ENE VE ZERRE: KÂİNATIN TILSIMLI İKİ ANAHTARI
ENE VE ZERRE: KÂİNATIN TILSIMLI İKİ ANAHTARI
Cenab-ı Hak, kâinat hazinesini iki mühim anahtarla insana açtırmıştır. Biri, insanın kendi nefsinde (dahilî) bulunan “Ene” (Benlik); diğeri ise kâinatın maddesinde (haricî) cevelan eden “Zerre” (Atom) hakikatidir. İnsan “Ene” ile kendini ve Rabbini tanır; “Zerre” ile de kâinatın faaliyetini ve yaratılışın hikmetini okur.
1. Ene: Hazine-i İlahiye’nin Anahtarı
“Ene” yani “Benlik” duygusu, insana verilmiş bir emanettir. Ancak bu emanet, insanın kendine malik olması için değil, Allah’ın sıfatlarını tanıması için verilmiş bir “vahid-i kıyasi”dir (kıyas birimi/ölçücük).
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, Otuzuncu Söz’ün girişinde “Ene”nin yaratılış gayesini şu harika misalle açıklar:
> “Ene, künuz-u mahfiye-i İlahiyenin (Allah’ın gizli hazinelerinin) anahtarı olduğu gibi, kâinat tılsım-ı muğlakının dahi anahtarı olarak bir muamma-i müşkilküşadır.” (Sözler, Otuzuncu Söz.)
>
İnsan; kendi cüz’i (sınırlı) ilmiyle, kudretiyle ve mülkiyetiyle; Allah’ın külli (sınırsız) ilmini, kudretini ve malikiyetini anlar. Der ki: “Ben şu evi yaptım, Allah ise kâinatı yaptı. Ben şu kadar biliyorum, O ise her şeyi biliyor.” Eğer “Ene” olmazsa, insan mutlak ve sınırsız olan İlahi sıfatları kavrayamazdı. Çünkü “mutlak, avlanmaz”; ancak bir sınır çizilirse anlaşılır. Ene, işte o vehmî sınırı çizen bir çizgidir.
2. İki Yol: Nübüvvet ve Felsefe (Hikmet ve Yanlış Düşünce)
“Ene”nin mahiyeti doğru anlaşılmazsa, insan enaniyet bataklığına düşer. Üstad Hazretleri, insanlık tarihini iki büyük akım üzerinden tahlil eder:
* Nübüvvet (Peygamberlik) Yolu: Bu yolda “Ene”, bir ayna ve bir hizmetkârdır. Kendinde bir varlık görmez, “Ben Hakk’ın kuluyum ve O’nun sıfatlarını yansıtan bir aynayım” der. Bu bakış açısı, insanı “A’lâ-yı İlliyyîn”e (En yüksek mertebeye) çıkarır.
* Felsefe (Maddeci Düşünce) Yolu: Bu yolda “Ene”, kendini unutur ve kendini asıl zanneder. “Ben varım, bu mülk benim” diyerek Firavunlaşır. Bu bakış, insanı “Esfel-i Safilîn”e (Aşağıların aşağısına) düşürür. Risale-i Nur, dinsiz felsefenin bu enaniyetten beslendiğini ve insanlığı felakete sürüklediğini isbat eder.
3. Zerre: Kudret Kaleminin Ucu
Risalenin ikinci kısmı olan “Zerre” bahsinde ise, maddenin en küçük yapı taşı olan atomların o baş döndürücü hareketleri incelenir. Materyalistler bu hareketleri “tesadüf” ve “kaos” olarak görürken; Kur’an nûruyla bakan Bediüzzaman, her bir zerrenin bir “memur” gibi hareket ettiğini söyler.
Zerrelerin hareketi (Tahavvülât-ı Zerrat), manasız bir titreşim değil, Kâinat Kitabı’nın yazılması ve tazelenmesidir.
Metinde geçen şu tasvir, zerrenin hareketindeki hikmeti özetler:
> “Evet, geçmiş üç nokta sırrıyla; herbir zerre, mebde’-i hareketinde lisan-ı hal ile
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
der. Yani: “Ben, Allah’ın namıyla, hesabıyla, ismiyle, izniyle, kuvvetiyle hareket ediyorum.” Sonra netice-i hareketinde, herbir masnu’ gibi herbir zerre, herbir taifesi, lisan-ı hal ile
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
der ki, bir kaside-i medhiye hükmünde olan san’atlı bir mahlukun nakşında, kudretin küçük bir kalem ucu hükmünde kendini gösterir.” Sözler.
>
Zerreler, İlahi isimlerin nakışlarını dokuyan birer “kudret kalemi ucu”dur. Bir zerre, girdiği bedende rızık olur, göze girer nur olur, beyne girer fikir olur. Bu intizamlı seyahat, başıboşluğun imkânsızlığını haykırır.
Netice: Eneden Hüve’ye Geçiş
Bu risalenin en büyük dersi; insanın “Ene”sini (Benliğini) yırtıp, her şeyde “Hüve”yi (O’nu, Allah’ı) görmesidir.
* İnsan “Ben yaptım” davasından vazgeçip, “O (Hüve) yarattı” demelidir.
* Zerrelerin tesadüfen değil, O’nun (Hüve) emriyle hareket ettiğini bilmelidir.
Otuzuncu Söz, “Ene”nin tılsımını “kulluk” ile, “Zerre”nin tılsımını “memuriyet” ile çözer.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
14/11/2025
![]()

