İBRETLER VE DERSLER
KISSALAR
Adam evlendi …
— Eşinin yüzünü açtı rengi siyahtı..
Yüzünü ekşitti .
eşi adamın yanına gitti ve dedi ki ;
”HAYIR BELKİ ŞERRİN İÇİNDE SAKLIDIR”
adamı ikna etti,
Adamın kalbinden sıkıntı gitmiyordu…
Dayanamadı ve Bu kez şehri terketti gitti..
Aradan 20 yıl tam 20 yıl geçti..
Şehre döndü Namaz kılacaktı. Bir camiye girdi .
Camide genç biri vaaz ediyordu. Ama nasıl vaaz..
— insanlar pür dikkat dinliyorlardı.
Dehşete kapıldı , hoşuna gitti..
Sordu kim bu çocuk ?
Dediler ki “adı ENES”
Babası ?
Dediler ki :
“20 yıl önce buralardan kaçtı gitti ..
Adı ?
MALİK idi..
Adam şok oldu Eşinin söylediği söz aklına geldi yutkundu bir an utandı..
Sonra gencin yanına gitti ve dedi ki
“Seninle evinize kadar geleyim. Kapıda bekliyeyim
Sen annene deki ki:
HAYIR BELKİ ŞERRİN İÇİNDE SAKLIDIR..”
Genç kabul etti.
Gittiler Genç eve girdi
Annesine Anne ; Dışarda bir misafir var, diyorki ; Belki hayır şerrin içinde gizlidir …
Anne hemen irkildi oğluna ;
— “koş evladım, o senin babandır” “kapıda bekletme.”
Öyle sıcak karşılama oldu ki.
Çünkü anne ; babasının iyiliklerinden bahsetmiş hiç kotulememisti.
— Bizi terk etti yalnız bıraktı gitti” dememişti.
Baba sevgisi çocukta taptaze idi.
O genç alim çocuk kimdir biliyormusunuz ?
Annesinin babasının yokluğunda yetiştirdiği ;
ENES İBN-İ MALİK ‘ tir
Efendimiz’den (SAV) birçok hadis rivayet etmiştir..
Efendimizin hizmetkarı olmuştur.
**************
İKİ LAHMACUNA SATILAN EV..
Yaşı 75’e dayanmıştı Muhammed baba’nın. İki katlı evinin üst katını oğlu ve gelinine vermiş, kendisi de kapıcı dairesi gibi olan alt kattaki evde hayatını eşiyle sürdürüyordu.
Hayatı boyunca çalışmış helal rızk peşinde koşturmuş, dişinden tırnağından arttırdığı bir miktar para ile de gecekondu karışımı bu yeri on sene önce alabilmişti. Şükür borcu da bitmişti. Ayda bir aldığı Bağkur emekliliği maaşı ile de namerde muhtaç değildi, kira da vermiyordu.Kıt kanaat geçiniyordu çok şükür. Oğlu da iyi bir meslek sahibi idi, zengin değildi! Lakin fakir de sayılmazdı, orta gelirli biriydi.Gelininin arada bir iğneleyici sızlanmaları vardı.“Cahildir, ileride anlar iyiyi kötüyü” diye bakardı. Bu konuşmaları duymazdan gelirdi hep..İhtiyarlar devamlı hoşgörü timsali idiler. Kıymetli oğlunun ve gelininin haftada bir ziyareti, somurtarak da olsa bir iki defalık verdikleri bir tas yemeğe memnun olur garipler.
Günlerden pazar, vakit de öğlen idi.Muhammed Baba fırına gidip iki ekmek almıştı.
-Fırıncı: “Muhammed emmi, akşam için lahmacun malzemesi verdi senin oğlan, ne zaman hazır olsun.?Bana demedi, var mı bir bilgin.? diyen soruyu “haberim yok oğlum” diye cevaplamıştı.
Eve geldiğinde de 50 yıllık hayat arkadaşına “Ayşe Hanım, oğlan fırına lahmacun malzemesi vermiş akşama nasip olur herhalde, akşama bir şey zahmet etme, iki tane verir ne de olsa” diyerek ümitle beklemeye başlar.Akşam namazı için hazırlık yaparken oğlunun, elinde lahmacun dolu tepsi ile binaya girdiğini görür tesadüfen… Şimdi gelir, şimdi gelir diyerek bekler lahmacunu. Ümit bu ya belki gelir diye. Vakit gece yarısına gelir artık ve ümidi biter. İki sıcak lahmacun hayali iki soğuk lahmacuna dönüşür. Gece yarısına kadar bekle babam bekle! Nafile…Gelmez! Açlık ve üzüntüyle bekler de bekler. Bir türlü gelmez o iki sıcak lahmacun..!
Muhammed baba, sabah erkenden kalkar! Mahalledeki eski arkadaşının oğlu emlakçıdır. Emlakçı tanıdığının dükkânının yolunu tutar. Üçüne beşine bakmaz ve evi hemen satar. Ve bir şart koşar: “Ben ölünceye kadar alt kattaki evde oturmam şartıyla” diyerek ekletir tapu kaydına.Oğlanı hemen çıkartabilirsiniz diye de tembihler.
Bir kaç gün sonra oğlunun heyecanlı, heyecanlı koşarak, büyük bir merakla kapıya geldiğini görür.! Oğlu içeri girmeden sorar. ’Baba bugün iki kişi geldi ve evi boşaltmamı senin evi sattığını söyledi. Böyle bir şey yok değil mi? Haydi, satmadım de, diye bağırır.Muhammed baba susar, seslenmez bile..!! ‘’Baba ne oldu, dilini mi yuttun? der ve devam eder “haydi yalan desene..!” Babası ‘’Diyemem oğlum sattım, tapuları da verdim “der Muhammed baba. Üzgün de olsa gerçeği söyler. Oğlan şokta nutku tutulur, olduğu yere çöker ve “niye baba niye.Kaça sattın bari onu söyle.” der.Muhammed Baba buğulu gözlerle burnunu çekerek,
‘’İki lahmacuna oğlum, iki lahmacuna sattım burayı” der ve girer içeriye….
*************
RIZIK ENDİŞESİ ÇEKENLER!
Musa aleyhisselâmın eceli yaklaşmıştı. Ey Musa, çoluk çocuğuna vedâ et emri geldi. Musa aleyhisselâm, emre uyarak, çoluk çocuğuna vedâ eyledi.
Küçük bir çocuğu vardı. Onu kucağına alınca kalbine, benden sonra bu küçüğün hâli ne olacak düşüncesi geldi.
ALLAHü Teâlâ, Ey Musa, deniz kenarına git buyurdu. Musa aleyhisselâm deniz kenarına gitti. Ey Musa, asânı denize vur buyurdu.
Denize vurdu. Deniz açıldı. Dibi göründü. Musa aleyhisselâm baktı. Bir taş gördü. Kaygan, yarığı, çatlağı olmayan, yekpare bir taş idi. Ey Musa o taşa işaret eyle buyurdu Taşa işaret eyledi. Taş yarıldı. Musa aleyhisselâm baktı. İçinde zayıf, gözleri görmez, bacaksız bir böcek gördü. Ağzında yeşil, taze bir yaprak vardı.
Ey Musa, ben O ALLAH’ım ki Razzâkım; zayıf, görmez, elsiz ayaksız bir böceği denizde sert, yekpare bir taşın içerisinde yaşatıyorum ve ona taze yeşil bir yem veriyorum da, sen, seni seven dostunun senin çocuğunu zâyi edeceğinden korkuyorsun.
Benim rahmetim senin çocuğundan üstündür ve senin şefkatinden ziyadedir buyurdu…
*************
KERTENKELE
Japon mimarlardan biri evini baştan aşağı yeniliyordu. Tamirat esnasında söktüğü kapılardan birinin duvarla irtibatlı bölümünde, iç kısımda, iki tahta arasında sıkışıp kalmış bir kertenkele gördü. Biraz daha dikkatle bakınca kertenkelenin canlı olduğunu fark etti
Onu oradan kurtarmaya çalışırken bu kez kertenkelenin bir ayağından duvara çivilenmiş olduğunu gördü
“On yıl önce yapılan eve kapısı takılırken dışardan çakılan bir çivi, o an kapıyla duvar arasında bulunan kertenkelenin ayağına isabet etmiş olmalı” diye düşündü japon mimar.
Peki nasıl olmuştu da bu kertenkele, bir santim bile kıpırdayamadığı bu karanlık duvar boşluğunda onca zamandır canlı kalmayı başarmıştı?
Mimar, tamirat işlerini bir kenara bırakarak kertenkeleyi izlemeye başladı Bu kertenkelenin sadece havayla beslenmediğine göre, bunca yıl yaşamını nasıl sürdürebildiğini merak ediyordu
Bir süre sonra duvar boşluğunda bir hareket oldu Japon mimar, nereden çıktığını fark etmediği başka bir kertenkelenin geldiğini gördü. Gelen kertenkele, yerinden kıpırdamayacak halde olana ağzından yiyecek taşıyordu. Bu kertenkele diğerinin belki annesiydi, belki eşi, belki de arkadaşı.
Kim bilir?
Ama bilinen bir şey var ki aralarındaki güçlü sevgi, birinin bıkıp usanmadan diğerini hayatta tutabilmek için ona yiyecek taşımasına neden olmuştu
Hayat şartlarının bir şekilde sevgiyi ve sevmeyi unutturduğu bu zamanda insanların arasında böylesi bir sevgiye rastlamak o kadar zorki….
*************
?.. Yaşlı Hacı Süleyman amca CUMA GÜNÜ evde un kalmayınca eşeğine yüklemiş buğdayı, değirmene doğru koyulmuş yola… ?… Değirmene vardığında, çuvalı indirirken eşek kaçıyor.
✍️… Eşeği aramaya çıksa, Cuma namazı kaçacak. Kendi kendine “Sen nereye gidersen git, ben Rabbimin emrinden çıkmam, doğru Cuma namazına gidiyorum” diyor…
?… Vakit giriyor ve huşû içinde ibadetini yapıyor…Cumadan sonra bakıyor, eşek hâlâ yok… Tarlaya gitse eşek lazımdır. Un için zaten yine eşek lazım.“Ben şimdilik eve gidip biraz dinleneyim, sonra çaresine bakarız” diye düşünüyor… Eve yaklaşınca, ahırdan eşek sesi geliyor. “Hanım, bu eşeğin burada işi ne” diyor. O da, “Efendi, bugün ödüm patladı, az kalsın ölüyordum” diyor: “Bir İri köpek eşeği önüne katmış, bir o tarafa, bir bu tarafa, derken ahıra kadar getirdi. Ben de korkudan odanın bir köşesine,saklandım.Pencereden baktım, iri köpek geldiği gibi gitti.” Hacı Süleyman amca “Hanım, bu bizim eşek değil mi?” diye soruyor. Hanım da “Evet bizim eşek” diye cevap veriyor. Hacı Süleyman amca şaşırıp kalıyor… Hanımı bu arada “Bey, senin karnın açtır. Taze un geldi, ekmek yaptım” deyince Hacı Süleyman amca hayretle “Hanım, un nereden geldi”diyor. “Sorma bey! Komşumuz değirmene gitmiş, kendi unu yerine bizim unu getirmiş, yanlışlığı anlayınca da unu bize bıraktı. Yani unumuz geldi… Sana bir haberim daha var bey! Bizim komşu bahçesini sulamış ancak kanalı açık unutmuş, bizim bahçe de sulanmış, Hacı Süleyman amca, eşinden bunları duyunca ellerini açmış ve ;“Allah’ım ben senin bir emrini yerine getirdim, sen benim üç ihtiyacımı gördün. Sana ne kadar şükretsem azdır ya Rabbi…”Eşek her zaman eşekliğini yapsa bile biz şükür içinde rabbimize gidelim. Bire 10 veren rabbimize binlerce şükürler olsun…
*************
Husrev Altınbaşak’ın İbretlik Hapishane Macerası
Afyon hapsi, şartları ve mahkeme safhaları itibariyle en ağır geçenidir. Hapishane, altı koğuştan ibrettir. O gün hizmetin önde gelen isimlerinden olan Bediüzzaman Said Nursihazretlerinin talebesi Hüsrev Altınbaşak’ı ,çıkacak bir kargaşa sonunda ölüp gitsin diye önce içinde altmış kadar cani ve katilin bulunduğu koğuşa koyarlar.
Hüsrev Altınbaşak,bu koğuşa girer girmez selam verir,fakat selamını kimse almaz. Koğuşun bir köşesine geçip oturur. Üçgün beton üzerinde soğukta, yataksız yorgansız yatar.
Bu zaman zarfında namazını hiç aksatmadan kıldığını gören iri yarı koğuş ağası, üçüncü günün sonunda yanına gelerek, üst perdeden , “Hoca, benim bir sorum var,cevaplayabilirmisin?”der.
Hüsrev Altınbaşak ,”bildiğim bir soruysa cevap veririm, sor bakalım” dedikten sonra aralarında şu konuşma geçer:
• Ben on beş cana kıydım, türlü türlü suç işledim bu durumda ben cennete girebilir miyim?
– Oturda sana cevap vereyim. Sen nerelisin?
• Karadenizliyim.
– Karadeniz’e bir damla su damlatsak artar mı?
• Artmaz.
– Peki, ondan bir damla alsak azalır mı?
• Azalmaz, bir damla sudan ne çıkar?
– İşte aynen bunun gibi Cenab-ı hakkın sonsuz rahmet denizleri yanında senin günahların bir damla su bile olmaz. Eğer sen pişman olur, sadakat ile tövbe eder, beş vakit namazını kılarsan, değil cennete, orta yerine bile girersin.
Bunun üzerine koğuş ağası kalkar ve mahkumlara dönerek ,”Heyyyyt ulan hergeleler, bana bile cennet olduğuna göre size hayda hayda vardır haydi toparlanın bakalım!“ Diye bağırır.
Koğuş ağası, koğuşun köşesinde kullandıkları bir musluğun etrafını battaniyeyle çevirdikten sonra herkesin orada gusledip abdest almasını emreder.Bütün mahkumlar gusledip abdest alırlar .
O sırada öğle namazının vakti girer. Ağa, Hüsrev Altınbaşak’a gelerek, ”Hocam buyur, bundan sonra sen imamsın, biz cemaat” der.O günden sonra beş vakit namazı birlikte kılarlar.Bu arada Hüsrev Altınbaşakın başında sarık gören mahkumlar, sarıksız olmaz diye düşünüp yatak çarşaflarını yırtarak başlarına sarık diye dolarlar.
Mahkumların başları sarılı bir şekilde Hüsrev Altınbaşak’ın ardında namaza durduklarını gören gardiyanlar şaşkına döner.
Akşam olduğunda koğuş ağası bütün mahkumları toplar ve onlara şöyle seslenir:
-”Heyyyy size söylüyorum ,herkes yatağını alıp koğuşun ortasına getirsin.”Yataklar gelince bunları üst üste koyduktan sonra Hüsrev Altınbaşak’a döner,”Hocam bize ceza olarak şimdide üç gün bu yatakların üstünde” yatacaksın ‘der.
Hüsrev Altın başak mahcup ve şaşkındır.”Hayır olmaz” der .
“Olur, çünkü sen geldiğinde üç gün biz seni yerde soğuk betonda yatırdık hatırını bile sormadık şimdi bizde ceza olarak üç gün ceza olarak yerde yatıcaz, sen bu yatakların üstünde yatacaksın” der.
Hüsrev Altınbaşak,”kardeşim, siz onu bilmeden yaptınız. Ben bile bile buna razı olamam. Vicdanım beni uyutmaz iyisi mi siz bana yatacak bir yatak verin yeter “der.
Artık koğuşta namazlar, arasındaki uzun tesbihatlarıyla kılınır.Bir gün koğuş ağası Hüsrev Altınbaşakın tahliyesine yaklaştığı sırada önünde el pençe divan durarak ,”Hocam eğer ben buradan sağ sağlam çıkarsam, sen dünyanın neresinde olursan ol, vallahi ilk işim seni ziyarete gelmek olucak”der.
Hüsrev Altınbaşak’ın mahkumlar üzerindeki bu tesirini gören hapishane yönetimi, kendisini bu koğuştan alıp altıncı koğuşa Mehmed Feyzi, Re’fet, Halıcı Sabri, Halil ve Ceylan Çalışkanın yanlarına nakleder. Mustafa Osman önce ikinci koğuşta iken, sonra oda Tahiri Mutlu ağabeyin bulunduğu dördüncü koğuşa yerleştirilir.
Çok geçmeden Hüsrev Altınbaşak tahliye olur. Mahkumlar onu gözyaşları ile Uğurlar. Aradan iki yıl geçer, 1950’de demokrat parti iktidara gelince genel af ilan edilir. Herkes hapisten tahliye olup sevinçle ailesinin yanına giderken, koğuş ağası verdiği sözü uyarak yaya olarak Isparta’nın yolunu tutar. Hüsrev Altınbaşak’ı evinde bulup ziyaret eder. Hasret ve hürmetle ellerine kapanır.
Hüsrev Altınbaşak ‘’Neden önce ailenin yanına gitmedin ?’’ diye sorduğunda gözyaşları içinde, ‘’Ailem değil mi sen şöylesin, sen böylesin diye beni tahrik edip bu belalara sürükleyen? Sen ise benim ebedi hayatımı kurtardın.Amerikada’da olsan yine önce seni ziyarete gelirim’’ der.
**************
Hasan Basri Çantay, Bediüzzaman ile mecliste neler yaşadı ?
Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin talebesi Mehmet Fırıncı Ağabey, Cumhuriyet döneminin önde gelen âlimlerinden Hasan Basri Çantay’ın Bediüzzaman Said Nursi ile ilgili bir pişmanlığını anlattı.
Birinci dönem milletvekillerinden olan Hasan Basri Çantay’ı 1960 yılının Nisan ayında hastanede tedavi görmekte olduğu bir sırada Bekir Berk, Mehmet Emin Birinci ve Hakkı Yavuztürk ile ziyaret ettiklerini belirten Fırıncı ağabey, ziyarette yaşanan diyalogları şöyle anlattı:
“Hasan Basri Hoca Bekir abiyi görünce hüngür hüngür ağlamaya başladı. Ağlama sesini duyan doktor ve hemşireler geldi. “Ne oldu hastaya?” dediler. Bekir abi de “Bediüzzaman yeni vefat etmişti; biz de onun talebeleriyiz. Bizi görünce duygusallaştı” dedi.
Sonra sakinleşti ve bize “Bekir bey, Bediüzzaman Meclis’te M. Kemal’le mücadele ederken ben arkasından tuttum. ‘Hoca bizi bu adama mahvettirmeyesin, ne olur bu konuşmanı biraz tatil et, ertele.’ dedim. Halbuki, biz dört-beş kişi Hocadan (Said Nursi) tarafta olsaydık (M. Kemal) o icraatları yapamayacaktı. Ama biz taraftar olmadık, Hocayı sakinleştirme tarafını seçtik, büyük bir yanlışlık yaptık. Ben onun için bu kadar üzülüyorum’ dedi.
MEHMET ÖZÇELİK