RİSALE-İ NUR’DA HÜKÜM İFADE EDEN CÜMLELER
RİSALE-İ NUR’DA HÜKÜM İFADE EDEN CÜMLELER
Risale-i Nurların her bir cümlesi başlı başına bir hüküm ifade eder. Ancak biz o sayısız harika hükümler içerisinde belirli olanları seçmeye çalıştık.
Hükümlerin de en muhkemlerini almayı arzu ettik.
Şu eserlerden seçtik;
1-Lemalar
2-Sözler
3-Mektubat
4-Mesnevi-i Nuriye
5-Emirdağ Lahikası
6-İşarat-ül İ’caz
7-Muhakemat
*LEM’ALAR
Sh-6-esbabın tesiri yok.
9-“Eyyûb’u da hatırla ki, Rabbine şöyle niyaz etmişti: ‘Bana gerçekten zarar dokundu. Sen ise merhametlilerin en merhametlisisin.'” Enbiyâ Sûresi, 21:83.
SABIR KAHRAMANI Hazret-i Eyyûb aleyhisselâmın şu münâcâtı, hem mücerreb, hem tesirlidir.
10-işlediğimiz herbir günah, kafamıza giren herbir şüphe, kalb ve ruhumuza yaralar açar.
Herbir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O günah, istiğfarla çabuk imha edilmezse, kurt değil, belki küçük bir mânevî yılan olarak kalbi ısırıyor.
11-Hayat musibetlerle, hastalıklarla tasaffi eder, kemal bulur, kuvvet bulur, terakki eder, netice verir, tekemmül eder, vazife-i hayatiyeyi yapar. Yeknesak istirahat döşeğindeki hayat, hayr-ı mahz olan vücuttan ziyade, şerr-i mahz olan ademe yakındır ve ona gider.
Şu dâr-ı dünya, meydan-ı imtihandır ve dâr-ı hizmettir. Lezzet ve ücret ve mükâfat yeri değildir.
14-Asıl musibet ve muzır musibet, dine gelen musibettir.
23-Mesele-i İmamet bir mesele-i fer’iye olduğu…
30-Herşeyin ifrat ve tefriti iyi değildir. İstikamet ise, hadd-i vasattır ki, Ehl-i Sünnet ve Cemaat onu ihtiyar etmiş.
59-âyet-i kerime der ki: Eğer Allah’a muhabbetiniz varsa, Habibullaha ittibâ edilecek. İttibâ edilmezse, netice veriyor ki, Allah’a muhabbetiniz yoktur. Muhabbetullah varsa, netice verir ki, Habibullahın Sünnet-i Seniyyesine ittibâı intaç eder.
60-Onun Sünnet-i Seniyyesini terk eden, edebi terk eder.
64-kalb-i insan, kâinatı içine alabilir ve o kadar muhabbet taşıyabilir.
66-Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın Sünnet-i Seniyyesinin menbaı üçtür: akvâli, ef’âli, ahvâlidir. Bu üç kısım dahi üç kısımdır: ferâiz, nevâfil, âdât-ı hasenesidir.
74-Fennen ve hikmeten sabittir ki, bu haddi yok feza-yı âlem, nihayetsiz bir boşluk değil, belki “esir” dedikleri madde ile doludur.
94-seyyiâtta sebep nefistir, mücâzâta bizzat müstehaktır. Hasenatta ise sebep Haktandır, illet de Haktandır. Yalnız, insan iman ile tesahup eder. “Mükâfâtını isterim” diyemez, “Fazlını beklerim” diyebilir.
216-Kur’ân’ın, terk-i ibadet hakkında şiddetli tehdidâtı ve dehşetli cezaları…
223-Tesettür, kadınlar için fıtrîdir ve fıtratları iktiza ediyor.
313- Katl ve küfür, tahrip ve tecavüz olduğu için, gayre tesirat yapar. Bir dakikada katl, lâakal, zâhirî âdete göre, on beş sene maktulün hayatını selb eder, onun yerine hapse girer. Bir dakika küfür, bin bir esmâ-i İlâhîyi inkâr ve nukuşlarını tezyif ve kâinatın hukukuna tecavüz ve kemâlâtını inkâr ve hadsiz delâil-i vahdâniyeti tekzip ve şehadetlerini reddetmek olduğundan, kâfiri, bin seneden ziyade esfel-i sâfilîne atar, خَالِدِينَ (“Ebedî kalıcılar…” Nisâ Sûresi, 4:169.) de hapseder.
416- Hayvanların ruhları bâki kalacağını ve hüdhüd-ü Süleymanî (a.s.) ve Neml’i ve Nâka-i Salih (a.s.) ve kelb-i Ashâb-ı Kehf gibi bazı efrad-ı mahsusa hem ruhu, hem cesediyle bâki âleme gideceği ve herbir nev’in, arasıra istimâl için bir tek cesedi bulunacağı, rivâyet-i sahihadan anlaşılmakla beraber; hikmet ve hakikat, hem rahmet ve rubûbiyet öyle iktiza ederler.
*******************************
SÖZLER:
5-BİSMİLLÂH her hayrın başıdır.
6-Bütün mevcudat lisan-ı hâl ile “Bismillâh” der.
14-İnsan, ism-i Rahmân’ı tamamıyla gösterir bir surettedir.
18-iman bir mânevî tûbâ-i Cennet çekirdeğini taşıyor. Küfür ise mânevî bir zakkum-u Cehennem tohumunu saklıyor.
Demek selâmet ve emniyet yalnız İslâmiyette ve imandadır.
20-Evet, her hakikî hasenât gibi, cesaretin dahi menbaı imandır, ubûdiyettir. Her seyyiât gibi cebânetin dahi menbaı dalâlettir.
21-âhiret gibi dünya saadeti dahi ibadette ve Allah’a asker olmaktadır.
23-namaz kılanın diğer mübah, dünyevî amelleri, güzel bir niyetle ibadet hükmünü alır. Bu surette bütün sermaye-i ömrünü âhirete mal edebilir; fani ömrünü bir cihette ibkà eder.
145-Felsefenin halis bir tilmizi, bir firavundur. Fakat menfaati için en hasis şeye ibadet eden bir firavun-u zelildir. Her menfaatli şeyi kendine rab tanır. Hem o dinsiz şâkirt, mütemerrid ve muanniddir. Fakat bir lezzet için nihayet zilleti kabul eden miskin bir mütemerriddir. Şeytan gibi şahısların, bir menfaat-i hasise için ayağını öpmekle zillet gösterir denî bir muanniddir. Hem o dinsiz şakirt, cebbar bir mağrurdur. Fakat kalbinde nokta-i istinat bulmadığı için, zatında gayet acz ile âciz bir cebbâr-ı hodfuruştur. Hem o şakirt, menfaatperest hod-endiştir ki, gaye-i himmeti, nefis ve batnın ve fercin hevesatını tatmin ve menfaat-i şahsiyesini bazı menfaat-i kavmiye içinde arayan dessas bir hodgâmdır.
Amma hikmet-i Kur’ân’ın halis tilmizi ise, bir abddir. Fakat âzam-ı mahlûkata da ibadete tenezzül etmez. Hem Cennet gibi âzam-ı menfaat olan bir şeyi gaye-i ibadet kabul etmez bir abd-i azizdir. Hem hakiki tilmizi mütevazidir, selim, halimdir. Fakat Fâtırının gayrına, daire-i izni haricinde ihtiyarıyla tezellüle tenezzül etmez. Hem fakir ve zayıftır, fakr ve zaafını bilir. Fakat onun Mâlik-i Kerîmi ona iddihar ettiği uhrevî servetle müstağnîdir ve Seyyidinin nihayetsiz kudretine istinad ettiği için kavîdir. Hem yalnız livechillâh, rıza-i İlâhî için, fazilet için amel eder, çalışır.
155-Kabir var; hiç kimse inkâr edemez. Herkes, ister istemez oraya girecek.
158-Sizdeki gençlik kat’iyen gidecek. Eğer siz daire-i meşruada kalmazsanız, o gençlik zayi olup, başınıza hem dünyada, hem kabirde, hem âhirette, kendi lezzetinden çok ziyade belâlar ve elemler getirecek. Eğer terbiye-i İslâmiye ile o gençlik nimetine karşı bir şükür olarak iffet ve namusluluk ve taatte sarf etseniz, o gençlik mânen bâki kalacak ve ebedî bir gençlik kazanmasına sebep olacak.
160-Elhasıl: Gençlik gidecek. Sefahette gitmişse, hem dünyada, hem âhirette binler belâ ve elemler netice verdiğini ve öyle gençler ekseriyetle suiistimal ile, israfat ile gelen evhamlı hastalıkla hastahanelere ve taşkınlıklarıyla hapishanelere veya sefalethanelere ve mânevî elemlerden gelen sıkıntılarla meyhanelere düşeceklerini anlamak isterseniz, hastahanelerden ve hapishanelerden ve kabristanlardan sorunuz.
162-Evet, bir genç, hapiste yirmi dört saat her günkü ömründen tek bir saatini beş farz namazına sarf etse ve, ekser günahlardan hapis mâni olduğu gibi, o musibete sebebiyet veren hatadan dahi tevbe edip sair zararlı, elemli günahlardan çekilse, hem hayatına, hem istikbaline, hem vatanına, hem milletine, hem akrabasına büyük bir faidesi olması gibi, o on, on beş senelik fâni gençlikle ebedî parlak bir gençliği kazanacağını, başta Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan, bütün kütüb ve suhuf-u semaviye kat’î haber verip müjde ediyorlar.
190-Biçare Erzincan gibi yerlerde daha ziyade sarsmasının iki vechi var:
Biri: Hataları az olmak cihetiyle, temizlemek için tâcil edildi.
İkincisi: O gibi yerlerde kuvvetli ve hakikatli iman muhafızları ve İslâmiyet hâmileri az veya tam mağlûp olmak fırsatıyla, ehl-i zındıkanın orada tesirli bir merkez-i faaliyet tesisleri cihetiyle, en evvel oraları tokatladı ihtimali var. Lâ ya’lemu’l-ğaybe illâllah.
299-Tahayyül-ü küfür, küfür olmadığı gibi; tahayyül-ü şetm dahi şetm değildir. Zira, mantıkça, tahayyül, hüküm değildir. Şetm ise hükümdür.
503-Kesb-i şer, şerdir; halk-ı şer, şer değildir.
504-küfür ve isyan ve seyyie, tahriptir, ademdir.
505-Kader, ilim nev’indendir. İlim, malûma tâbidir. Yani, nasıl olacak, öyle taallûk ediyor. Yoksa, malûm, ilme tâbi değil. Yani, ilim desâtiri, malûmu, haricî vücut noktasında idare etmek için esas değil. Çünkü, malûmun zâtı ve vücud-u haricîsi, iradeye bakar ve kudrete istinad eder.
506-kader, ilm-i ezelîden olduğu için; ilm-i ezelî, hadisin tabiriyle, manzar-ı âlâdan, ezelden ebede kadar herşey, olmuş ve olacak, birden tutar, ihata eder bir makam-ı âlâdadır. Biz ve muhakemâtımız onun haricinde olamaz ki, mazi mesafesinde bir âyine tarzında olsun.
Kader, sebeple müsebbebe bir taallûku var. Yani, “Şu müsebbep, şu sebeple vukua gelecek.” Öyle ise, denilmesin ki, “Madem filân adamın ölmesi, filân vakitte mukadderdir. Cüz-ü ihtiyariyle tüfek atan adamın ne kabahati var? Atmasaydı yine ölecekti.”
Sual: Niçin denilmesin?
Elcevap: Çünkü, kader onun ölmesini onun tüfeğiyle tayin etmiştir. Eğer onun tüfek atmamasını farz etsen, o vakit kaderin adem-i taallûkunu farz ediyorsun. O vakit ölmesini neyle hükmedeceksin? Ya, Cebrî gibi sebebe ayrı, müsebbebe ayrı birer kader tasavvur etsen; veyahut Mutezile gibi kaderi inkâr etsen, Ehl-i Sünnet ve Cemaati bırakıp fırka-i dâlleye girersin.
Öyle ise, biz ehl-i hak deriz ki: “Tüfek atmasaydı, ölmesi bizce meçhul.” Cebrî der: “Atmasaydı yine ölecekti.” Mutezile der: “Atmasaydı ölmeyecekti.”
Cüz-ü ihtiyarînin üssü’l-esası olan meyelân, Maturidîce bir emr-i itibarîdir, abde verilebilir. Fakat Eş’arî ona mevcut nazarıyla baktığı için, abde vermemiş. Fakat o meyelândaki tasarruf, Eş’ariyece bir emr-i itibarîdir. Öyle ise o meyelân, o tasarruf, bir emr-i nisbîdir. Muhakkak bir vücud-u haricîsi yoktur. Emr-i itibarî ise, illet-i tâmme istemez ki, illet-i tâmme vücudu için lüzum ve zaruret ve vücub ortaya girip ihtiyarı ref’ etsin. Belki o emr-i itibarînin illeti, bir rüçhâniyet derecesinde bir vaziyet alsa, o emr-i itibarî sübut bulabilir. Öyle ise, o anda onu terk edebilir. Kur’ân ona o anda diyebilir ki, “Şu şerdir, yapma.”
Evet, eğer abd, hâlık-ı ef’âli bulunsaydı ve icada iktidarı olsaydı, o vakit ihtiyarı ref olurdu.
526-ASIRLARA GÖRE şeriatler değişir. Belki bir asırda, kavimlere göre ayrı ayrı şeriatler, peygamberler gelebilir ve gelmiştir. Hâtemü’l-Enbiyadan sonra, şeriat-i kübrâsı her asırda her kavme kâfi geldiğinden, muhtelif şeriatlere ihtiyaç kalmamıştır. Fakat teferruatta, bir derece ayrı ayrı mezheplere ihtiyaç kalmıştır.
530-Enbiyadan sonra nev-i beşerin en efdali Sahâbe olduğu, Ehl-i Sünnet ve Cemaatin icmâı bir hüccet-i kàtıadır ki, o rivâyetlerin sahih kısmı fazilet-i cüz’iye hakkındadır.
Sohbet-i nebeviye öyle bir iksirdir ki, bir dakikada ona mazhar bir zat, senelerle seyr ü sülûka mukabil hakikatin envârına mazhar olur. Çünkü, sohbette insibağ ve in’ikâs vardır. Malûmdur ki, in’ikâs ve tebaiyetle, o nur-u âzam-ı nübüvvetle beraber en azîm bir mertebeye çıkabilir. Nasıl ki, bir sultanın hizmetkârı ve onun tebaiyetiyle öyle bir mevkie çıkar ki, bir şah çıkamaz.
546-iman, mânevî bir cennetin çekirdeğini taşıyor. Küfür dahi, mânevî bir cehennemin tohumunu saklıyor. Nasıl ki küfür, Cehennemin bir çekirdeğidir. Öyle de, Cehennem, onun bir meyvesidir.
Nasıl ki küfür, Cehenneme duhulüne sebeptir. Öyle de, Cehennemin vücuduna ve icadına dahi sebeptir.
581-Âlemin miftahı insanın elindedir ve nefsine takılmıştır. Kâinat kapıları zâhiren açık görünürken, hakikaten kapalıdır. Cenâb-ı Hak, emanet cihetiyle, insana “ene” namında öyle bir miftah vermiş ki, âlemin bütün kapılarını açar. Ve öyle tılsımlı bir enaniyet vermiş ki, Hallâk-ı Kâinatın künûz-u mahfiyesini onunla keşfeder. Fakat ene, kendisi de gayet muğlâk bir muammâ ve açılması müşkül bir tılsımdır. Eğer onun hakikî mahiyeti ve sırr-ı hilkati bilinse, kendisi açıldığı gibi kâinat dahi açılır.
702-İmam-ı Rabbânî Radıyallahü anh demiş ki: “Letâif-i Cennet, cilve-i esmânın temessülâtıdır.” Teemmel!
765-“Beşer esirliği parçaladığı gibi, ecirliği de parçalayacaktır”
Bir rüyada demiştim: “Devletler, milletlerin hafif muhârebesi, tabakāt-ı beşerin şedîd olan harbine terk-i mevki‘ ediyor.”Zîrâ beşer edvârda esirlik istemedi, kanıyla parçaladı. Şimdi ecir olmuştur, onun yükünü çeker. Onu da parçalıyor. Beşerin başı ihtiyâr, edvâr-ı hamsesi var. Vahşet ve bedeviyet, memlûkiyet, esâret şimdi dahi ecirdir, başlamıştır geçiyor.
807-Kâinatta en yüksek hakikat imandır, imandan sonra namazdır.
820-Kurtuluşun çare-i yegânesi, Kur’ân’a sarılmaktır.
822-Zaman İmanı Kurtarmak Zamanıdır.
***********************
*MEKTUBAT:
31-nâsihlerin nasihatleri şu zamanda tesirsiz kaldığının bir sebebi şudur ki: Ahlâksız insanlara derler, “Haset etme, hırs gösterme, adâvet etme, inat etme, dünyayı sevme.” Yani, “Fıtratını değiştir” gibi, zâhiren onlarca mâlâyutak bir teklifte bulunurlar. Eğer deseler ki, “Bunların yüzlerini hayırlı şeylere çeviriniz, mecrâlarını değiştiriniz”; hem nasihat tesir eder, hem daire-i ihtiyarlarında bir emr-i teklif olur.
79-esmâ-i İlâhiyenin herbiri ayrı ayrı birer âyine ister.
80-Cenâb-ı Hakkın Esmâ-i Hüsnâsının had ve hesaba gelmez envâ-ı tecelliyâtı var. Mahlûkatın tenevvüleri, o tecelliyâtın tenevvüünden geliyor. O esmâ ise, daimî bir surette tezahür isterler. Yani nakışlarını göstermek isterler. Yani, nakışların âyinelerinde cilve-i cemâllerini görmek ve göstermek isterler. Yani, kâinat kitabını ve mevcudat mektubatını ânen feânen tazelendirmek isterler. Yani, yeniden yeniye mânidar yazmak ve herbir mektubu, Zât-ı Mukaddes ve Müsemmâ-yı Akdes ile beraber bütün zîşuurların nazar-ı mütalâasına göstermek ve okutturmak iktiza ederler.
239-Sâni-i Kâinat, elbette kâinat cinsinden değildir. Mahiyeti, hiçbir mahiyete benzemez. Öyle ise, kâinat dairesindeki mânialar, kayıtlar Onun önüne geçemez, Onun icraatını takyid edemez. Bütün kâinatı birden tasarruf edip çevirebilir. Eğer kâinat yüzündeki görünen tasarrufat ve ef’âl kâinata havale edilse, o kadar müşkülât ve karışıklığa sebebiyet verir ki, hiçbir intizam kalmadığı gibi, hiçbir şey dahi vücutta kalmaz, belki vücuda gelemez.
435-Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın caddesinden hariç ve onun arkasından gitmeyen, muhaldir ki, hakikî envâr-ı hakikate vasıl olabilsin.
***********************
MESNEVİ-İ NURİYE
19-Hayat, Hâlıkın ehadiyetine burhan olduğu gibi, mevt de devam ve bekasına bir delildir.
20-eserin kemâli bilmüşahede fiilin kemâline, fiilin kemâli bilbedâhe ismin kemâline, ismin kemâli bizzarure sıfatın kemâline, sıfatın kemâli hads-i yakîn ile şuûnatın kemâline delâlet eder. Şe’nin kemâli ise, hakkalyakîn bir sûretle Zâtın kemâlini gösterir.
.. kâinatta görünen âsârın kemâli, hadsî bir müşahedeyle, ef’âlin mükemmeliyetine, ef’âlin kemâli de fâilin kemâl-i esmâsına, esmânın kemâli sıfâtın kemâline, sıfâtın kemâli şuûnat-ı zâtiyenin kemâline, şuunatın kemâli Zât-ı Zülcelâlin kemâline delâlet eder.
39-Kezalik, bu dünya menzilinin ve içinde oturan insanların ahvâline dikkat edilirse anlaşılıyor ki, bu dünya ebedî kalmak için yaratılmış bir menzil değildir. Ancak Cenâb-ı Hakkın ebedî ve sermedî olan Dârüsselâm menziline dâvetlisi olan mahlûkatın içtimaları için bir han ve bir bekleme salonudur. Bu dünya menzilinde görünen leziz şeyler, lezzet ve zevk için değildir. Çünkü, visallerinin lezzeti, firaklarının elemine mukabil gelmez.
61-Mün’imi düşünmek lezzeti, nimeti düşünmekten daha lezizdir.
70-İslâmiyet, bütün insanlara bir nur, bir rahmettir. Kâfirler bile onun rahmetinden istifade etmişlerdir.
87-Zaman cemaat zamanıdır. Cemaatın ruhu olan şahs-ı mânevî daha metindir. Ve, tenfiz-i ahkâm-ı şer’iyeye daha ziyade muktedirdir. Halife-i şahsî, ancak ona istinad ile vezâifi deruhte edebilir. Cemaatin ruhu olan şahs-ı mânevî eğer müstakim olsa, ziyade parlak ve kâmil olur. Eğer fena olsa, pek çok fena olur. Ferdin iyiliği de, fenalığı da mahduttur. Cemaatin ise gayr-ı mahduttur.
94-Evet, Allah’a abd ve hizmetkâr olana herşey hizmetkâr olur. Bu da, herşey Allah’ın mülk ve malı olduğunu iman ve iz’an ile olur.
110-Âhirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde, fâni dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme.
111-Aklı başında olan insan, ne dünya umurundan kazandığına mesrur ve ne de kaybettiği şeye mahzun olmaz. Zira dünya durmuyor, gidiyor. İnsan da beraber gidiyor. Sen de yolcusun.
125-Tefekkür gafleti izale eder. Dikkat, teemmül, evham zulümatını dağıtıyor. Lâkin nefsinde, bâtınında, hususî ahvâlinde tefekkür ettiğin zaman, derinden derine tafsilât ile tetkikat yap. Fakat âfakî, haricî, umumî ahvâlâta teemmül ettiğin vakit, sathî, icmâlî düşün, tafsilâta geçme. Çünkü icmalde, fezlekede olan kıymet ve güzellik tafsilâtında yoktur. Hem de âfakî tefekkür, dipsiz denize benziyor, sahili yoktur. İçine dalma, boğulursun.
Arkadaş! Nefsî tefekkürde tafsilâtlı, âfâkî tefekkürde ise icmâlî yaparsan, vahdete takarrüb edersin. Aksini yaptığın takdirde, kesret fikrini dağıtır. Evham seni havalandırır, enâniyetin kalınlaşır. Gafletin kuvvet bulur, tabiata kalb eder. İşte dalâlete isâl eden kesret yolu budur.
139-Evet, Cevâd-ı Mutlak (celle celâluhu), her ferd-i zîhayatın eline lezzet midâdıyla ve ihtiyaç mürekkebiyle yazılmış bir tezkereyi vermiş, onunla evâmir-i tekviniyenin programını ve hizmetlerinin fihristesini tevdi etmiştir.
144-insan kendi vazifesini yapıp Cenâb-ı Hakkın vazifesine karışmamalı.
146-Herşeyde bir ihlâs var. Hattâ muhabbetin de ihlâs ile bir zerresi, batmanlar ile resmî ve ücretli muhabbete tereccuh eder.
151-Âyâ, bu insan zanneder mi ki başıboş kalacak? Hâşâ! Belki insan ebede meb’ustur ve saadet-i ebediyeye ve şekavet-i daimeye namzettir. Küçük büyük, az çok, her amelinden muhasebe görecek. Ya taltif veya tokat yiyecek.
160-Mahlûkatın en zâlimi insandır. İnsan kendi nefsine olan şiddet-i muhabbetten dolayı kendisine hizmeti ve menfaati olan şeyleri hem sever, hem kıymet verir. Semeresinden istifade gördüğü şeylere abd ve köle olur.
183-rivâyetlerde vardır ki, “İnsanın ömür dakikaları insana avdet ederler. Ya gaflet ile muzlim olarak gelirler veya hasenat-ı muzîe ile avdet ederler.”
189-İnsan bir yolcudur. Sabâvetten gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar yolculuğu devam eder. Her iki hayatın levazımatı, Mâlikü’l-Mülk tarafından verilmiştir. Fakat o levazımatı, cehlinden dolayı tamamen bu hayat-ı fâniyeye sarf ediyor. Halbuki, o levazımattan lâakal onda biri dünyevî hayata, dokuzu hayat-ı bakiyeye sarf etmek gerektir.
195-Kezalik mânevî ihtiyaçlar da vakitleri muhtelif ve mütefavittir. Her anda Allah kelimesine ihtiyaç vardır. Her vakit Besmeleye, her saatte Lâ ilâhe illallâh’a ihtiyaç vardır. Ve hâkezâ…
***********************
EMİRDAĞ LAHİKASI – 1 –
221-Haricî ve büyük bir düşmanın hücumu zamanında, dâhilî küçük düşmanlıkları bırakmak elzemdir. Yoksa, hücum eden büyük düşmana yardım hükmüne geçer. Bunun için daire-i İslâmiyede eskiden beri tarafgirane birbirine mukabil, muarız vaziyetini alan ehl-i İslâm, o dâhilî düşmanlıkları muvakkaten unutmak, maslahat-ı İslâmiye muktezasıdır.
EMİRDAĞ LAHİKASI – 2 –
23- komünistlik, masonluk, zındıklık, dinsizlik, doğrudan doğruya anarşistliği intaç ediyor. Ve bu dehşetli tahrip edicilere karşı ancak ve ancak hakikat-ı Kur’âniye etrafında ittihad-ı İslâm dayanabilir. Ve beşeri bu tehlikeden kurtarmaya vesile olduğu gibi, bu vatanı istilâ-yı ecanipten ve bu milleti anarşilikten kurtaracak yalnız odur.
145- Evet, ben kendi hesabıma aldığım dersime binaen, ey İslâm cemaati, müjde veriyorum ki: Şimdiki âlem-i İslâmın saadet-i dünyeviyesi, bâhusus Osmanlıların saadeti ve bilhassa İslâmın terakkisi onların intibahıyla olan Arabın saadetinin fecr-i sadıkının emâreleri inkişafa başlıyor.
Ve saadet güneşinin de çıkması yakınlaşmış. Ye’sin burnunun rağmına olarak ben dünyaya işittirecek derecede kanaat-i kat’iyemle derim: İstikbal, yalnız ve yalnız İslâmiyetin olacak. Ve hâkim, hakaik-i Kur’âniye ve imaniye olacak. Öyleyse, şimdiki kader-i İlâhî ve kısmetimize razı olmalıyız ki, bize parlak bir istikbal, ecnebîlere müşevveş bir mâzi düşmüş.
Eğer biz ahlâk-ı İslamiyenin ve hakaik-ı imaniyenin kemalatını ef’alimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri, elbette cemaatler halinde İslamiyete girecekler. Belki küre-i arzın bazı kıtaları ve devletleri de İslamiyete dehalet edecektir.
*******************
İŞARAT-ÜL İ’CAZ
43-A’mâl-i kalbînin şemsi, imandır.
A’mâl-i bedeniyenin fihristesi, namazdır.
A’mâl-i mâliyenin kutbu, zekâttır.
44-İman, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın tebliğ ettiği zaruriyat-ı diniyeyi tafsilen ve zaruriyatın gayrısını icmalen tasdik etmekten hasıl olan bir nurdur.
114-insanın hatırı için, bütün envâa bir umumî ziyafet verilmiştir.
166-İnsan, ebed için yaratılmıştır. Onun hakikî lezzetleri, ancak marifetullah, muhabbetullah, ilim gibi umur-u ebediyededir.
215-Madde-i esîriye, mevcudata nazaran akıcı bir su gibi mevcudatın aralarına nüfuz etmiş bir maddedir.
.. Cenâb-ı Hakkın arşı, su hükmünde olan şu esîr maddesi üzerinde imiş. Esîr maddesi yaratıldıktan sonra, Sâniin ilk icadlarının tecellîsine merkez olmuştur. Yani esîri halk ettikten sonra, cevâhir-i ferde kalb etmiştir. Sonra bir kısmını kesif kılmışır ve bu kesif kısımdan, meskûn olmak üzere yedi küre yaratmıştır. Arz, bunlardandır.
*******************
MUHAKEMAT
13-Âlemde meylü’l-istikmal vardır.
19-Hadis, maden-i hayat ve mülhim-i hakikattir.
MEHMET ÖZÇELİK
04-02-2016
✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧✧ ✧ ✧ ✧
Risale-i Nur Külliyatı’nın muhtelif eserlerinden (Lem’alar, Sözler, Mektubat, Mesnevi-i Nuriye, Emirdağ Lahikası, İşarat-ül İ’caz, Muhakemat) cemedilen “Hüküm İfade Eden Cümleler” Risale-i Nur’un yapısını ve gayesini anlamak noktasında mühim bir anahtardır.
Risale-i Nur’un her bir cümlesi, bir hakikatin isbatı veya bir düsturun tesbiti hükmündedir. Bu eserler, sadece birer tefekkür metni değil, aynı zamanda Kur’an-ı Hakîm’in bu asra bakan muhkem (sağlam, sarsılmaz) hükümlerini izhar eden bir tefsirdir.
Bu açıdan “hüküm” kelimesini, sadece fıkhî (hukukî) manasıyla değil, daha geniş bir muhteva ile ele almak iktiza eder. Buradaki “hüküm”; bir hakikatin kat’î surette beyan edilmesi, bir esasın vazedilmesi, kâinattaki bir İlahî kanunun (sünnetullah) tasviri veya imanî bir meselenin şüpheye yer bırakmayacak şekilde isbatı manasındadır.
Cenâb-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’de mutlak “Hâkim”in (hüküm ve hikmet sahibi) kendisi olduğunu beyan buyurur:
$﴿…Hüküm ancak Allah’ındır. O, gerçeği anlatır ve O, hükmedenlerin en hayırlısıdır.﴾$
(En’âm Sûresi, 6:57 – Meali)
Risale-i Nur’da iktibas edilen bu cümleler, işte bu İlahî hükümlerin birer in’ikâsı (yansıması) ve tefsiri mesabesindedir. Bu hükümlerin geniş ve detaylı izahını, Birkaç kategoride tahlil edebiliriz:
1. Akaid ve İmanî Hükümler (İnanç Esaslarına Dair Hükümler)
Risale-i Nur’un temel gayesi imanı kurtarmak olduğu için, en muhkem hükümleri imanî esaslar üzerinedir. Bu hükümler, müradif olarak “imanın rükünleri” veya “akaid kaideleri” olarak da ifade edilebilir.
• Misal: “Kâinatta en yüksek hakikat imandır, imandan sonra namazdır.” (Sözler, sh-807)
• İzahı: Bu, bir hüküm cümlesidir. Bir tefekkür neticesi değil, bir tesbittir. Hayatın ve kâinatın gayesini iki temel esasa bağlayan bir hüküm verir: 1. İman, 2. Namaz. Varlık hiyerarşisindeki en yüksek mertebeyi isbat eder.
• Misal: “iman bir mânevî tûbâ-i Cennet çekirdeğini taşıyor. Küfür ise mânevî bir zakkum-u Cehennem tohumunu saklıyor.” (Sözler, sh-18)
• İzahı: Bu, imanın ve küfrün yapısı (mahiyeti) hakkında verilmiş bir hükümdür. Onların sadece bir tasdik veya inkârdan ibaret olmadığını, içlerinde (derûnî olarak) gelecekteki neticelerinin çekirdeklerini taşıdıklarını hükme bağlar. Bu, $﴿…Her nefis kazandığına karşılık bir rehindir.﴾$ (Müddessir, 74:38) ayetinin bir tefsiridir.
• Misal: “İman, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın tebliğ ettiği zaruriyat-ı diniyeyi tafsilen ve zaruriyatın gayrısını icmalen tasdik etmekten hasıl olan bir nurdur.” (İşarat-ül İ’caz, sh-44)
• İzahı: Bu, imanın tarifini ve haddini çizen muhkem bir hükümdür. İmanın nasıl tahakkuk edeceğini net bir kaideye bağlar.
2. Kevnî (Kâinata Dair) ve Fıtrî Hükümler
Bunlar, Allah’ın kâinata ve tabiata koyduğu kanunların (sünnetullah) ve fıtratın (yaratılış) değişmez düsturlarının hüküm şeklinde ifadesidir.
• Misal: “esbabın tesiri yok.” (Lem’alar, sh-6)
• İzahı: Bu, tevhid akidesinin kâinata bakan en net hükmüdür. Sebeplerin tesir-i hakikîsi olmadığını, onların sadece birer perde olduğunu hükme bağlar. Bu, $﴿…Yaratma da, emir de (hüküm de) O’nun değil midir?…﴾$ (A’râf, 7:54) ayetinin bir tasviridir.
• Misal: “Hayat musibetlerle, hastalıklarla tasaffi eder, kemal bulur…” (Lem’alar, sh-11)
• İzahı: Bu, hayatın yapısı hakkında bir hükümdür. Musibetlerin gayesini tesbit eder. Onların tesadüfî veya şer olmadığını, hayatın tekemmülü (olgunlaşması) için birer vasıta olduğunu hükme bağlar. $﴿Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele.﴾$ (Bakara, 2:155) ayetinin hikmetini izah eden bir hükümdür.
• Misal: “Tesettür, kadınlar için fıtrîdir ve fıtratları iktiza ediyor.” (Lem’alar, sh-223)
• İzahı: Bu, tesettür emrinin sadece nass (ayet) ile değil, aynı zamanda fıtrat (yaratılış) kanunu ile de sabit olduğunu ifade eden içtimaî ve fıtrî bir hükümdür.
• Misal: “Âlemin miftahı insanın elindedir ve nefsine takılmıştır… ‘ene’ namında öyle bir miftah vermiş ki…” (Sözler, sh-581)
• İzahı: Bu, insanın kâinattaki mevkiini ve vazifesini tesbit eden bir hükümdür. Enenin (benlik) yapısını, hem bir kilit (muammâ) hem de bir anahtar (miftah) olduğunu hükme bağlar.
3. Ubudiyet, Ahlâk ve Sünnet-i Seniyye Hükümleri
Bunlar, insanın Allah’a karşı vazifelerini, ahlâkî faziletleri ve Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) ittibâı (uymayı) tesbit eden düsturlardır.
• Misal: “BİSMİLLÂH her hayrın başıdır.” (Sözler, sh-5)
• İzahı: Bu, amelî hayatın en muhkem hükmüdür. Her meşru fiilin kıymet kazanmasının ve bereket bulmasının şartını hükme bağlar.
• Misal: “Allah’a muhabbetiniz varsa, Habibullaha ittibâ edilecek. İttibâ edilmezse, netice veriyor ki, Allah’a muhabbetiniz yoktur.” (Lem’alar, sh-59)
• İzahı: Bu hüküm, $﴿De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın…﴾$ (Âl-i İmrân, 3:31) ayetinin net bir tefsiridir. Allah muhabbetinin isbatının (delilinin) ancak ittibâ-ı Sünnet olduğunu kat’î bir hüküm ile beyan eder.
• Misal: “Şu dâr-ı dünya, meydan-ı imtihandır ve dâr-ı hizmettir. Lezzet ve ücret ve mükâfat yeri değildir.” (Lem’alar, sh-11)
• İzahı: Dünyanın mahiyetini (yapısını) tesbit eden bir hükümdür. İnsanın dünyadaki vazifesinin hizmet ve imtihan olduğunu, lezzet ve ücret peşinde olmanın hayatın gayesine aykırı (zıt) olduğunu hükme bağlar.
4. Kader, İhtiyar ve Mesuliyet Hükümleri
Bunlar, Ehl-i Sünnet akidesinin en derin meseleleri hakkında verilmiş, ifrat ve tefriti (aşırılıkları) ortadan kaldıran muhkem hükümlerdir.
• Misal: “Kader, ilim nev’indendir. İlim, malûma tâbidir.” (Sözler, sh-505)
• İzahı: Bu, kader meselesinin özünü çözen hükümdür. Allah’ın ezelî ilminin, kulun ihtiyarına (seçimine) tâbi olduğunu, icbar edici (zorlayıcı) olmadığını hükme bağlar. Bu hüküm, Cebriye (insanın ihtiyarını inkâr eden) ve Mutezile (kaderi inkâr eden) fırkalarının yanılmalarını reddeder.
• Misal: “Kader, sebeple müsebbebe bir taallûku var. Yani, ‘Şu müsebbep, şu sebeple vukua gelecek.'” (Sözler, sh-506)
• İzahı: Bu hüküm, kaderin nasıl taalluk ettiğini tesbit eder. Sebepleri ihmal etmeyi (görmezden gelmeyi) veya sebeplere tesir vermeyi reddeden bir hükümdür.
• Misal: “Kesb-i şer, şerdir; halk-ı şer, şer değildir.” (Sözler, sh-503)
• İzahı: Fiil-i beşer (insan fiili) meselesinde muhkem bir hükümdür. Şerri kesb etmenin (tercih etmenin) mesuliyetinin kula, ancak yaratmanın (halk) Allah’a ait olduğunu ve bu yaratmanın şer olmadığını, netice itibarıyla hayra baktığını hükme bağlar.
5. İçtimaî ve İstikbale Yönelik Hükümler
Bunlar, zamanın yapısını, cemaatin ehemmiyetini ve istikbale dair Kur’anî müjdeleri ifade eden hükümlerdir.
• Misal: “Zaman cemaat zamanıdır.” (Mesnevi-i Nuriye, sh-87)
• İzahı: Bu, asrın içtimaî yapısını tesbit eden bir hükümdür. Ferdî (bireysel) çalışmaların yerine şahs-ı mânevînin (tüzel kişiliğin) hâkim olduğunu hükme bağlar.
• Misal: “Haricî ve büyük bir düşmanın hücumu zamanında, dâhilî küçük düşmanlıkları bırakmak elzemdir.” (Emirdağ Lahikası-1, sh-221)
• İzahı: Bu, içtimaî hayat için elzem (çok lüzumlu) ve vâcib (gerekli) bir hükümdür. İttihad-ı İslâm (İslam birliği) için bir düstur tesbit eder.
• Misal: “İstikbal, yalnız ve yalnız İslâmiyetin olacak. Ve hâkim, hakaik-i Kur’âniye ve imaniye olacak.” (Emirdağ Lahikası-2, sh-145)
• İzahı: Bu, ye’se (ümitsizliğe) karşı imanî bir nazarla (bakışla) istikbalin hakikatini hükme bağlayan bir müjdedir.
Netice-i Kelâm
Bu muhkem cümleler, Risale-i Nur’un hüküm ve hikmet dolu yapısını açıkça göstermektedir. Bu hükümler, Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin şahsî kanaatleri veya felsefî çıkarımları değil, doğrudan Kur’an-ı Kerim’in hakikatlerinden istinbat edilmiş imanî ve İslâmî düsturlardır.
Her biri, müridif olarak, hayat için bir rehber, tefekkür için bir ölçü ve akide için bir mihenk taşı hükmündedir. Bu hükümlerin istinadgâhı (dayanak noktası) Kur’an olduğu için, zamanın geçmesiyle eskimez, muhkem yapılarını muhafaza ederler.
Cenâb-ı Hak, kâinattaki hükümlerini (kanunlarını) şu ayetle tasdik eder:
$﴿Güneş de kendi yörüngesinde akıp gitmektedir. İşte bu, mutlak güç sahibi, hakkıyla bilen Allah’ın takdiridir (düsturudur, hükmüdür).﴾$
(Yâsîn Sûresi, 36:38 – Meali)
Risale-i Nur’daki bu hükümler de, o İlahî takdirin iman âlemindeki tasvirleri ve isbatlarıdır.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
12/11/2025
![]()

