İlahi Rızanın Gölgesinde Bir Ömür: İman ve Tefekkür Yolculuğu
İlahi Rızanın Gölgesinde Bir Ömür: İman ve Tefekkür Yolculuğu
Hayat, insan için bir yolculuktur; inişli çıkışlı patikaları, derin vadileri ve zirve noktalarıyla dolu, muazzam bir keşif serüveni. Bu yolculukta, insanın attığı her adımın, aldığı her nefesin bir anlamı ve gayesi vardır. Görünen ve görünmeyen tüm âlemlerin yaratıcısı olan Yüce Allah’a olan iman, bu yolculuğun pusulasıdır.
Zira “Ne kadar hamd ve medih varsa, kimden gelse, kime karşı da olsa, ezelden ebede kadar hastır ve layıktır o Zât-ı Vâcibü’l-Vücud’a ki, ALLAH denilir.”
Bu derin hakikat, varlığın özünde bulunan bir şükran borcunu ve sonsuz bir teslimiyeti fısıldar bizlere.
Her şey O’ndandır ve her şey O’na dönecektir.
İman, sadece kuru bir kelime değil, aynı zamanda bir duruş, bir anlayış ve bir yaşam biçimidir.
Nitekim;”İmanın rükünlerinden en mühimmi, iman-ı Billah’tır; Allah’a imandır. Sonra Nübüvvet ve Haşir’dir. Bunun için, bir insanın en başta elde etmeye çalıştığı ilim; iman ilmidir. İlimlerin esası, ilimlerin şahı ve padişahı; iman ilmidir.”
Bu ifadeler, bilginin hiyerarşisinde imanın merkeziliğini ortaya koyar. Diğer tüm ilimler, eğer iman nuruyla aydınlanmazsa, sadece maddeye takılıp kalır ve varoluşun derin sırlarına vakıf olamaz. İman ilmi, kâinat kitabının ve insanın kendisinin şifrelerini çözmenin anahtarıdır.
Kuran-ı Kerim’in ise bu iman yolculuğundaki rolü paha biçilmezdir.
“Kuran hem zikirdir, hem fikirdir, hem hikmettir, hem ilimdir, hem hakikattir, hem şeriattır, hem sadırlara şifa, müminlere hüda ve rahmettir.”
Kuran, sadece okunup geçilecek bir metin değil, düşünceleri besleyen, kalplere şifa veren, hayatı şekillendiren ve insanı doğru yola ileten ilahi bir rehberdir. Onun her ayeti, bir tefekkür kapısını aralar ve insanı evrenin muhteşem düzeni üzerine düşünmeye sevk eder.
Nitekim “O’nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez.” (En’âm Sûresi 6/59) ayeti, her zerrenin ilahi bir plan dahilinde hareket ettiğini ve hiçbir şeyin tesadüf eseri olmadığını açıkça belirtir.
Bu, aynı zamanda bir arının küçük kafasındaki muazzam sistemden, bal yapışına ve dünyaya hediyeler getirişine kadar her şeyin bir yaratıcının ilim ve kudretiyle mümkün olduğunu gösterir.
“Evet bir arının küçük kafasında kâinat bahçesindeki çiçekleri tanıyacak ve ekser envaıyla münasebetdar olacak ve bal gibi bir hediye-i rahmeti getirecek ve dünyaya geldiği günde şerait-i hayatı bilecek derecede bir istidadı, bir kabiliyeti, bir cihazı derceden zât; elbette bütün kâinatın Hâlıkı olabilir.”
Bu cümleler, en küçük canlının bile ilahi sanatın bir tezahürü olduğunu ve akıl sahipleri için nice ibretler barındırdığını anlatır.
Ancak bu iman ve tefekkür yolculuğunda, insanın en büyük düşmanı çoğu zaman kendi gafletidir.
Hz. Mevlana’nın veciz ifadesiyle, “İnsanı ateş değil, kendi gafleti yakar. Herkeste kusur görür, kendisine kör bakar.
Neye nasıl bakarsan, o da sana öyle bakar.”
Bu sözler, insanın kendi iç dünyasına dönmesi, özeleştiri yapması ve yargılayıcı bir bakış açısı yerine anlayışlı bir tutum sergilemesi gerektiğini öğütler. Başkalarındaki kusurları görmeye odaklanmak yerine, kendi eksikliklerimizi gidermeye çalışmak, dahili huzurun ve gelişimin anahtarıdır.
Bu makamda, ilahi rızayı kazanmanın ehemmiyeti devreye girer.
“Amelinizde rızayı İlahî olmalı. Eğer O razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. Eğer O kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yok.” (İhlas Risalesi).
Bu ifade, tüm amellerin temel gayesinin Allah’ın rızasını kazanmak olması gerektiğini ifade eder. Dünya halkının takdir veya tenkidi geçici ve önemsizdir; önemli olan, âlemlerin Rabbi’nin nazarında makbul olmaktır.
Hz. Ali (r.a.)’nin sözleri ise bu dünya hayatının geçiciliğine ve ahiret hayatının ebediliğine dikkat çeker:
“Dünya arkasını dönmüş gidiyor. Ahiret ise yüzünü dönmüş geliyor. Her birinin kendine has evlâtları (tâlipleri) vardır. Siz ahiretin evlâtları olun, dünyanın evlâtlarından olmayın!
“Bugün amel işleme günüdür, hesap yoktur. Yarın ise hesap vardır, amel işleme imkânı yoktur.” (Buhârî, Rikâk, 4).
Bu sözler, hayatın her anını değerli kılmamız, ahiret için azık toplamamız ve gafletten uyanmamız gerektiğini hatırlatır.
Tövbe ve amel için bugünün fırsat olduğunu, yarının ise pişmanlıklarla dolu olabileceğini gözler önüne serer.
Son olarak, İbrahim Hakkı Hazretleri’nin derin bir teslimiyet ve tevekkül anlayışını yansıtan sözleri, bu yolculuğa ışık tutar:
“Hak şerleri hayreyler, Zannetme ki gayreyler, Ârif anı seyreyler… Mevlâ görelim neyler, Neylerse güzel eyler.”
Bu dizeler, mutlak hayır ve şer kavramlarını ilahi takdir penceresinden ele alır. Bazen şer gibi görünen olayların ardında nice hayırların gizli olduğunu, arif kişilerin bunu idrak ettiğini ve her şeyin eninde sonunda Allah’ın dilemesiyle güzelleşeceğini ifade eder. Bu, zorluklar karşısında sabrı, musibetler karşısında tevekkülü ve her durumda Allah’a olan güveni telkin eden güçlü bir mesajdır.
Kısacası, insan yaşamı, ilahi rızayı arama, imanı tahkim etme, Kuran’la hemhal olma, gafletten uzak durma ve her durumda Allah’a teslim olma sürecidir.
**********
Türkiye’nin İslam âlemindeki konumu da, Hazreti Bediüzzaman Said Nursi’nin belirttiği gibi, bu manevi yolculukta önemli bir rol oynamaktadır:
“Âlem-i İslâm kapısının kilidi Türkiye’dir. Bu kilit bu kapıyı Âlem-i İslâm üzerine açar. Kat’iyen buradan gitmek için izin yok.”
Bu söz, Türkiye’nin İslam dünyasındaki stratejik ve manevi önemini anlatırken, aynı zamanda Müslümanların birliği ve uyanışı için taşıdığı potansiyele de işaret eder. Bu yolculukta, her bir birey, küçük bir arı misali, ilahi kudretin ve rahmetin birer delili olarak, kendi üzerine düşen görevi yerine getirme çabası içinde olmalıdır.
Özet:
Bu makale, gönderilen görsellerdeki hikmetli sözler ışığında, insan yaşamının temel gayesinin ilahi rızayı kazanmak olduğunu anlatmaktadır.
İmanın, özellikle de Allah’a olan imanın, tüm ilimlerin esası ve yolculuğun pusulası olduğu belirtilmiştir.
Kuran’ın zikir, fikir, hikmet ve şifa kaynağı olarak insan hayatındaki merkeziliği ve her şeyin Allah’ın ilmi dahilinde gerçekleştiği anlatılmıştır.
Makalede, gafletin insanın en büyük düşmanı olduğu ve kendi kusurlarına odaklanmanın önemi üzerinde durulmuştur.
Ayrıca, amel ve ibadetlerin temel hedefinin Allah’ın rızası olması gerektiği, dünyanın geçici ahiretin ise kalıcı olduğu hatırlatılmıştır.
Son olarak, ilahi takdire teslimiyetin ve her şeyin eninde sonunda Allah’ın iradesiyle güzelleşeceği inancının önemi İbrahim Hakkı Hazretleri’nin sözleriyle pekiştirilmiştir.
Hazreti Bediüzzaman Said Nursi’nin Türkiye’nin İslam âlemindeki kritik rolüne dair sözleri de makaleye ek bir boyut katmaktadır.