDAKİ İKİZ KARDEŞİN DÜNYA VAR MI YOK MU, GİDELİM Mİ GİTMEYELİM Mİ MÜCADELESİ VE MÜNAKAŞASI .
ANNE KARNINDAKİ İKİZ KARDEŞİN DÜNYA VAR MI YOK MU, GİDELİM Mİ GİTMEYELİM Mİ MÜCADELESİ VE MÜNAKAŞASI .
Anne Karnındaki İkizlerin Sessiz Diyaloğu: Varoluşun Eşiğinde
Anne karnının sıcak ve güvenli karanlığında, iki küçük can, varoluşun ilk kıvılcımlarıyla birlikte bir yolculuğa hazırlanıyordu. Henüz gözleri açılmamış, sesleri duyulmamış olsa da, aralarında derin bir bağ ve hayata dair fısıltılar dolaşıyordu. Bu fısıltılar, bir yandan birbirlerine tutunmanın sıcaklığını taşırken, diğer yandan bilinmezliğin soğuk nefesiyle titriyordu: Dünya var mıydı, yoksa bu güvenli karanlık, var olabilecekleri yegane yer miydi?
İkizlerden biri, etrafındaki yumuşaklığı, aldığı besini ve duyduğu o tanıdık, ritmik sesi varlığının delili olarak görüyordu. “Burada her şey güzel,” diye düşünüyordu. “Sıcaklık, huzur ve sürekli bir besin kaynağı… Başka bir yere gitmeye ne gerek var ki? Belki de ‘dünya’ dedikleri şey, sadece bir söylentiden ibarettir.”
Diğer ikiz ise, içindeki bir merak duygusuna engel olamıyordu. Bazen duyduğu hafif titreşimler, dışarıdan gelen boğuk sesler, sanki bu güvenli ortamın ötesinde bambaşka bir gerçekliğin varlığına işaret ediyordu. “Ama ya o sesler, o titreşimler ne anlama geliyor?” diye sorguluyordu. “Belki de bu karanlığın ötesinde, daha fazlası vardır. Belki de ‘dünya’ dedikleri yer, keşfedilmeyi bekleyen bir mucizedir.”
Bu farklı düşünceler, iki kardeş arasında sessiz bir münakaşaya dönüşüyordu. Biri, bildiği ve güvende olduğu bu varoluş biçimine sıkı sıkıya sarılmak isterken, diğeri bilinmeyene duyduğu karşı konulmaz arzuyla kıvranıyordu.
“Neden risk alalım ki?” diyordu ilk ikiz. “Burada her ihtiyacımız karşılanıyor. Dışarısı belki de soğuktur, tehlikelidir, açlıkla susuzlukla dolu olabilir. Bu güvenli limanı terk etmek delilik olmaz mı?”
İkinci ikiz ise, içinde yanan keşif ateşini söndüremiyordu. “Ama ya yanılıyorsak?” diye karşılık veriyordu. “Ya ‘dünya’ dedikleri yer, burada hayal bile edemeyeceğimiz güzelliklerle doluysa? Ya güneşin sıcaklığını hissetmek, renkleri görmek, sevdiklerimizle kucaklaşmak mümkünse? Bu fırsatı kaçırmak, sonsuza dek pişman olmak anlamına gelmez mi?”
Bu deruni mücadele, aslında her insanın hayatının farklı dönemlerinde yaşadığı bir gel giti yansıtıyordu. Konfor alanımızda kalmak mı, yoksa bilinmeyene doğru cesur bir adım atmak mı? Tanıdık ve güvenli olanı mı seçmek, yoksa yeni deneyimlerin ve potansiyel mutlulukların peşinden gitmek mi?
Anne karnındaki bu iki minik canın sessiz diyaloğu, bizlere hayatın yapısı gereği bir yolculuk olduğunu hatırlatıyor. Doğum, tıpkı anne karnından çıkış gibi, bilinmeyene yapılan bir yolculuktur. Bu yolculukta, korkularımızla, şüphelerimizle ve belirsizliklerle yüzleşiriz. Ancak, merakımızın, umudumuzun ve keşfetme arzumuzun bizi daha büyük bir gerçeğe, daha anlamlı bir varoluşa taşıyabileceğini de unutmamalıyız.
İlk ikizin güvence arayışı anlaşılır olsa da, ikinci ikizin merakı ve cesareti, hayatın sunduğu potansiyeli kucaklamanın önemini vurguluyor. Belki de “dünya”, ilk bakışta korkutucu gelebilir. Ancak, sevdiklerimizle kuracağımız bağlar, yaşayacağımız deneyimler, öğreneceğimiz dersler ve başaracağımız zaferler, bu bilinmezliğe atılan adımın ne kadar değerli olduğunu gösterecektir.
Sonuç olarak, anne karnındaki ikizlerin bu sessiz mücadelesi, bizlere varoluşun eşiğinde verilen kararların ne kadar önemli olduğunu hatırlatıyor. Hayat, konfor alanımızın sınırlarını zorlamayı, bilinmeyene doğru adım atmayı ve potansiyelimizi gerçekleştirmeyi gerektiren bir serüvendir. Tıpkı o iki küçük can gibi, biz de kendi içimizdeki sesi dinlemeli, korkularımızı yenmeli ve hayatın bize sunduğu tüm güzelliklere doğru cesurca ilerlemeliyiz. Çünkü en büyük keşifler, çoğu zaman bilinmezliğin ardında saklıdır.
“Âhirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde, fâni dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme!” Bediüzzaman.