İnsanın Yolculuğu: Hakikat, Şükür ve İman Ekseni
İnsanın Yolculuğu: Hakikat, Şükür ve İman Ekseni
Kâinatın engin sahnesinde, insan denilen mucizevi varlık, varoluş gayesini arayan bir yolcudur. Bedîüzzaman Said Nursî’nin veciz ifadeleriyle derinleşen bu yolculukta, hakikatin elmasları ile dünya heveslerinin cam kırıkları arasındaki tercih, insanın kaderini belirler. Nefsin ve şeytanın fısıltılarına kulak verenler “esfel-i safilîn”e düşerken, Hak ve Kur’an’ın sesine uyanlar “a’lâ-yı illiyyîn”e yükselir ve kâinatın güzel bir takvimi haline gelirler.
Bu, sadece bir iman meselesi değil, aynı zamanda varoluşun en temel bilimsel ve felsefi sorgulamalarını da içinde barındıran bir hakikattir.
Hakikatin Elmasları ve Dünya Heveslerinin Cam Kırıkları
***********
Bedîüzzaman, vicdanını dünyaya satan, hakikat elmaslarını pis, muzır şişe parçalarına mübadele edenleri “insan suretindeki yılanlar” olarak nitelendirir. Bu ifadeler, basit bir ahlaki eleştirinin ötesinde, insan fıtratının en derin çelişkisine işaret eder. Modern bilim ve teknoloji, insana sayısız imkân sunarken, aynı zamanda maddeye ve geçici lezzetlere olan düşkünlüğü körükleyebilir.
Sanal gerçeklik dünyaları, hızlı tüketim kültürü ve anlık hazlar peşinde koşma eğilimi, “hakikat elmasları” olan manevi değerleri göz ardı etmeye itebilir. Oysa gerçek bilimsel çalışmalar, kâinatın işleyişindeki mükemmeliyeti ve her zerresindeki ilahi sanatı keşfederken, insanı acizliğinden ve cehaletinden arındırarak daha yüce hakikatlere kapı aralar. Risale-i Nur, bu noktada bir tefsir ve rehber olarak devreye girer; kâinat kitabının ayetlerini okuyarak, maddenin ötesindeki manevi âlemleri, Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellilerini gözler önüne serer. Bu, sadece kalbe hitap eden bir talim değil, aynı zamanda aklı da ikna eden bir programdır.
*********
Şükür: Manevi Lezzetlerin Anahtarı
“Hevesli akılsız çocuklar gibi, muvakkat, ehemmiyetsiz lezzetlerin peşinde koşma!” uyarısı, modern insanın en büyük handikaplarından birini dile getirir. Fani zevkler, ardında manevi elemler ve teessüfler bırakırken, sıkıntılar ve elemler bilakis manevi lezzetler ve uhrevi sevaplar verir. Bu paradoks, şükür kavramıyla çözülür. Yenilen lezzetli bir nimetin şükür vasıtasıyla bir nur ve uhrevi bir meyve-i Cennet olması, şükrün sadece bir ibadet değil, aynı zamanda varoluşu dönüştüren bir anahtar olduğunu gösterir.
Nankörlüğün mizanı hırs ve israf, hürmetsizlik ve haram helal demeyip rastgele yemek iken, şükür, bereketi ve huzuru beraberinde getirir. Teknoloji çağında, her şeye kolayca ulaşabilme yanılması, şükür duygusunu köreltebilir. Ancak, bir programın algoritması bile bir amaca hizmet ederken, kâinatın her zerresi bir hikmetle yaratılmış ve sayısız nimetle donatılmıştır. Bilimsel bir keşif dahi, o keşfin altında yatan ilahi yasalara ve düzenlemelere karşı bir hayranlık ve şükür hissiyatı uyandırmalıdır.
***********
İnsanın Yükümlülüğü ve Yaratıcısıyla İlişkisi
İnsan, sema, arz ve cibalin kaldırmasından çekindikleri “emanet-i kübra”yı omuzlanan, iki acayip yolun (hayır ve şer) önünde duran, geniş bir ubudiyetle mükellef bir varlıktır. Kâinatın sultanının ism-i a’zamına mazhar, bütün esmasına bir cami’ ayine ve hitabat-ı Sübhaniyesine en anlayışlı muhataptır. Bu yüce makam, insana büyük bir sorumluluk yükler. Allah’ın rahmetinin cemalini, şefkatinin güzelliğini ve rububiyetinin kemalini göstermek için bu kâinatın bir ziyafetgâh, bir teşhirgâh ve bir seyrangâh olarak yaratıldığı gerçeği karşısında, insanın vazifesi şükür ve hamd etmektir. Akıl, her şeyin arkasındaki Sanî-i Rahîm ve Kerîm’i görmezden gelemez.
************
“Ey insan! Aklını başına al. Hiç mümkün müdür ki; bütün enva’-ı mahlukatı sana müteveccihen muavenet ellerini uzattıran ve senin hacetlerine ‘Lebbeyk!’ dedirten Zât-ı Zülcelâl; seni bilmesin, tanımasın, görmesin?” Bu çarpıcı soru, imanın sadece hissi bir durum değil, aynı zamanda akli bir zorunluluk olduğunu anlatır. Kâinatın sürekli olarak canlılarla doldurulup boşaltılması, kendini tanıttırmak ve ibadet ve tesbihat ettirmek içindir. Allah, bu dünyayı zîşuurlarla şenlendirirken, semavatı ve yıldızları boş ve hâlî bırakmaz, onlara münasip ahali yaratır. Saltanat-ı rububiyetini en büyük memleketinde hademesiz, haşmetsiz, memursuz, elçisiz, yaversiz, nazırsız, seyircisiz, âbidsiz, raiyetsiz bırakması düşünülemez. Her mevcut, kendine mahsus bir dille Hâlık’ının vahdaniyetine ve Sanî’inin rububiyetine dair manevi sözlerini ifade eder.
Sonuç:
İnsanın yolculuğu, dünya lezzetlerinin geçici cazibesi ile hakikatin kalıcı elmasları arasındaki seçime dayanır. Risale-i Nur, bu yolculukta ışık tutarak, şükrün anahtarını, imanın akli temelini ve insanın kâinattaki yüce makamını hatırlatır. Bilim ve teknolojinin sunduğu imkanlar, bu derin hakikatleri daha iyi anlamamıza ve Yaratıcı ile olan bağımızı güçlendirmemize vesile olabilir. Önemli olan, aklı, kalbi ve ruhu birleştirerek, geçici olanın değil, ebedi olanın peşinden gitmek ve her anımızı şükürle, hamd ile doldurmaktır.
Makale Özeti:
Bu makale, Bedîüzzaman Said Nursî’nin Risale-i Nur’daki sözleri ışığında, insanın varoluşsal ilgili yolculuğunu ve hakikat arayışını ele almaktadır.
Makale, insanın geçici dünya hevesleri ile ebedi hakikat elmasları arasındaki tercihine odaklanarak, vicdanını dünyaya satanların düştüğü durumu ve Hak yolunda ilerleyenlerin kazanımlarını anlatır.
Şükür kavramının manevi lezzetlerin ve uhrevi sevapların anahtarı olduğu belirtilirken, nankörlüğün olumsuz sonuçlarına dikkat çekilir.
Ayrıca, insanın kâinattaki özel konumu, Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellileri karşısındaki sorumluluğu ve Yaratıcı ile olan ilişkisi üzerinde durulur. Makale, bilim ve teknolojinin bu hakikatleri anlama yolunda bir araç olabileceğini ima ederek, insanın aklını, kalbini ve ruhunu birleştirerek hakikate ulaşması gerektiğini anlatır.
Sonuç olarak, insanın şükür, hamd ve iman ekseninde bir yaşam sürerek ebedi mutluluğa erişebileceği mesajı verilir.