HZ.İSA’NIN NÜZULÜ

HZ.İSA’NIN NÜZULÜ

Türkiyede Diyanet ve İlahiyat Temsil yetersizliği içerisindedir.Diyanet bu dini temsil için öne sürülmüşse de yetersizliği,ağırlığını ve varlığını hissettirmede kafi gelmemektedir.Bu bir de ona verilen hareket alanının o dar alanla sınırlı olmasından da kaynaklanmaktadır.

Türkiyede ehil olmayan bir çok insan din hakkında konuşur gündemi işgal ederek kendi yıkıcı hareketini hissettirirken Diyanet ve İlahiyat bu noktalarda ya yetersiz ya da sessiz kalmaktadır.

Televizyonda (Kanal.7.3-1-2004)Hz.İsa’nın nüzulü ile ilgili bir tartışmada savunan taraf yetersiz kalırken,reddeden taraf indi,şahsi,kendi mantık ve düşüncesini her şeyin üstünde üstün tutarak inkara başladı.

Bu konuda daha öncede yazmıştık

İnsanlarla tartışmadan onu tartmak,onu tartmadan da tanımak mümkün olmamaktadır.Hz.İsa’nın nüzulünü reddedenlerden Prof.Y.Vehbi Yavuz medresede de okumuş bir kimse olduğunu söylediği halde meselelere hep kendi mantığını ölçü alaraktan yaklaşmakta idi.

V.Yavuz;kesinlikle Hz.İsa’nın gelmiyeceğini,bunun bir hristiyanlık inancı olduğunu söylemekte idi.İtirafının sebebini ise,bunun Kur’an-da geçmediğini ve kendisinin görmediği olarak dile getiriyordu.Bunu 1400 yıllık bir yanılgı olarak değerlendiriyordu.Bir sebebini de Bu rivayetlerin Ebu Hureyreden gelmiş olmasına,bununda zabta zayıf bir kişi olduğuna bağlıyordu.Mantığını sürdürerek bunun aynı zamanda misyonerlere bir prim olarak verildiğini de öne sürer.Bilimsellikle bir aykırılık arzettiğini söyler.

Prof.Süleyman Uludağ ise,sadece aklına yatmadığından kabul etmez.Sebeb olarak da,diğer peygamberlerin gelmiyecekleri nasıl bir gerçek ise,oda gelmeyecektir,der.Kesinlikle reddederler.Bu konuda hadislerin olmadığını iddia ederler.Ve de peygamberimizden sonra bir peygamberin gelmeyeceğine bağlar.Bunun folklorik bir halk inancından ibaret olduğunu savunur.

Bazı deli saçması gibi ilahiyatçı olanlar ise zaten onların irabdan bile mahalli yoktur.Niteki Kur’an da kesin hüküm olan ve sünnet ve icma ile sabit olan bir hususta;

Muğla Üniversitesi’nin İlahiyatçı Rektörü Prof. Dr. Ethem Ruhi Fığlalı, akademik yılın açılış töreninde yaptığı konuşmada, ”Bir metrelik bez parçasını dinin sembolü haline sokmak İslam’a ihanettir” dedi.

Öğrencileri uyaran Fığlalı, ”Ülkemizi, laik-antilaik, Sünni-Alevi, Türk-Kürt gibi kutuplaşmalara yöneltmek isteyenlerin tuzağına düşmeyin. Laiklik, samimi dindarlığın teminatıdır” diye konuştu.”[1]

Ünlü ilahiyatçı Muğla Üniversitesi Rektörü Prof.Dr.Ethem Ruhi Fığlalı, Kuran’a göre örtünmenin “Inanç esasları içinde mütalaa edilecek bir emir olmadığını” bildirdi. Rektör Fığlalı, örtünmenin “inanç esası” olmadığınının altını sık sık çizerek, şunları söyledi:

“Örtünme Kuran’da emir olarak vardır. Ancak, inanç esasları içinde mütalaa edilebilecek bir emir, namaz, oruç, Allah’a ve Peygamber’e inanma gibi inanç esası, farz değildir. Örtünme ikinci derecede fer’i bir hükümdür.

Devlet, bu konuda yetkisini kullanarak kural getirebilir.

Caizde devletin tasarruf yetkisi, Islam Hukuku’na göre de vardır. Benzer birtakım hükümlerle ilgili uygulamalar, ilk halifeler döneminde çok açık biçimde de uygulanmıştır.

Yine, başörtüsü birinci dereceden inanç esası olmadığı için, devletin getirdiği kurallar, Islam’a aykırı, dine karşı sayılmamalıdır.

Ama, dinin siyasallaştırılması anlamına gelebilecek ve bir ayırım doğurabilecek “simgeleşmiş davranışlara” da müdahale hakkı, yine dinin gereklerinden biridir.

Buna göre, hiçbir gerekçe ve savunma, devletin kurallarına aykırı bir tutum içine girmeyi haklı kılmaz. Örtünme, farz olarak inanç esası içinde yer almadığındandır ki, devletin bu konuda, devletin işleyişini ve toplum düzenini sağlamak için koyduğu kurallara uymak, Mülümanlığın gereklerinden biri olarak görülmelidir.”[2]

Prof. Dr. Zekeriya Beyaz: “Bağırıyorum, Kuran kadına vücudunuzu örtün demiyor “

Prof. Dr. Zekeriya Beyaz’ın, Haziran ayında yayınlanan ‘İslam ve giyim kuşam’ adlı kitabındaki çizimler büyük gürültü kopardı. Göğüsleri açık, mini etekli, iki ‘müslüman kadın cariye’ çiziminin altında ‘Müslüman cariye hanım, toplum içinde bu kıyafetle gezer ve namazını bu halde kılabilir’ yazısı tepkilere neden oldu. Prof. Beyaz bu konuda şöyle dedi:

” Hanefi, Şafii ve Hanbeli mezheplerine mensup müslüman cariyeler, diz ile göbek arasını örterlerdi. Bu kıyafetlerle namaz kılar, çarşıda pazarda dolaşırlardı. Maliki mezhebine göre ise sadece ön ve arka edep yerleri örter, yani bir mayo giyerek namaz kılar, dolaşırlardı. Eğer Kuran’da kadınların baş, kol ve şura buraları şöyle örtünmeli, böyle örtünmeli diye bir hüküm olsaydı, bu tip mezhepler böyle hüküm verir miydi?

Bugün normal müslüman hanım böyle namaz kılamaz. Kadınların namaz kıyafetlerinde aynı zamanda ritüellik vardır. Bugünkü hanımlar da zaten cariye değildir. Bu kıyafetle namaz kılmayı tavsiye etmem söz konusu değil

İslamiyetin ilk dönemlerinde savaş esirleri cariye kabul edilirdi. Bunlar müslüman oldukları halde o vasıfları devam ederdi. Kuran’da kadınların saçı başı örtülecek diye kesin ayet varsa, mezhep imamları, müslüman olan bu cariyelere neden o ayetleri uygulamadılar. Hür hanımların başının baskı altına alınmasının sebebi ise çok evlilik ve cariyelerle nikahsız yaşamadır. Evin beyi cariyelerle nikahsız yaşarken, hanımının, başkasına giderek kendisinden cinsel intikam alacağı korkusu ile başını örttürerek cinsel intikam almaktadır. Burada ısrarla altını çizdiğimiz şey, örfe bağlılık, halkın kabulüne bağlı olmanın esas olduğudur. Arap örf ve adeti öyleydi.

Müslüman bayanlar evlerde tuvalet olmadığı için bu ihtiyaçlarını şehrin dışında hurmalıkta geceleyin giderirlerdi. Cinsel tacize uğrarlardı. Hz. Peygamberimiz bu cinsel tacizi yapan saldırganları buldu. Onlar da, ”Biz bunları cariye sanıyorduk” dedi. Onun üzerine, Ahzab Suresi’nin 59’nci ayeti geldi. Ayette; ”Müslüman hanımlar def-i hacet için dışarı çıkınca bir çarşaf yani cilbas gibi baştan aşağı örtsünler ki, tanınsınlar. Cariye olmadığı anlaşılsın. Tacize uğramasınlar” deniyor. Şimdi, ne cariye, ne de böyle taciz var. Kimsenin örtünmeye ihtiyacı yok.

Kuran’da böyle örtüneceğine dair açık, kesin bir ayet yoktur. Bağırıyorum. Bunun yokluğunun en açık belgesi cariyelerin kıyafetidir. Ben bunu 35 sene önce öğrendim. Oysa, vaazlarda, ‘ bir kadının saçının bir teli gözükürse 1000 sene cehennemde yanar’ deniliyordu. Bunu görünce anama çok acıdım. 60 yaşındaydı, cehennemde yanacaktı. Ancak, islam hukuku kitaplarını okuyunca böyle olmadığını gördüm. İsyan ettim. Bu kitaplarda tarif edilen cariye kıyafetini günü gelecek, islam kitaplarında yayınlayacağım dedim.”

**

Ayette:”(Kalblerinin mühürlenmesinin diğer bir sebebi de İsa’yı) inkâr etmeleri ve Meryem’e büyük bir iftirada bulunmalarıdır.

Bir de “Biz Allah’ın peygamberi Meryem oğlu İsa Mesih’i öldürdük” demeleridir. Oysa onu ne öldürdüler, ne de astılar. Fakat öldürdükleri kimse, onlara İsa gibi gösterildi. Onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, ondan yana tam bir kuşku içindedirler. O hususta bir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Onu kesinlikle öldürmediler.

Doğrusu Allah, O’nu kendine doğru yükseltti. Allah güçlüdür, hikmet sahibidir.

Kitap ehlinden hiçbir kimse yoktur ki, ölmeden önce ona (İsa’ya) iman etmiş olmasın. Kıyamet gününde o, onlara şahitlik edecektir.”[3]

“Gerçekten o, (İsâ’nın yere inişi) kıyâmetin yaklaştığını gösteren bir bilgidir. Sakın kıyâmet hakkında şüpheye düşmeyip, bana uyun, bu doğru yoldur.”[4]

Daha öncede bu konu hakkında yazmıştık.

Özetle;Hz.İsa peygamber olarak değil,veli olarak gelecektir.İslamiyetten sonra büyük bir yekun teşkil eden hristiyanlığın islamiyete girmesine vesile olacaktır.Herkes onun İsa olduğunu bilmesi gerekmez.İnsanlar iman sırrıyla,bu da sınırlı sayıda olacaktır.Kendi zamanında bile 12 havari kendisine iman etmişti.

Hz.İsa duasında,ahirzamanda gelecek olan zatın ümmeti olmayı Allahdan dilemiştir.Hz.Alimler gelince Hanefi mezgebi ile amel edeceklerini bildirmektedir.Ayrı bir şeriatla gelmeyecek.İslamın esaslarıyla amel edecektir.

Hayatın dereceleri vardır.Hızır hayatı,İlyas peygamberin hayatı,Şehidlerin hayatı,Melek ve yaşayan cinlerin hayatı aynen bunlar gibi de Hz.İsa bizzat hayattadır.Hatta yukarıdaki ayette ona öldü veya öldürüldü diyenler lanetlenmektedirler.

Kıyametin on büyük yüzlerce küçük alametleri sıralanırken Hz.İsanın nüzulü de ön sıraları almaktadır.

Hz.İsa’nın inişini mücerred olarak değil,Mehdi ve Deccalın gelişiyle birlikte ele almak gerekir.Onları rahatlıkla inkar edemiyen bunu da inkar edemez.Bediüzzaman bunu 5.Şua gibi eserlerinin muhtelif yerlerinde zikretmiştir.

Aklı ön plana çıkaranların akıllarının da elbetteki akıl olması gerekir.

Her dinde bir kurtarıcının olduğu bir gerçektir.Hristiyanlıkta Mesih,Alevilikte Gaib imam.

Hz.İsanın inişi hem ayet hem de hadislerle sabittir.Nitekim Mütevatir hadis ayet gibi kesinlik ifade eder,meşhur hadis ayetle teyid edilmişse oda kesinlik ifade eder,Ahad hadis ise zan ifade eder.

Kabul etmeyenler hadisin içerisinde Ebu Hureyrenin de bulunmasıdır.Ebu Hureyre kendisi hakkında söylenenlere cevaben;

-295-İbni Amr b.el-As radıyallahu anhdan: (Allah rasulu sallallahu aleyhi ve selem buyurdu:

“Benden bir ayet dahi olsun (başkasına)ulaştırın!İsrailoğulları hakkında(anlatılan hadiseleri) de anlatın,bunda bir sakınca yoktur.Kim bana karşı –demediğimi dedi diye- iftirada bulunup yalan söylerse,ateşteki yerini hazırlasın.”

-296-Ebu hureyre radıyallahu anhdan:

Sizler diyorsunuzki:Ebu hureyre çok hadis rivayet ediyor;neden muhacirler ve ensar onun gibi(çok) hadis rivayet etmiyorlar?Muhacir kardeşlerimi çarşı pazardaki alışverişleri meşgul ediyordu;ben ise boğaz tokluğuna Allah resulü sallallahu aleyhi ve selemin yanından hiç ayrılmıyordum.Onların olmadığı yerde ben bulunuyor,unuttuklarında ben ezberliyordum.Ensar kardeşlerimi de malları ile meşguliyet alıkoyuyordu.Ben suffe ashabından miskin biriydim.

Allah rasulü sallallahu aleyhi ve selem,söylediği sözlerden birinde şöyle buyurmuştur.” Kim ben konuşurken elbisesini serip de konuşmamı bitirdiğinde katlarsa mutlaka söylediklerimi ezberler.”İşte ben bu hadisi göz önünde bulundurup,O konuşurken üzerimdeki elbiseyi serdim,bitirince elbisemi göğsüme katladım.O günden sonra söylediklerini bir daha unutmamasıya kavradım.”

-297-Rivayetlerden birinde Ebu Hureyre şöyle anlatmaktadır:”insanlar diyorlar ki:Ebu Hureyre amma da çok hadis rivayet ediyor”.Allah şahid ki ben Allah rasulü sallallahu aleyhi ve selleme yalan bir söz isnad ederek sizi şaşırtmam.Eğer şu ayet olmasaydı size hiçbir hadis rivayet etmezdim”Gerçekten indirdiğimiz belgeleri ve doğru yolu kitapta insanlara açıkladıktan sonra gizleyen kimseler var ya,onlara hem Allah lanet eder,hem lanetçiler lanet eder.Ancak tevbe edenler,ıslah olanlar ve gerçeği ortaya koyanlar müstesna;işte onların tevbesini kabul ederim.Ben tevbeleri daima kabul eden ve merhamet edenim.”[5]

-298-Bir başka rivayetinde:”İnsanlar derler ki”Ebu Hureyre çok hadis rivayet ediyor”Derken bir adama rastladım ve sordum:”Dün gece yatsı namazında Allah rasulü sallallahu aleyhi ve selem ne okudu?”,”Bilmiyorum”deyince,”Demek ki orada yoktun”dedim.Israrla şöyle dedi:”Hayır vardım”Ben de dedim ki.”Ben vardım,falan falan sureleri okudu.”

-299-Ebu Hureyre radıyallahu anhdan:

“Allah rasulü sallallahu aleyhi ve selemden iki kap (dolusu ilim) öğrenip ezberledim;bir tanesini size yaydım.Diğerini söylersem bu boğazım kesilir.”

Buradaki inkar ihatasızlıktadır.Hepsi de birbiriyle bağlantılı olduğundan birisini inkar eden diğerlerini de inkar etmek mecburiyetinde kalmaktadır.

Oysa ihtilaftaki rahmet çeşitliliktedir.İhtilafı yapmak ve körüklemekte değildir.

Bizde kendisine makam verilen insanlar ellerinden bir çok şey alınmadıkça verilmemektedir.

-128-El-Mikdam b.Ma’di Kerb radıyallahu anhdan:

(Allah rasulu sallallahu aleyhi ve selem buyurdu:

“Yakındır;sedirine (koltuğuna)yaslanıp oturan bir adama benim hadisim ulaşacak ve o,şöyle diyecek:”Aramızda Allah’ın kitabı vardır.Onun içinde helal olarak bulduğumuzu helal sayar,haram olarak gördüğümüzü de haram sayarız.Oysa(zavallı bilmiyor ki) Allah rasulü sallallahu aleyhi ve selemin haram kıldığı şey de,Allah’ın haram kıldığı şey gibidir.”

Bu hadisin manası zamanımızda tahakkuk etmektedir.

DİB Ali Bardakoğlu şöyle söylemiş:
“30 yıllık fıkıh bilgilerime ve kişisel kanaatime göre, kurban kesmek sünnettir. Sadece İmam-ı Azam Ebu Hanife vacib olduğunu söylüyor.”Yetmez mi?Seninkinden daha racih bir görüş değil mi?

İlk başkanlığa geldiğinde şaşırmış ve de tereddütle bakmıştım.Çünki sınıftaki tavrını Türkiyeye yansıtabilirdi.

Ali Bardakoğlu mutlak manada içtihad kapısının açık olduğunu ifade eder.Bu da her konuda ehliyetli ehliyetsiz insanların türemesine neden olur.Kişinin indi görüşü zamanla ayet ve hadisin,İslam bilginlerinin önüne geçerek hiç birisini tanımama durumuna varır.

Nitekim başkanın kendi 30 yıllık bilgisini koca bir Hanefi mezhebinin önüne geçirmesi,İmam-ı Azamdan öteye geçirmesi,Türkiyenin de yüze doksanının bin yıllık süre içerisinde Hanefi mezhebine mensub olma gerçeğini göz ardı etmesi bir tezattır.İçtihadların devamının bitmeyeceğini söyleyebilirim.

Son sınıf öğrenciler olan bizlere Ali Bardakoğlu Ankara İlahiyattan Hüseyin Atay’ı davet ettiğinde hiç soru sormama,karşılık vermeme şartını koşmuştu.Başta Hadis alimi olan İmam-ı Neveviye hakaret eden Atay,geçmiş alimleri yapmış oldukları islami araştırmadan dolayı veryansın etti.Çünki bizlere araştıracak bir şey bırakmamışlardı.Söz istememe rağmen müsaade edilmedi.Çünki diyecektim;sizde bizim önümüzü tıkayanlardan olmakla hakareti hak mı etmiş oluyorsunuz?

Türkiyede dinin Diyanet ve İlahiyatça sağlıklı ve yeterli olarak temsil edilmediği bir gerçek.

Mehmet ÖZÇELİK

27-01-2004

[1] Hürriyet, 23.09.2000

[2] Hürriyet, 10.12.2000.

[3] Nisa.156-159.

[4] Zuhruf.61.

[5] Bakara.2/159-160.

Loading

No ResponsesOcak 2nd, 2015