Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir.

Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecellî eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder.”


İLİM VE HAKİKATİN İKİ KANADI: DİNİ VE FEN BİLİMLERİNİN BİRLİKTE YÜKSELİŞİ

İslam’ın ve medeniyetin en temel dayanaklarından biri, ilimdir. Bediüzzaman Said Nursî’nin şu sözü, ilmin iki yönünü ve bu iki yönün birbirinden ayrıldığında doğabilecek tehlikeleri çarpıcı bir şekilde ifade etmektedir:

“Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecellî eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder.”

Bu söz, insanı ve toplumu aydınlatan iki temel ilim kaynağını ortaya koymaktadır:

1. Dini ilimler (ulûm-u diniye): İnsan ruhunu, ahlakını, vicdanını ve maneviyatını besler.

2. Fen ve medeniyet ilimleri (fünun-u medeniye): Akıl, teknoloji, bilimsel keşifler ve medeniyetin gelişimini sağlar.

Bu iki ilim bir arada olduğunda, insan ve toplum hakikate ulaşır, medeniyet gelişir ve ilim ışığında adaletle yükselir. Ancak biri diğerinden koparsa, dengesiz ve zararlı sonuçlar doğar:

Sadece dini ilimlere yönelmek: Bilimi ve aklı ihmal eden kör bir taassuba yol açabilir.

Sadece fen bilimlerine yönelmek: Maneviyattan kopuk, ahlaki ve vicdani değerleri hiçe sayan hile, şüphe ve materyalist düşüncenin yayılmasına neden olabilir.

Bu makalede, İslam’ın ilme bakışı, dini ve fenni ilimlerin birlikte geliştiği dönemler, ayrıldıkları zaman yaşanan çöküşler ve günümüz Müslüman toplumları için çıkarılacak dersler ele alınacaktır.

1. İslam ve İlim: Oku, Düşün, Araştır

İslam, ilmi en yüce değerlerden biri olarak görür. Kur’an’da ilk inen emir “Oku!” (Alak, 1) ayetidir. Bu okuma, sadece kutsal metinleri okumak değil, aynı zamanda kâinatı, doğayı ve bilimi anlamak için de bir davettir.

Hz. Peygamber (s.a.v.), ilmin önemini şu sözleriyle vurgulamıştır:

“İlim öğrenmek, her Müslüman erkek ve kadına farzdır.” (İbn Mace, Mukaddime, 17)

“İlim Çin’de bile olsa gidip alınız.” (Beyhaki, Şuabü’l-İman, 2/254)

Bu teşvikler, Müslümanları her alanda ilme yöneltmiş ve tarihte büyük bir medeniyetin doğmasına sebep olmuştur.

2. Tarihte İslam Medeniyeti: İlim ve Hakikatin Bütünleştiği Çağlar

İslam dünyasında 8. yüzyıldan 15. yüzyıla kadar ilim ve maneviyat birlikte yükselmiş, Endülüs, Bağdat ve Semerkand gibi ilim merkezleri kurulmuştur.

Harezmi (780-850): Cebiri sistematik hale getirerek matematiğin temelini attı.

İbn Sina (980-1037): Tıbbın Kanunu adlı eseriyle modern tıbbın gelişimine katkıda bulundu.

El-Biruni (973-1050): Dünya’nın döndüğünü ve yerçekimini Newton’dan 600 yıl önce dile getirdi.

İbn Rüşd (1126-1198): Aristo’nun felsefesini Batı’ya taşıdı ve akıl-vahiy dengesini savundu.

Bu dönemde ilim adamları hem dini hem fenni ilimlerle uğraşıyor, ikisini birleştirerek hakikate ulaşmaya çalışıyorlardı.

Ancak zamanla bu denge bozuldu…

3. Ayrışma ve Çöküş: Bilimin ve Maneviyatın Kopması

İslam dünyasında bilim ve din arasındaki denge bozulduğunda, medeniyet de çöküşe geçti:

Tasavvufi düşüncenin aşırı şekillere kayması ve akılcı ilmin ihmal edilmesi: Bilimsel çalışmalar ikinci plana atıldı.

Siyasi istikrarsızlıklar ve mezhep savaşları: Birlik ve beraberlik kayboldu.

Batı’nın İslam bilim mirasını devralması: Avrupa, Endülüs ve Haçlı Seferleri aracılığıyla İslam’ın bilimsel mirasını alıp ilerlerken, Müslüman dünyada duraklama yaşandı.

Sonuç:

Müslümanlar, vicdanı güçlü ama bilimden uzak bir toplum haline geldi.

Batı dünyası, bilimi geliştirdi ama ahlaki ve manevi boşluk içinde kaldı.

İşte Bediüzzaman’ın uyardığı noktaya tam burada geliyoruz:

Dini ilim akıldan koparsa: Kör bir taassup doğar.

Fen bilimleri ahlaktan koparsa: Şüphe, hile ve materyalist düşünce hâkim olur.

4. Çıkış Yolu: Hakikatin İki Kanadını Yeniden Birleştirmek

Müslüman dünyasının yeniden yükselişe geçmesi için, ilim ve maneviyatın bir araya getirilmesi gerekmektedir:

a) Eğitim Sisteminin Yeniden Yapılandırılması

Medreseler ve modern üniversiteler arasında bir köprü kurulmalı.

Hem fen bilimleri hem dini ilimler dengeli şekilde öğretilmeli.

b) Bilimsel Araştırmalara Önem Verilmesi

Müslüman ülkeler bilim, teknoloji ve inovasyona yatırım yapmalı.

Müslüman bilim insanları desteklenmeli ve teşvik edilmeli.

c) Ahlaklı ve Bilgili Nesiller Yetiştirmek

Bilim ve teknolojiyi geliştirirken ahlak, vicdan ve maneviyat unutulmamalı.

Hz. Peygamber’in “İlim Çin’de bile olsa gidip alınız” düsturuyla hareket edilmeli.

Sonuç: Kanatsız Uçamayız!

Bediüzzaman’ın ifadesiyle, insan ve toplum hakikate ulaşmak için iki kanada ihtiyaç duyar:

1. Vicdan ve ahlak için dini ilimler.

2. Akıl ve teknoloji için fen bilimleri.

Bu iki kanat birleştiğinde, Müslüman dünyası yeniden yükselir, bilim ve ahlak bir araya gelerek hakikatin kapısını aralar.

Tarih, bu iki kanadın ayrıldığı toplumların çöküşe geçtiğini, birleştirenlerin ise medeniyet kurduğunu göstermektedir. Öyleyse gelecek nesillere ilim ve maneviyatı birlikte vermek, en büyük sorumluluğumuzdur.

Bilgi ışığında yükselen, ahlak rehberliğinde ilerleyen bir toplum, hem dünyada hem de ahirette saadete ulaşır!

@@@@@@

**Vicdan ve Aklın Sentezi: Bediüzzaman’ın İlim Tasavvurundan İbretler**

Bediüzzaman Said Nursi’nin yukarıdaki sözü, insanlığın en kadim iki gerçeğini özetler: *Vicdan* ve *akıl*. Ona göre, vicdanın aydınlığı dini ilimlerle, aklın ışığı ise modern bilimlerle beslenir. Bu iki kanat birleştiğinde hakikat ortaya çıkar; ayrıldığında ise bir tarafta **taassup** (bağnazlık), diğer tarafta **şüphe** ve **hile** doğar. Bu ifade, yalnızca bir felsefi önerme değil, aynı zamanda İslam medeniyetinin yükseliş ve çöküşünün de anahtarıdır. Peki tarih, bu sentezin önemini nasıl ispatlıyor?

### **Altın Çağ: Din ve Bilimin Kucaklaşması**
8. ile 13. yüzyıllar arasındaki İslam medeniyeti, Nursi’nin idealize ettiği “**imtizac**” (uyum) dönemine ışık tutar. Abbasi halifeleri, antik Yunan, Hint ve Pers bilimini Arapçaya çevirirken, Kur’an’ın *“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”* (Zümer, 9) ayetini rehber edinmişti. **Beytü’l Hikme**, bu sentezin sembolüydü: Astronomi, tıp ve matematik çalışmaları, kelam ve fıkıhla iç içe ilerliyordu.

– **İbn Sina**, hem filozof hem hekimdi. *El-Kanun fi’t-Tıb* adlı eserinde hastalıkları madde ve mananın dengesiyle açıklarken, *“Ruh bedenin reisidir”* diyerek tıbbı metafizikle buluşturdu.
– **Harezmi**, cebiri keşfederken, Allah’ın kainattaki düzenini matematikle anlamaya çalışıyordu.
– **İbn Heysem**, optik çalışmalarında ışığın yansımasını incelerken, bunu “ilahi nur”un bir tezahürü olarak yorumladı.

Bu dönemde dini ilimler, aklı körelten bir dogma değil, bilimi motive eden bir “vicdan ziyası”ydı.

### **Ayrılığın Bedeli: Taassup ve Şüphenin Doğuşu**
Ancak 13. yüzyıldan itibaren bu uyum bozuldu. Moğol istilaları ve siyasi çöküşle birlikte, medreselerde **nakil-akıl dengesi** kayboldu. Dinî ilimler, sorgulamayan bir ezberciliğe; pozitif bilimler ise “**felsefesiz bir teknik**”e dönüştü. Nursi’nin deyimiyle, iki kanat birbirinden ayrıldı:

1. **Ulûm-u Diniyede Taassup:**
– Gazali’nin *“Filozofların Tutarsızlığı”* eseri, bazı çevrelerde felsefeyi “küfür” ile eşitledi. Oysa Gazali, aslında aklı değil, Aristo’yu mutlaklaştıran yaklaşımı eleştiriyordu.
– Zamanla medreseler, İbn Rüşd’ün akıl-vahiy sentezini dışladı. İçtihat kapısının kapanması, dini düşüncede donukluğa yol açtı.

2. **Fünun-u Medeniyede Şüphe:**
– Avrupa’da Rönesans ve Aydınlanma yaşanırken, İslam dünyası bilimsel mirasına yabancılaştı. Batı’nın teknolojik üstünlüğü, bir “şüphe” doğurdu: *“Acaba din bilimle çelişir mi?”*
– Pozitivizmin etkisiyle, bazı aydınlar dini “akıl dışı” addederek reddetti. Nursi’nin tabiriyle, “hile” (ideolojik saptırma) ve “şüphe” toplumu sardı.

### **Endülüs’ten Günümüze İbretler**
Endülüs İslam Medeniyeti, bu iki kanadın uyumunun neler başarabileceğini gösterdi. **Kurtuba Ulu Camii**, hem sanat hem ibadetin sembolüydü. **İbn Rüşd**, Aristo’yu İslami perspektifle yorumlayarak Avrupa’yı aydınlattı. Ancak 1492’de Gırnata düştüğünde, engizisyon hem Müslümanları hem Yahudileri yok etti. Bu trajedi, Nursi’nin uyardığı “**iftirak**”ın (ayrılık) sonucuydu: Dinî bağnazlık ve bilimsel gerileme, medeniyeti çökertti.

### **Bugünün Sınavı: Nursi’nin Çağrısına Kulak Vermek**
Nursi’nin sözleri, bugün de geçerliliğini koruyor:

– **Eğitimde Sentez:** Medreselerde dinî ilimlerin yanında fen bilimleri öğretilmezse, gençler ya “eleştirel düşünceden yoksun” yetişir ya da dini tamamen reddeder.
– **Bilimde Ahlak:** Modern teknoloji, vicdani bir rehberlik olmazsa, insanlığı nükleer silahlar veya yapay zeka tehlikeleriyle baş başa bırakır.
– **Toplumsal Barış:** Din ve bilim çatıştığında, toplumlar ya dinci radikalizmle ya da seküler nihilizmle parçalanır.

### **Sonuç: İki Kanatlı Kuş Misali**
Bir kuşun uçabilmesi için iki kanadı nasıl gerekiyorsa, insanlığın ilerlemesi için de vicdan ve aklın birlikteliği şarttır.

Bu barış, yalnızca Müslümanların değil, tüm insanlığın kurtuluş reçetesidir…

Loading

No ResponsesMart 5th, 2025