Üç Paşanın Hikâyesi: Akılla Başlamayan Hamleler, Kanla Son Buldular

Üç Paşanın Hikâyesi: Akılla Başlamayan Hamleler, Kanla Son Buldular
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

Talat – Cemal – Enver Üçlüsünün Osmanlı’nın Yıkılışındaki Rolü

  1. HİKMETTEN KOPAN BİR HAREKETİN HİKÂYESİ

Osmanlı, 600 yıllık tarihinde nice düşmanla savaştı; Haçlılarla, Moğollarla, Ruslarla…
Ama en büyük yıkım, içinden çıkan fikrî ve siyasî bir hastalıkla geldi:
İttihat ve Terakki zihniyeti.

Bu zihniyetin başını çeken üç isim:
Talat Paşa, Cemal Paşa ve Enver Paşa.
Görünüşte vatansever, içerikte ise ölçüsüz, hikmetsiz, hesapsız kararların aktörleri…

Onlar, “devleti kurtaracağız” diyerek, devletin mezar kazıcıları oldular.

  1. SULTAN II. ABDÜLHAMİD’E KARŞI YÜRÜTÜLEN SİNSİ KAMPANYA
  2. Abdülhamid Han, Osmanlı’nın en zor döneminde, dengelerle oynayan büyük bir devlet adamıydı.
    Düvel-i muazzama (büyük devletler) dört bir yandan pençesini Osmanlı’ya geçirmeye çalışırken o, denge siyasetiyle, maneviyatla, sabırla ve zekâyla devleti ayakta tutmaya çalıştı.

Ancak bu üçlü ve bağlı oldukları İttihat ve Terakki Cemiyeti, Abdülhamid’i bir “engel” olarak gördüler.
Ona karşı yürüttükleri propaganda, Avrupa destekli “hürriyet” edebiyatı ve Masonik yapılanmalar üzerinden beslendi.

31 Mart Vakası bahane edilerek, II. Abdülhamid tahttan indirildi.
Yerine koydukları sistem, meşrutiyet adı altında bir tek parti diktatörlüğüne dönüştü.

III. TALAT PAŞA: BÜROKRATİK PLANLARLA FELAKETİ TETİKLEYEN ADAM

Talat Paşa, Almanya ile ittifakı ve Türkçü-Turancı ideolojiyi devletin ana politikası haline getirerek, çok kültürlü Osmanlı yapısını çökertti.
Alman hayranlığıyla devleti Birinci Dünya Savaşı’na sokan baş aktördü.

1915’teki Tehcir Kanunu ile Ermeni meselesini içinden çıkılamaz hale getirdi.
Bu hamle, Batı’nın eline Osmanlı aleyhine büyük bir koz verdi.

Talat Paşa, savaş kaybedilince Berlin’e kaçtı. 1921’de Ermeni bir militan tarafından sokak ortasında vurularak öldürüldü.

  1. CEMAL PAŞA: AKDENİZ’İN FELAKETLİ KOMUTANI

Cemal Paşa, Bahriye Nazırı (Denizcilik Bakanı) ve Suriye-Filistin cephe komutanıydı.
Ancak askeri tecrübesi yetersizdi, stratejik hataları derindi.

Suriye ve Arap coğrafyasındaki baskıcı uygulamaları, Arap isyanlarının önünü açtı.
Mekke Emiri Şerif Hüseyin’i İngilizlerle iş birliğine iten ortamı hazırladı.

Osmanlı, Arap topraklarını bu yüzden kaybetti.

Savaştan sonra o da Almanya üzerinden Tiflis’e kaçtı.
1922’de Ermeni Taşnak militanlarca orada öldürüldü.

  1. ENVER PAŞA: ROMANTİK BİR HAYALİN KANLI SONU

Enver Paşa, Turan idealinin büyüsüne kapılmış bir genç subaydı.
1914’te, Almanya’nın baskısıyla Osmanlı’yı savaşa sokan baş isimdi.

Sarıkamış Harekâtı, onun askeri acemiliğinin kanlı bir neticesiydi:
90 bin asker donarak öldü.
Savaşın faturasını ise millet ödedi.

Savaş sonrası Almanya’ya, oradan da Orta Asya’ya kaçtı.
Yeni bir Turan devleti kurma hayaliyle gittiği Buhara’da Bolşevikler tarafından 1922’de vurularak öldürüldü.

  1. ZİHNİYET MUHASEBESİ: BİLGİSİZ HAMASET, DEVLETİ YIKTI

Bu üçlü;

Hamiyetliydi ama hikmetsizdi,

Cesurdu ama tedbirsizdi,

Okumuştu ama köklerinden kopuktu.

Devleti “modernleştirmek” istediler ama aklı selim, tecrübe, meşveret ve manevi ruh olmadan yapılan her iş, fitneye dönüştü.

  1. Abdülhamid’in düşürülmesiyle doğan boşluk, sadece bir sultanın kaybı değil;
    bir aklın, bir sistemin, bir ruhun yok oluşuydu.

VII. SONUÇ: İSLÂM MEDENİYETİNİN DERSİ: DENGE, TEVAZU VE HİKMET

Osmanlı, düşmanları tarafından değil;
kendi çocuklarının aceleciliği, fikir sığlığı ve tarih körlüğüyle yıkıldı.

Enver, Talat ve Cemal…
Hepsi savaştan önce kahraman, savaştan sonra kaçak oldular.

> “Zaman, fikirlerin değil; hikmetin şahididir.”

“Cesaret, hesapla birleşmezse; felaket doğurur.”

ÖZET

Talat, Cemal ve Enver Paşa; İttihat ve Terakki’nin liderleridir.

Sultan II. Abdülhamid’i devirerek, Osmanlı’nın temel dengesini bozmuşlardır.

Osmanlı’yı Almanya ile savaşa sokarak, Birinci Dünya Savaşı’nda ağır yenilgilere sebep olmuşlardır.

Tehcir, Sarıkamış, Arap isyanları gibi olaylar bu üçlünün hatalı kararlarıyla doğmuştur.

Savaş sonrası her biri ülkeyi terk etmiş, yurt dışında öldürülmüştür.

Onların “ıslahat” adıyla başlattığı süreç, bir medeniyetin çöküşüne sebep olmuştur.

Bu üçlünün hikâyesi, hamasetin hikmetin önüne geçtiğinde neler olacağını gösteren tarihin ibretlik bir dersidir.

************

**HÂKİKATİ ARAYAN ÜÇLÜ MÜ, HÂKİKATİ SAPTIRAN ÜÇLÜ MÜ?

Mithat – Namık Kemal – Enver Paşa’nın Osmanlı’nın Yıkılışındaki Payı Üzerine Düşündürücü Bir Tezkiye**

  1. Zihniyetin Mayası: Batıcılık mı, Reformculuk mu?

Osmanlı’nın son asrında bir zihniyet çatışması vardı:
Bir tarafta gelenekten, İslam’dan ve meşveretten yana olan hilafet eksenli muhafazakâr çizgi; diğer tarafta Batı’nın maddi ilerleyişini örnek alıp, maneviyatı yok sayan jakoben Batıcı reformcular…
Mithat Paşa ve Namık Kemal bu ikinci sınıfa dahildi. Fikir babaları Montesquieu ve Rousseau’ydu. Ellerindeki çözüm reçetesi ise Fransız İhtilali’nden kopyalanmıştı.

Onların “özgürlük” anlayışı, İslami meşveretin ruhuna değil, Batı’nın seküler bireyciliğine dayanıyordu. “Hürriyet” diyerek ortaya attıkları hareket, aslında bir nevi zihniyetsel göç idi: Batı’ya özenti, İslam’a mesafe.

  1. Mithat Paşa ve Namık Kemal’in Tuzağı: Meşrutiyet Maskesi Altında Saltanatla Kavga

Mithat Paşa ve arkadaşları, 1876’da II. Abdülhamid’i tahta çıkarmış gibi görünüp, aslında onu bir kukla haline getirme planı kurmuşlardı.
İlk Meşrutiyet’in ilanı bu planın parçasıydı. Fakat hesap etmedikleri bir şey vardı:

> “Hilafet, yalnız bir taç değil; milletin ruhudur.”

  1. Abdülhamid, onların dayattığı Batıcı anayasa (Kanun-u Esasi) içinde bile İslam’ı ve devleti korumaya çalıştı.
    Mithat Paşa’nın perde arkasında kurduğu iktidar ağı ise devleti içten içe kemiriyordu.

1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) büyük bir yıkım getirdi. Bu savaşın gölgesinde Mithat Paşa, suikastlar ve entrikalarla II. Abdülhamid’i tahttan indirme planları yaptı. Fakat II. Abdülhamid, hem siyasi zekâsı hem de halkın teveccühüyle bu oyunu gördü.

Mithat Paşa sürgüne gönderildi, sonra Taif’te boğduruldu.

Namık Kemal, sürgünde hayatını kaybetti. “Vatan şairi” olarak anılsa da ideolojik hayali, Osmanlı’nın temelleriyle çatışıyordu.

III. Enver Paşa: Hamiyetli ama Hatalı Bir Fırtına

Enver Paşa, Jön Türklerin sonraki neslinden geliyordu.
İttihat ve Terakki’nin hararetli liderlerinden biri olan Enver Paşa, Almanlara dayanarak Osmanlı’yı yeniden eski ihtişamına döndürme hevesine kapıldı. Fakat bunun bedelini bir imparatorluk ödedi.

1914’te Osmanlı’yı fiilen Almanya safında savaşa soktu.
Çanakkale’de Mehmetçik destan yazarken, Sarıkamış’ta binlerce asker kıyıma uğradı.
“Turancılık” hayaliyle Orta Asya’ya yürüdü, ama geriye parçalanmış bir vatan kaldı.

  1. Sultan II. Abdülhamid’e Yönelik Tutumları: Şahsa Değil, Sistem Ruhu’na Düşmanlık

Bu üçlü –Mithat, Namık ve Enver– sadece Abdülhamid Han şahsına değil, onun temsil ettiği İslam merkezli, denge politikası güden devlet anlayışına karşıydı.

  1. Abdülhamid ise onların aksine şunu savunuyordu:

> “Devlet bir saray değil; iman, sadakat ve milletin duası üzerine oturan bir ruh binasıdır.”

Onlar için “meşrutiyet” bir ideolojiydi; Abdülhamid için ise “istikrarı korumanın bir aracı”.
Onlar için Batı bir modeldi; Abdülhamid için ise bir tehditti.
Onlar için halk bir kitleydi; Abdülhamid için ise emanetti.

  1. Fikrin Neticesi: Yıkım mı, Diriliş mi?

Ne oldu?

Mithat Paşa ve Namık Kemal’in açtığı anayasal rejim kapısı, İttihat ve Terakki diktatörlüğüne dönüştü.

Enver Paşa’nın Almanya sevdası, imparatorluğun Birinci Dünya Savaşı’nda dağılmasına yol açtı.

  1. Abdülhamid’in tahttan indirilmesi, Ermeni isyanlarını ve Balkan kayıplarını hızlandırdı.

Ve en nihayetinde Osmanlı, “içeriden düşmanlık eden evlatları” yüzünden çöküşe geçti.

Sonuç: Tarih Bir Hakemdir

Zaman, ideolojilerin sahte ihtişamını süpürür ve geriye sadece emek, hikmet ve sadakat kalır.
Mithat, Namık ve Enver… Her biri birer “ateşli fikir adamı”ydı.
Ama bu fikirlerin pratikteki karşılığı, büyük bir medeniyetin çöküşü oldu.

  1. Abdülhamid ise hâlâ “Ulu Hakan” olarak anılıyor. Çünkü o, sadece devleti değil, ümmeti ve aklı da korumaya çalıştı.

> “Tarih, dostunu da düşmanını da hakikatin terazisinde tartar. Terazi bozulmaz. Tartılanlar çoktan belli oldu.”

Özet

Mithat Paşa ve Namık Kemal, Batı tipi anayasal rejimi Osmanlı’ya dayatmaya çalıştı. Bu, Osmanlı’nın ruhuna uygun olmayan bir yapaylık taşıyordu.

  1. Abdülhamid, hem içten hem dıştan gelen tehditlere karşı devleti ayakta tutmaya çalıştı. Ancak bu üçlü tarafından hedef alındı.

Enver Paşa, iyi niyetli ancak yanlış ittifaklarla imparatorluğu savaşa sokarak sonunu hızlandırdı.

Sonuç, içten çürüyen bir sistem, dışarıdan işgal edilen topraklar ve çözülmüş bir ümmet oldu.

Bu olaylar, bir medeniyetin sadece silahla değil, fikrî sapmalarla da yıkılabileceğini gösteren ibretlik birer vesikadır.

************

**BATIYA BAKARAK DOĞUYU GÖREMEMEK:

Osmanlı’nın Yıkılışında Batıcılık Zihniyetinin Rolü ve II. Abdülhamid’in Hikmetli Duruşu**

  1. ZİHNİYET YIKILINCA, DEVLET DE YIKILIR

Bir devletin çöküşü, sadece toprağının elden çıkmasıyla başlamaz.
Asıl yıkım, akıl ve kalbin başka merkezlere bağlanmasıyla başlar.

Osmanlı’nın son iki yüzyılında, karşı karşıya kaldığı en büyük tehlike, dış düşmanlardan çok, içte filizlenen zihniyet sapmaları olmuştur.
Bu sapmanın adı, “Batıcılık düşüncesi”dir.

  1. BATICILIK DÜŞÜNCESİ NEDİR?

Batıcılık, yüzeyde “ilerleme ve kalkınma” gibi sunulsa da derin yapısında:

İslamî düşünceyi geri sayan,

Şeriatı çağdışı gören,

Seküler ve pozitivist Avrupa aklını kutsayan bir zihinsel kırılmadır.

Bu düşünceye göre, Osmanlı ancak Batı gibi olursa kurtulabilir.
Yani Batı’nın medeniyetini taklit etmek, hukukunu almak, eğitim sistemini aynen kopyalamak…

> Oysa Batı, sadece tekniğini verir; ahlakını vermez.

III. BU DÜŞÜNCEYİ TEMSİL EDENLER KİMLERDİR?

Osmanlı’nın son döneminde Batıcılık düşüncesini benimseyen ve uygulamaya çalışan başlıca kişiler şunlardır:

Mithat Paşa: Batı tipi anayasa ve parlamentoyu Osmanlı’ya dayatmak istemiştir.

Namık Kemal, Ziya Paşa: “Hürriyet” ve “medeniyet” kavramlarını Batı üzerinden tanımlamışlardır.

Talat Paşa, Enver Paşa, Cemal Paşa: Batıcı askeri kadrolar olarak Osmanlı’yı Almanya’ya bağlamışlardır.

Jön Türkler ve İttihatçılar: Devlet yönetimini pozitivist, seküler ve milliyetçi temeller üzerine inşa etmeye çalışmışlardır.

  1. NE İSTEDİLER?

Batıcılar şunları istiyorlardı:

Osmanlı’nın çok dinli ve çok milletli yapısını milliyetçilik temelinde dönüştürmek,

Şer’î hukuku kaldırıp laik yasaları getirmek,

Halifelik ve padişahlık kurumunu kaldırarak Batı tipi bir cumhuriyet inşa etmek,

İslam yerine seküler ideoloji ve Batı kültürünü esas almak.

Ancak bu dönüşümün en acı tarafı şuydu:
Ruhunu kaybetmiş bir bedeni Batı giysileriyle diriltmeye çalıştılar.

  1. ELDE ETTİKLERİ SONUÇ NE OLDU?

Osmanlı’nın siyasî birliğini parçaladılar.

Arap coğrafyası, Anadolu, Rumeli koparıldı.

Devlet, birinci dünya savaşında darmadağın oldu.

Enver, Talat, Cemal paşalar yurt dışına kaçtı ve yabancı topraklarda öldürüldüler.

Batıcılık düşüncesi, Osmanlı’yı kurtarmadı; tam aksine çöküşü hızlandırdı.

> Zira bir millet kendi medeniyet köklerinden koptuğunda, onun yerine başka bir kültürle ayakta kalamaz.

  1. II. ABDÜLHAMİD’İN HİKMETİ VE İTİDÂLİ

Tahta Çıkışı (1876):

Devlet, içeride Jön Türklerin isyanları, dışarıda Rus tehdidiyle çalkalanıyordu.

Abdülhamid, hem akıllı bir stratejist hem dindar bir halife idi.

İlk Meşrutiyet’i ilan ederek Batıcıların gönlünü aldı, ama kısa sürede kontrolü eline aldı.

Tahtta Olduğu Süre (1876–1909):

Osmanlı’yı parçalanmaktan 33 yıl boyunca ustalıkla korudu.

Eğitim hamleleri, demiryolu yatırımları, dış politikadaki denge siyasetiyle devleti ayakta tuttu.

İngiltere, Fransa ve Rusya’yı birbirine karşı kullanarak toprak kaybını minimize etti.

Filistin’i Yahudilere satmadı, Hilafet’i güçlendirdi, İslam birliğini savundu.

Tahttan İndirilişi (1909):

31 Mart olayını bahane eden İttihatçılar tarafından hal edildi.

Onun ardından devleti yöneten İttihat ve Terakki kadroları, devleti felakete sürükledi.

VII. OSMANLI’NIN DURUMU NEYDİ, NE OLDU?

Abdülhamid öncesi: Devlet sarsılmış, ancak dirençliydi.

Abdülhamid devrinde: Toprak kaybı sınırlıydı; devletin ruhu ve birliği korundu.

Abdülhamid sonrası: Balkanlar, Arap toprakları, Kafkaslar kaybedildi.

1918’de imparatorluk fiilen sona erdi.

VIII. BİR MEDENİYETİN KAYBI: DİNİNİ BIRAKAN DEVLETİNİN KILIFINI KORUYAMAZ

Osmanlı, sadece bir devlet değil, bir medeniyetti.
Bu medeniyetin mayası İslam’dı.
Batıcılık, bu mayayı inkâr ederek başka bir maya karıştırmaya çalıştı.
Ama maya tutmadı. Çünkü:

> “Ruhun inkârı, cesedin yıkımıdır.”

Ve Batıcılar, Osmanlı’nın ruhunu inkâr ettiler.

SONUÇ: İLERİ GİDELİM DERKEN GERİYE DÜŞMEK

Batıcılık zihniyeti, Osmanlı’yı kurtaracağız derken batırdı.

  1. Abdülhamid ise mukavemetin ve hikmetin sembolü olarak tarihe geçti.

Bugün hâlâ onun adını rahmetle anıyor, İttihatçıları ise pişmanlıkla hatırlıyoruz.

Çünkü tarih, ideolojilerin değil, sonuçların şahididir.

ÖZET

Osmanlı’nın yıkılışındaki temel düşünce Batıcılık’tır.

Batıcılığı temsil edenler: Mithat Paşa, Namık Kemal, Talat-Enver-Cemal Paşa gibi İttihatçılardır.

Batı’yı model almak, İslam’ı dışlamak istediler.

Sonuç: Çöküş, işgal ve sürgün.

  1. Abdülhamid, bu zihniyete karşı durarak devleti 33 yıl ayakta tuttu.

Tahttan indirildiğinde devletin son direnci de kırıldı.

Osmanlı’nın yıkılışı, zihniyetin yıkılışının kaçınılmaz neticesi oldu.

****************

BİRLİĞİ PARÇALAYAN ZEHİR: MENFİ MİLLİYETÇİLİĞİN OSMANLI’YI YIKAN ROLÜ

  1. TEVHİDİ AYIRAN BİR FİKİR: MİLLİYETÇİLİĞİN TARİHÎ KÖKÜ

Osmanlı Devleti, 600 yılı aşkın bir süre dini, dili, ırkı farklı birçok milleti adaletle yönetmişti.
Bu birlik, İslam’ın “ümmet” anlayışına dayanıyordu:

> “Müminler ancak kardeştir.” (Hucurat, 10)

Ancak 19. yüzyılın ortalarından itibaren Batı’nın sinsi yaydığı menfi milliyetçilik, bu kardeşliği zehirlemeye başladı.
“Fransız İhtilali”nin etkisiyle yayılan bu fikir, Osmanlı tebaasındaki etnik gruplara şu zehri fısıldadı:

> “Siz Türk değilsiniz. Siz Arapsınız, Sırpsınız, Ermenisiniz. Artık kendi devletinizi kurmalısınız!”

  1. MENFİ MİLLİYETÇİLİK NEDİR?

Milliyetçilik kendi başına kötü değildir.
Müsbet (olumlu) milliyetçilik, milletini sevmek, onunla hizmet etmek demektir.
Ama menfi (zararlı) milliyetçilik, kendi ırkını üstün tutmak, başkalarını hor görmek ve ayrıştırmak demektir.

İşte Osmanlı’yı çökerten de bu ayrıştırıcı, kibirli, dışlayıcı milliyetçilik anlayışı olmuştur.

III. BU DÜŞÜNCEYİ TEMSİL EDENLER KİMLERDİ?

  1. Ermeni Komitacıları (Taşnak ve Hınçak)

Ermeni milliyetçiliğini körüklediler.

Osmanlı’ya isyan ettiler, çeteler kurarak Doğu Anadolu’da karışıklık çıkardılar.

Ruslarla iş birliği yaparak devleti arkadan vurdular.

  1. Arap Milliyetçileri (Şerif Hüseyin ve çevresi)

Osmanlı’nın İslam birliği siyasetini reddedip Arap Krallığı hayaline kapıldılar.

İngilizlerle anlaşarak Hicaz İsyanını başlattılar.

Mekke ve Medine Osmanlı’dan koparıldı.

  1. Balkan Milliyetçileri (Sırp, Bulgar, Rum isyancılar)

Osmanlı’ya karşı savaşlar başlattılar.

Avrupa’nın desteğiyle tek tek bağımsızlık ilan ettiler.

  1. İttihat ve Terakki Kadrolarının bir kısmı (özellikle Enver-Talat çevresi)

“Osmanlıcılık” ideali başarısız olunca “Türkçülük” ve “Turancılık” fikrine yöneldiler.

Bu ise Arapları, Kürtleri, Arnavutları, Boşnakları Osmanlı’dan soğuttu.

  1. NE İSTİYORLARDI?

Bu grupların ortak amacı, Osmanlı’nın çok milletli yapısını yıkmak ve tek ırk, tek bayrak altında kendi millî devletlerini kurmaktı.

Her biri “kurtuluş” sloganlarıyla ortaya çıktı.
Ama bu kurtuluşun içinde:

İngiliz altınları,

Fransız kışkırtmaları,

Rus provokasyonları
vardı.

  1. NE SONUÇLA KARŞILAŞTILAR?

İlk bakışta bazı gruplar istediklerini elde etti gibi görünse de:

Ermeniler, sözde bağımsızlık uğruna Osmanlı’dan oldular, ama sonunda sürgün ve felaket yaşadılar.

Araplar, İngilizlerle iş birliği yaptı ama sonra sömürge haline geldiler.

Balkan milletleri, kısa süre sonra kendi aralarında kanlı savaşlara tutuştu.

Osmanlı Türkleri, kardeş kavimlerini kaybedip yalnız kaldılar.

> Sonuç: Herkes kaybetti. Çünkü menfi milliyetçilik, sadece birliği değil, geleceği de böldü.

  1. İTTİHATÇILARIN YANLIŞ ROLÜ

İttihat ve Terakki, Osmanlı’yı kurtarma iddiasıyla yönetime el koydu (1908).
Ancak kısa sürede “Osmanlıcılık” idealinden vazgeçtiler.
Türkçülük, ırkçılık ve Turancılık fikrine saparak diğer milletleri dışladılar.
Bu da isyanların fitilini ateşledi.

Özellikle:

Arapların Osmanlı’dan kopması,

Kürtlerin ve Arnavutların devlete olan bağlılığının zayıflaması,

Ermenilerin ihanete yönelmesi,
bu dışlayıcı milliyetçi politikaların sonucudur.

VII. II. ABDÜLHAMİD’İN UYARILARI

  1. Abdülhamid, bu süreci çok önceden görmüş ve şöyle demiştir:

> “Irkçılık fikri, İslam birliğini bozar. Biz ümmetiz; kavim değiliz.”

O, İslam sancağı altında bütün milletleri bir arada tutmak için hilafeti, meşvereti ve adaleti kullanmıştır.

Ama onun devrilmesinden sonra gelen kadrolar, bu birliği dağıtmış ve Osmanlı’yı çökertmiştir.

SONUÇ: BİRLİĞİN DÜŞMANI OLAN FİKİR, HİÇBİR ZAFER GETİRMEZ

Menfi milliyetçilik, Osmanlı’nın sadece siyasi değil, manevi yapısını da çökertmiştir.

Aynı dine, aynı kıbleye yönelen milletler, etnik farklılıklar nedeniyle birbirine düşürülmüştür.

Osmanlı gibi bir medeniyet, bu yüzden içeriden çatlamıştır.

Bugün hâlâ bu fikirlerin tortuları, ümmetin önündeki en büyük engeldir.

> “Irkını sevmek erdemdir; başkasını küçümsemek zillettir.”

“Ümmet olmayı bırakıp millet kavgasına giren, kardeşliğini kaybeder, devleti de.”

ÖZET

Osmanlı’nın yıkılışındaki önemli fikirlerden biri menfi milliyetçiliktir.

Ermeniler, Araplar, Balkan milletleri ve İttihatçıların bazıları bu fikirle hareket etti.

Amaçları kendi etnik devletlerini kurmak, Osmanlı’dan ayrılmaktı.

Neticede herkes kaybetti: Topraklar gitti, kardeşlik bitti, ümmet parçalandı.

  1. Abdülhamid bu tehlikeyi öngördü ama tahttan indirildikten sonra bu çöküş hızlandı.

Menfi milliyetçilik, ümmetin ruhunu parçalayan zehirli bir düşüncedir.

www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesTemmuz 27th, 2025