İnsan ve Ebediyet Yolculuğu: Fani Hayatın İmtihanı ve Baki Kurtuluş
İnsan ve Ebediyet Yolculuğu: Fani Hayatın İmtihanı ve Baki Kurtuluş
İnsan, kâinat sahnesinde aciz ve zayıf bir varlık olarak belirir; ihtiyaçları sonsuz, belaları çoktur. Hayatın yükü ağırdır ve bu yükü tek başına taşımak mümkün değildir. Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin belirttiği gibi, eğer Kadir-i Zülcelâl’e dayanıp tevekkül etmez, O’na itimat edip teslim olmazsa, vicdanı daima azap içinde kalır; semeresiz meşakkatler, elemler, teessüfler onu boğar, “ya sarhoş ya canavar eder.”
Bu sözler, insanın fıtratındaki boşluğu ve ancak Yaradan’a bağlanmakla dolabilecek manevi açlığı net bir şekilde ortaya koyar. İnsan, ebed için yaratılmıştır; bu fani dünya, onun sonsuzluk yolculuğunda bir durak, bir imtihan yeridir.
Ne var ki, bu fani hayatın aldatıcı cazibeleri insanı kolayca sarabilir. “Her kim hayat-ı fâniyeyi esas maksat yapsa zahiren bir cennet içinde olsa da manen cehennemdedir.”
Dünya nimetlerinin geçiciliğini ve bunların asıl maksat edinildiğinde getirdiği manevi boşluğu bu cümleyle çarpıcı bir şekilde ifade edilmiştir. Görünen bir cennet, aslında derin bir dahili cehennemi barındırabilir. Çünkü insan ruhu, fani olanla doyuma ulaşamaz; o, ebedi olanın peşindedir.
İşte bu yüzden, “her kim hayat-ı bâkiyeye ciddi müteveccih ise saadet-i dâreyne mazhardır.”
İki dünya saadetine ulaşmanın sırrı, ebedi olana yönelmekte, geçici heveslere takılıp kalmamaktadır.
Kasas Suresi 28/77. Ayet’te buyrulduğu gibi: “Allah’ın sana verdiğinden âhiret yurdunu kazanmaya bak ve dünyadan nasibini unutma! Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de insanlara ihsanda bulun. Yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışma! Şüphesiz Allah bozgunculukları sevmez.”
Bu ayet, dünya ve ahiret dengesini mükemmel bir şekilde özetler. Dünyayı tamamen terk etmek de aşırıya gitmek de yanlıştır. Önemli olan, dünya nimetlerini birer araç olarak görmek ve onları ahiret için birer azık kılmaktır. Aynı zamanda, insanın sadece kendi nefsiyle meşgul olmaması, Allah’ın kendisine ihsan ettiği gibi başkalarına da ihsanda bulunması, yani toplumsal sorumluluklarını yerine getirmesi gerektiği anlatılır.
***********
Peyami Safa’nın “Bir milleti yok etmek isterseniz askerî istilâya lüzum yoktur. Ona tarihini unutturmak, dilini bozmak, dininden soğutmak ve dolayısıyla mânevî değerlerini, ahlâkını yozlaştırmak kâfidir” sözü, ayetin toplumsal boyutunu teyit eder niteliktedir. Bozgunculuk, sadece fiziki yıkım değil, aynı zamanda manevi ve ahlaki çürümeyi de kapsar.
Dünya, tüm lezzetleri, sefahâtleri ve safalarıyla ruha ağır bir yüktür. “Ruhu fasid, kalbi hasta olanlardan başka kimse o ağır yükün altına giremez.”
Kalbi ve ruhu sağlam olanlar, bu yükün altına girmez, yani dünyanın aldatıcı cazibelerine kapılmazlar. Onlar bilirler ki, sahip oldukları iman gibi hadsiz derecede kıymetli bir nimet varken, ihtiyarlık da, hastalık da, vefat da hoştur. Çünkü bunlar, imanın gözüyle bakıldığında birer sınav, birer arınma vesilesidir. Nahoş olan, günahlar, sefahâtler, bid’atlar ve dalâletlerdir.
Peki, bu dünya imtihanında doğru yolu nasıl bulacağız?
Hazreti Mevlâna’nın gönüllere hitap eden öğüdü bu noktada bir rehberdir: “Ey gönül; Tenha bir yerde dilediğin kadar RABB’ine ağla Ama sakın ola tenha bir yerde ağlayan birine sebep olma!”
Bu söz, bireysel ibadetin derinliğini ve samimiyetini vurgularken, aynı zamanda başkalarının acısına sebep olmaktan kaçınmanın önemini hatırlatır. Kendi iç dünyamızda Allah ile bağımızı kurmak ne kadar önemliyse, dış dünyada da insanlara faydalı olmak, zulmetmemek, haksızlığa uğratmamak o kadar önemlidir.
Ancak bu yolda tehlikeler de mevcuttur.
*********
“Hiçbir müfsid ben müfsidim demez. Daima suret-i haktan görünür. Yahut bâtılı hak görür. Evet, kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan almayınız.”
Bu, hak ile batılın karıştığı, doğruluğun maskesi altında yanlışların gizlenebildiği bir dünyada, her söylenene hemen inanmamak, her görüneni hak zannetmemek gerektiğini ifade eder. Aklı ve imanı bir mihenk taşı gibi kullanarak, hakikati batıldan ayırmak gerekir.
İçimizden kimimiz dünyayı isteriz, kimimiz ise ahireti. Bu, Al-i İmran Suresi 152. ayette de belirtildiği üzere, insan fıtratındaki bir eğilimdir. Ancak önemli olan, kalbin asıl yönelişini ebedi olana çevirmek ve fani olanı bir geçiş noktası olarak görmektir. İşte bu anlayışla yaşanan bir hayat, hem dünyada huzur ve bereket getirir hem de ahirette sonsuz bir saadeti müjdeler.
Özet:
Bu makale, insanın zayıflığına, ihtiyaçlarının sonsuzluğuna ve Kadir-i Zülcelâl’e tevekkül etmenin gerekliliğine işaret edetek başlar. Fani dünyanın asıl maksat edinilmesi halinde manevi bir cehenneme dönüşeceğini, ebedi hayata yönelmenin ise iki dünya saadetini getireceğini belirtir.
Kasas Suresi’ndeki ayetle dünya ve ahiret dengesini, infak etmenin ve bozgunculuktan sakınmanın önemini açıklar.
Peyami Safa’nın sözleriyle milletlerin manevi değerlerinin yozlaşmasının tehlikelerine dikkat çeker.
Dünya nimetlerinin geçici yükünü ve imanın, hastalık ve yaşlılık gibi zorlukları dahi hoş karşılamanın anahtarı olduğunu ifade eder.
Hz. Mevlana’nın öğüdüyle bireysel ibadetin derinliği ile başkalarına zarar vermemek arasındaki ilişkiyi kurar.
Son olarak, müfsitlerin suret-i haktan görünebileceği uyarısıyla doğruyu yanlıştan ayırmanın ve hakikati mihenge vurarak anlamanın önemini ifade eder. Makale, insanın ebediyet için yaratıldığı gerçeğinden hareketle, fani hayatın imtihanını ve baki kurtuluşa giden yolu işlemeyi amaçlamaktadır.