Nar Ağacından Adalet Mizanına: Hakikatin Pınarı ve Beşeriyetin Yolu
Nar Ağacından Adalet Mizanına: Hakikatin Pınarı ve Beşeriyetin Yolu
Hayatın her zerresinde, kâinatın her köşesinde tecelli eden bir hikmet ve ibret dersi vardır. Bazen bir nar tanesi, bazen topraktan fışkıran bir filiz, bazen de bir ayet-i kerime veya hadis-i şerif, bize varoluşun sırlarını fısıldar. İnsan idrakinin bu sır perdesini aralaması, kalbin ve aklın birleştiği o mübarek ana bağlıdır.
Nar ağacının mucizevî teslimiyetinde : “Nar ağacı sâfi bir şarabı, hazine-i rahmetten alıp meyvesine yedirir; kendisi çamurlu ve bulanık bir suya kanaat eder.”
Bu ifadeler, sadece bir bitkinin tabiatını değil, aynı zamanda ulvi bir fedakârlığı ve hakikatin ta kendisi olan “tevhid” sırrını da anlatır. Nar ağacı, aldığı bulanık suyu en saf, en tatlı meyveye dönüştürürken, aslında İlahi rahmetin sınırsızlığını ve kudretinin her şeye yettiğini ilan eder. Tıpkı bunun gibi, hakiki bir iman sahibi de, dünyanın zorluklarına, nefsin kirlerine aldırış etmeden, kalbindeki iman pınarıyla çevresine güzellik, ilim ve hikmet dağıtabilir.
Bu, aynı zamanda, Risale-i Nur’da sıklıkla vurgulanan “iktisat” ve “şükür” prensiplerinin de bir yansımasıdır. Elimizdeki kısıtlı imkânlarla dahi en güzeli ortaya koyma gayreti, bir nevi kulluk vazifesidir.
***********
İmanın hastalıklara ve günahlara karşı şifa oluşu, o denli çarpıcı bir misalle anlatılır: “Hem hadîste vardır ki: ‘Ermiş ağacı silkmekle nasıl meyveleri düşer, imanlı bir hastanın titremesi de öyle günahları silker.’ Günahlar, hayat-ı ebediyede daimî hastalıklardır.”
Bu hadis-i şerif, musibetlerin ve hastalıkların dahi birer arınma vesilesi olabileceğini, iman nazarıyla bakıldığında her zorluğun içinde bir kolaylık bulunduğunu öğütler.
Risale-i Nur’un “Lem’alar” külliyatında bu konuya geniş yer verilmesi, günahların ahiret hayatı üzerindeki yıkıcı etkisini ve imanın bu yıkıma karşı bir kalkan olduğunu gözler önüne serer. İnsan, bu dünyada karşılaştığı her sıkıntıyı bir imtihan bilinciyle karşıladığında, o sıkıntıların aslında ebedi âlemdeki derecesini yükselten birer basamak olduğunu anlar.
Toplumsal hayata dair en temel öğütlerden biri de, Âl-i İmrân Suresi’nin 103. ayetinde karşımıza çıkar:
“Hep birlikte Allâh’ın ipine (İslâm’a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allâh’ın size olan nîmetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O’nun nîmeti sâyesinde kardeşler olmuştunuz…”
Bu ayet, birliğin, beraberliğin ve kardeşliğin ne denli mühim olduğunu anlatır.
İslam, insanları kabilecilikten, ırkçılıktan, nefsi ihtilaflardan arındırarak tek bir ümmet çatısı altında toplamıştır. Tarih boyunca İslam medeniyetinin yükselişinde, bu birliğin ve beraberliğin büyük bir rolü olmuştur. Ayrılık ve tefrika ise, her türlü ilerlemenin önündeki en büyük engeldir.
***********
Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin belirttiği gibi, “Bizim düşmanımız cehalet, zaruret, ihtilâftır.” Bu üç düşmana karşı ancak ilimle, sanatla, marifetle ve ittifakla cihad edebiliriz.”
Namaza dair Hz. İbrahim’in (a.s.) duası ise, nesiller boyu devam etmesi arzu edilen bir ibadet bilincinin göstergesidir:
“Rabbim! Beni ve soyumdan gelecek olanları namazı devamlı kılanlardan eyle; Rabbimiz, duamı kabul et.” (İbrâhîm Suresi, 40) Namaz, müminin miracı, Allah ile kul arasındaki en güçlü bağdır. Nesillerin bu bağdan kopmaması için yapılan bu dua, aynı zamanda bir aile reisinin sorumluluğunu ve ahiret kaygısını da gözler önüne serer.
Peki, bu dünyadan sonra ne olacak?
Ölü toprağı diriltenin kim olduğunu sorarak bu soruya cevap verir: “Ölmüş yeri ihya edip yüz binler ölmüş taifeleri ihya eden kimdir? Hak’tan başka ve bütün kâinatın Hâlık’ından başka şu işi kim yapabilir? Elbette O yapar. O ihya eder. Madem Hak’tır, hukuku zayi etmeyecektir. Sizi bir mahkeme-i kübraya gönderecektir. Yeri ihya ettiği gibi sizi de ihya edecektir.”
Bu ifadeler, ahiret inancının ve Allah’ın kudretinin bir delilidir. Kışın ölen doğayı baharda yeniden dirilten kudret, elbette ki ölen insanları da haşirde diriltecektir. Bu hakikat, insanı gafletten uyandırır ve ebedi hayata yönelik hazırlık yapmaya teşvik eder.
Gafletten uzak durmak ve gençliği en verimli şekilde değerlendirmek, şu hikmetli sözlerle anlatılır: “En hayırlı genç odur ki ihtiyar gibi ölümü düşünüp âhiretine çalışarak, gençlik hevesatına esir olmayıp gaflette boğulmayandır.”
Gençlik, enerjinin, öğrenme arzusunun ve geleceğe yönelme potansiyelinin zirveye çıktığı bir dönemdir. Bu dönemi, geçici heveslere ve dünya malına esir olarak ziyan etmek yerine, ebedi hayata yatırım yaparak değerlendirmek, akıllıca bir tercihtir.
Risale-i Nur Külliyatı’ndan Mektubat’ta geçen bu ifade, “gaflet”in insan için ne denli büyük bir tehlike olduğunu hatırlatır.
Ve son olarak, tüm bu hikmetli düsturların temelini oluşturan adalet ilkesi:
“Saadet-i beşeriye dünyada adalet ile olabilir. Adalet ise doğrudan doğruya Kur’an’ın gösterdiği yol ile olabilir…” (Hutbe-i Şamiye 79)
İnsanlık tarihi boyunca adaletin önemi, daima vurgulanmıştır. Gerçek mutluluk ve huzur, ancak adaletin tesis edilmesiyle mümkündür. Ve bu adalet, İlahi kelam olan Kur’an’ın gösterdiği yolda, onun prensipleriyle hareket ederek sağlanabilir. Kur’an, sadece bireysel ibadetleri değil, toplumsal düzeni, hukuku, ahlakı ve ilişkileri de en güzel şekilde tanzim eden bir hayat rehberidir.
Özet:
Makale, nar ağacının fedakarlığı ve İlahi rahmetin tecellisi, imanın günahlardan arındırıcı gücü, İslam’da birliğin ve kardeşliğin önemi, namazın nesiller boyu devamlılığı ve ahiret inancının önemi gibi konuları ele almıştır. Gençliğin gafletten uzak, ahirete yönelik değerlendirilmesi gerektiği ve gerçek adaletin ancak Kur’an’ın çizdiği yolda bulunabileceği anlatılmıştır.
Tüm bu konuların özünde, insanı maddi ve manevi kemalata ulaştıracak hikmetli düsturlar ve Risale-i Nur’un tefsir ve iman hakikatlerine dayalı derinlikli bakış açısı bulunmaktadır.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com