Sıkıntı Perdesinin Ardındaki Güzellikler: Hikmet ve Teslimiyet
Sıkıntı Perdesinin Ardındaki Güzellikler: Hikmet ve Teslimiyet
İnsanlık tarihi, baştan sona, “zahiren çirkin perdeler altında, gayet güzel neticeler”in saklı olduğu bir ibretler dizisidir. Hz. Yusuf’un kuyuya atılmasından Mısır’a sultan olmasına, Hz. Musa’nın Firavun’un sarayında büyümesinden kavmini kurtarmasına kadar, Kur’an-ı Kerim’de anlatılan kıssalar; ya da tarihin dönemeçlerinde yaşanan büyük buhranların, sonunda daha büyük ilerlemelere ve aydınlanmalara kapı aralaması… Tüm bunlar, Bediüzzaman Said Nursi’nin bu derin hakikati ifade eden sözünün canlı şahitleridir.
Her bir bireyin hayatında da durum farklı değildir. Karşılaştığımız hastalıklar, musibetler, maddi kayıplar, beşeri ilişkilerdeki kırgınlıklar… İlk bakışta ıstırap verici, yıkıcı ve çirkin görünen bu hadiseler, çoğu zaman kalbimizi inceltir, ruhumuzu arındırır, sabrımızı ve metanetimizi güçlendirir. Bir zarar gibi görünen durum, aslında belki de bizi daha büyük bir beladan koruyan, yeni kapılar açan, dahili bir olgunlaşma sürecini tetikleyen bir lütuf perdesidir. Tıpkı bir cerrahın acı veren neşteri gibi; keser, yaralar, ama sonunda şifa verir. Bu perspektiften bakıldığında, “bir zararımıza bedel, yüz menfaat bizlere ihsan ediliyor” sözünün derin anlamı tezahür eder.
Bu hikmetli bakış açısı, insana geçici ve muvakkat sıkıntılara karşı farklı bir duruş sergileme yeteneği kazandırır.
Hayatın gelgitlerinde savrulmak yerine, her hadisede ilahi bir maksat ve hayır arayışına girilir. Zira iman ehli bilir ki, kâinatta abes (boş ve anlamsız) bir şey yoktur. Her şey, mutlak bir irade ve hikmetle tanzim edilmektedir. Yaşanan her sıkıntı, bir imtihan, bir ders, bir terfi vesilesidir. Bu bilinçle hareket eden kişi, fani dünyanın gelip geçici sarsıntılarına aşırı ehemmiyet vermekten kurtulur, kalbi ve zihni daha ulvi hedeflere odaklanır.
Geçmişten günümüze nice bilge şahsiyet, bu hakikati idrak etmiş ve sıkıntıları birer basamak olarak kullanmıştır. Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî, “Hamdım, piştim, yandım” derken, çektiği çilelerin kendisini nasıl olgunlaştırdığını ifade etmiştir. Yunus Emre, aşkın ateşinde yanarak nasıl kemale erdiğini dile getirmiştir. Bu büyükler, zahiri perdelerin ardındaki güzellikleri görebildikleri için, zorluklar karşısında yılmamış, bilakis onlardan feyz alarak daha da yücelmişlerdir.
Günümüz insanı, konfor arayışı içinde en küçük bir sıkıntıya dahi tahammül edememektedir. Maddiyatın ve anlık hazların peşinden koşan modern dünya, insanı “geçici, muvakkat sıkıntılara ve sarsıntılara ehemmiyet vermemek” ilkesinden uzaklaştırmıştır. Oysa asıl huzur, bu ilahi hikmeti kavramak ve kadere teslim olmakla mümkündür. Her düşüşün bir yükselişin habercisi, her karanlığın bir şafağın müjdecisi olduğunu bilmek, ruhi dinginliğin anahtarıdır. Sıkıntılar, bir nevi ruhi detoks gibidir; fazlalıkları atar, özü berraklaştırır ve bizi hakiki benliğimize yaklaştırır.
Netice itibarıyla, hayatın akışında karşımıza çıkan her tür olumsuzluğa, sadece anlık ve zahiri yüzüyle bakmak yerine, onun derinindeki hikmeti ve taşıdığı potansiyel hayrı görmeye çalışmak elzemdir. Bu, bizi teslimiyete, şükre ve olgunluğa götürecek, aynı zamanda iç huzurumuzu artıracak yegane yaklaşımdır.
Özet:
Makale, Bediüzzaman Said Nursi’nin “Zahiren çirkin perdeler altında, gayet güzel neticeler var. Bir zararımıza bedel, yüz menfaat bizlere ihsan ediliyor. Onun için, geçici, muvakkat sıkıntılara ve sarsıntılara ehemmiyet vermemek lâzımdır.” sözünü merkezine almaktadır.
Makalede, hayatımızdaki ve tarihteki olumsuz görünen olayların (sıkıntı, musibet, zarar gibi) aslında daha büyük hayırlar, faydalar ve olgunlaşma süreçleri barındırdığı anlatılmaktadır. Hz. Yusuf ve Hz. Musa gibi peygamber kıssaları ile Mevlânâ ve Yunus Emre gibi bilge şahsiyetlerin hayatlarından örnekler verilerek bu hikmetli bakış açısı desteklenmiştir. Modern insanın konfor arayışının bu derin anlayıştan uzaklaştığına değinilerek, asıl huzurun ilahi hikmeti kavramak ve sıkıntılara aşırı ehemmiyet vermemekle mümkün olduğu anlatılmıştır.