“Devlet Güven Veriyor mu?” Sorusunun Gölgesinde: Korkunun Zihinsel Kalıtımı ve Toplumsal Hafızadaki Derin İzler
“Devlet Güven Veriyor mu?” Sorusunun Gölgesinde: Korkunun Zihinsel Kalıtımı ve Toplumsal Hafızadaki Derin İzler
Güven mi, Gölge mi?
Modern bir vatandaşın zihninde dönüp duran sorulardan biri:
“Devlet bana güven veriyor mu?”
Bu soru, sadece hukuki bir sorgulama değil; aynı zamanda tarihsel, psikolojik, sosyolojik ve hatta manevî bir arayıştır.
Kurban Bayramı’nda bir günde beş ayrı trafik cezası yiyen bir vatandaşın içinden geçen öfke, endişe ve belirsizlik duygusu, sadece bir bireyin değil, toplumsal bilinçaltının bir tezahürüdür.
Çünkü bu millet, sadece bugünün devletiyle değil; dünün zulümleriyle, yarının belirsizlikleriyle, geçmişin Firavunlarıyla, bugünün radarlarıyla baş etmeye çalışıyor.
Bunu bende yaşadım.
Mesela, geçen kurban bayramında insanların bir yerden bir yere giderken ceza korkusu
Bunu bende yaşadım.
Ve yazdım.[1]
Ve dün yoldan gelirken genel olarak devlet güven veriyor mu sorusuna odaklandım.
Acaba bu güvensizlik veya korkuyu kendimiz mi oluşturuyoruz, yoksa geçmişten gelen korkular ve o korkunun yara ve kalıntıları mı ve de devlet o güveni yeterli derece de vermiyor mu?
Herkes kendi dünyasında bu cevabı verebilir ve bulabilir.
Evvela yüz yıllık maddi ve manevi hatta firavunlara taş çıkartacak ve onları gölgede bıraktırma zulümlerini bu millet yaşadı ve bu millete yaşatıldı.
- Tarihsel Hafıza: Tih Çölünden Türkiye’ye
Yahudiler, Firavun’un zulmünden kaçtıktan sonra Tih çölünde 40 yıl boyunca yaşadılar.
Ama dikkat çekici olan şudur:
Zulüm sona ermişti ama korku devam ediyordu.
Oturan bir adam bir anda irkilip “Firavun geliyor mu?” diye etrafına bakıyordu.
Çünkü Firavun zihinden çıkmamıştı.
Bugün Türk halkı da 28 Şubat’la, 12 Eylül’le, 27 Mayıs’la, 15 Temmuz’la, yaşanan sistematik inkılaplarla, darbelerle, fişlemelerle büyümüş bir halktır.
Bu yüzden radar cezası bile bir trafik kuralı değil, bir baskı ve kontrol sembolü olarak hissedilebiliyor.
- Sosyolojik Bir Gerçek: Güvensizlik Bir Duygu Değil, Bir Alışkanlık
Toplumların hafızası vardır.
Ve bazı duygular nesiller arası aktarılır.
Tıpkı genetik hastalıklar gibi, korkular da aktarılır.
Baba askerde fişlenmişse, oğlu öğretmen olduğunda temkinli olur.
Anne başörtüsüyle üniversiteye alınmamışsa, kız torun bile sistemden şüphe eder.
Bu toplumsal refleks, “tecrübe”nin çocuğudur.
- Edebi ve Hikmetli Bakış: Devlet Baba mı, Bekçi mi?
Halk arasında “Devlet baba” denir.
Ama bazı dönemlerde bu baba, çocuklarını koruyan değil; onları gözetleyen, şüpheyle izleyen bir figüre dönüşmüştür.
Devletin şefkati yerine sopası görünmüşse, vatandaş itaat eder ama güvenmez.
Güven, hukuki değil, hissî bir bağdır.
Bir baba, çocuğuna ceza kesebilir ama bunu güvenle yapmazsa, o çocuk korkar ama sevmez.
- Bilimsel Açıdan: Devlete Güven Nedir, Nasıl Oluşur?
Siyasi psikolojiye göre, devlete güven üç temel unsurla inşa edilir:
- Adaletin Tesisi: Herkese eşit davranmak, ayrıcalığı ortadan kaldırmak.
- Şeffaflık ve Hesap Verebilirlik: Gücün sınırlandığına dair halka güvence vermek.
- İnsan Onuruna Saygı: Vatandaşı potansiyel suçlu gibi değil, özne gibi görmek.
Radar cezası teknik olarak bir uygulamadır; ama ardında eşitsiz, adaletsiz ve keyfî bir ceza düşüncesi varsa, vatandaş bunu zulüm gibi hisseder.
- Akıl ve Mantık Çerçevesi: Güvensizlik Kimin Sorumluluğunda?
Akıl şunu sorar:
Devletin güven vermemesi mi asıl mesele, yoksa bireylerin zihninde güvene yer olmaması mı?
Cevap karmaşıktır.
Evet, birey zamanla paranoyaklaşabilir.
Ama çoğu zaman bu paranoyanın temeli, gerçek tecrübelerle doludur.
Bugün radar korkusu taşıyan bir vatandaş, belki de geçmişte bir başörtüsü cezası, bir mülakat haksızlığı, bir karakol baskısı, bir gece ansızın gelen fişleme ile büyümüştür.
Bu nedenle, vatandaşın korkusu irrasyonel değil; hatırlatıcıdır.
- İbretli Bir Tezat: Zamanda Kaybolan Millet
Dakyanus’un zulmünden kaçan Ashab-ı Kehf, 309 yıl sonra uyandıklarında bam başka bir toplumla karşılaştı.
Onların korkuları, halkın zihninde artık yok olmuştu.
Ama kendi içlerinde hâlâ taşıyorlardı o korkuyu.
Demek ki korkunun silinmesi için, sadece zamanın geçmesi değil,
aynı zamanda zihnin ve kalbin yenilenmesi gerekir.
Geçmişin zulmünü gören bu millet ister istemez zihnindeki mazinin karanlıkların silemiyor, o korkularla beraber yaşıyor.
Acaba?, diyerek.
Belliki bu güven için güvenli yöneticilerle beraber geçmişin korku,leke ve kirlerini görmemiş,sadece baba ve dedelerinden duyacak bir kaç neslin gitmesi gerekecek.
Babalarımız ve bizler Firavunları ve Dakyanusları görmüş yaralı bir milletiz.
O korkuları yaşıyor ve hissediyoruz.
Zaman,zemin geçse ve şahıslar ve yöneticiler değişse de…
Sonuç: Devletin Gölgesinden Devletin Gönlüne
Bugün Türkiye’de birçok kişi devlete güvenmek istiyor ama içten içe çekiniyor.
Çünkü güven, sadece hukuki garantilerle değil; psikolojik ve manevi izlerle inşa edilir.
Güvensizlik bir duygu değil, birikmiş tecrübelerin sonucu olan bir zihinsel reflekstir.
Devletin güven vermesi için sadece yeni yollar, yeni projeler değil;
aynı zamanda eski korkuları tedavi edecek adalet, şeffaflık ve insanlık gerekir.
Ve bu güven, ancak “radar” yerine “rehber” olan bir devlette filizlenebilir.
Özet:
Bu makale, “Devlet güven veriyor mu?” sorusu üzerinden toplumun tarihsel, psikolojik ve sosyolojik hafızasını analiz etmektedir.
Kurban Bayramı’nda yaşanan ceza örneğiyle somutlaşan devlet-korku ilişkisi, sadece bugünün değil, geçmiş darbeler, zulümler ve inkılaplarla dolu karanlık hafızaların yansımasıdır.
Devletin güven vermesi, sadece yasal düzenlemelerle değil; halkın kalbinde bıraktığı izlerle, geçmişin karanlıklarını temizlemesiyle mümkündür.
[1] https://tesbitler.com/2025/06/10/ikinci-bir-kurban-radar-cezalariyla-golgelenen-bayram/