Hidayet İkliminde İnsan: Zamanın İki Mezarı Arasında Bir Namaz ve Nur Risalesi
Hidayet İkliminde İnsan: Zamanın İki Mezarı Arasında Bir Namaz ve Nur Risalesi
İnsanoğlu, varoluş sahnesinde bir misafir, zaman nehrinde akıp giden bir damla misali, mazi ve istikbal denilen iki büyük mezar arasında bir ömür sürer. Bu kısa ve fani yolculukta, onu ebedi saadete taşıyacak en büyük sermaye, hidayet ve imandır.
Kalbin ve ruhun cenneti olan hidayet, Allah’ın bir lütfudur ve bu lütfa nail olmanın yolları, ilahi kelamda ve peygamberi öğretilerde gizlidir.
Hidayet: Ruhun Cenneti ve Vicdani Bir Lezzet
“Hidayet haddizatında büyük bir nimettir ve vicdanî bir lezzettir, belki ruhun cennetidir. Hidayet, Allah’tandır.”
Bediüzzaman Said Nursi’nin bu sözleri, hidayetin kuru bir bilgi değil, ruhun derinliklerinde hissedilen, vicdanı tatmin eden eşsiz bir huzur kaynağı olduğunu anlatır. Hidayet, Allah’ın izni olmadan ulaşılamaz bir makamdır; çünkü O’dur kalplere nurunu indiren, doğru yolu gösteren. Bu nur, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın tebliğ ettiği zaruriyat-ı diniyeyi tafsilen ve zaruriyatın gayrisini icmalen tasdik etmekten hasıl olan bir nurdur. (İşarât-ül İ’câz – 41) İman, bu nurun kalpte tecelli etmesidir.
**********
Zamanın İki Mezarı Arasında İnsanın Vazifesi
“Bak zaman-ı mâzi, Senin gibi geçmiş olanlara Geniş bir kabir olduğu gibi, istikbâl zamanı da geniş bir Mezâristan olacaktır. Bugün sen iki Mezar arasındasın.. Artık sen bilirsin.” Risale-i Nur’dan alınan bu düşündürücü ifade, insanın faniliğini ve zamanın hızla akıp gidişini acı bir gerçeklikle yüzümüze çarpar. Geçmiş, bir mezar; gelecek, bir mezaristan… Ve bizler, bu ikisi arasında, şu an denilen daracık zaman diliminde yaşıyoruz. Bu bilinçle, her anımızın değerini bilmek, onu en hayırlı şekilde değerlendirmek, ebedi hayat için bir azık toplamak elzemdir.
********
Namazda “Ettahiyyâtü Lillâh”ın Derin Manası ve Şükrün Geniş Ufku
Namaz, bir kulun Rabbiyle en derin irtibat kurduğu andır. Özellikle “Ettahiyyâtü Lillâh” duası, bu irtibatın zirvelerinden birini temsil eder.
Bediüzzaman Said Nursi’nin Sözler adlı eserinde (s. 361) açıklandığı gibi, aciz bir kul namazında “Ettahiyyâtü lillâh” derken, aslında bütün mahlukatın hayatlarıyla takdim ettikleri hediye-i ubudiyetlerini kendi hesabına, umumunu Allah’a takdim etmektedir.
“Eğer elimden gelseydi, onlar kadar tahiyyeler sana takdim edecektim. Hem sen onlara, hem daha fazlasına lâyıksın.”
Bu niyet ve itikat, pek geniş bir şükr-ü küllîdir. Zira insan, kendi acziyetini idrak ederek, tüm varlığın ibadetini kendi namına sunmakla, külli bir şükrün kapısını aralar.
*********
Risale-i Nur: Toplumsal Hastalıklara Şifa
Çağımızın en büyük manevi rehberlerinden olan Risale-i Nur Külliyatı, sadece bireysel hidayet için değil, aynı zamanda toplumsal barış ve huzur için de bir reçete sunar. Sözler’in 765. sayfasında belirtildiği üzere, “Risale-i Nur nifak ve şikakı, tefrikayı, fitne ve fesadı kaldırıp; kardeşliği, uhuvvet-i diniyeyi, tesanüdü ve teavünü yerleştirir.”
Bu, Risale-i Nur mesleğinin temel esasıdır. Gurur, kibir, hodfuruşluk ve zillet gibi kötü ahlâkı yok ederek, tevazu, mahviyet, izzet ve vakar gibi güzel ahlâklara sahip kılar. Kısacası, Risale-i Nur, kalpleri arındırarak toplumu ıslah etme gayesi taşır.
********
Adalet-i İlahi ve Amellerin Karşılığı
Cenab-ı Hak, kemal-i kereminden, merhametinden ve adaletinden dolayı, dünya hayatında dahi iyilikler içinde muaccel bir mükafatı ve fenalıklar içinde muaccel bir mücazatı dercetmiştir. “Hasenatın içinde, âhiretin sevabını andıracak manevî lezzetler, seyyiatın içinde, âhiretin azabını ihsas edecek manevî cezalar dercetmiş.”
Bu hakikat, Risale-i Nur Külliyatı’ndan alınan önemli bir düsturdur. İyilik yapan, dünyada dahi manevi bir lezzetle ödüllendirilirken, kötülük yapanın kalbine bir sıkıntı, bir azap düşer. Bu, ahiretteki büyük mükafat ve mücazatın küçük bir numunesidir.
İman ve Küfür Arasındaki Fark
Muzır kafirler ve kafirlerin yolunda giden sefihler, Lem’alar’ın 121. sayfasında Cenab-ı Hakk’ın hayvanatından bir nevi habîsler olarak nitelendirilmiştir. Bu sert ifade, küfür ve sapkınlığın insan fıtratına aykırılığını ve manevi hastalıklar getirdiğini anlatır. Hidayet yolundan sapmak, insanı gerçek insaniyetinden uzaklaştırır ve onu manen alçaltır.
Sonuç:
İnsan, zamanın dar boğazında, iki büyük mezarın arasında, hidayet nuruyla aydınlanan bir yolcudur. Bu yolculukta, Allah’ın lütfu olan hidayete sarılmak, imanı kalpte kökleştirmek, namazın ve şükrün derin manalarını kavramak elzemdir.
Risale-i Nur gibi eserler, bireysel ve toplumsal manevi hastalıklara şifa sunarken, ilahi adaletin tecellileri her an bizi ibret almaya davet eder. Bu bilinçle yaşayan bir kul, fani dünyadan ebedi cennetlere uzanan bir köprü kurar.
Makale Özeti:
Bu makale, hidayetin bir lütuf ve ruhun cenneti olduğunu anlatarak başlamakta, imanın peygamberin tebliğ ettiği hakikatlerin tasdikiyle oluşan bir nur olduğunu belirtmektedir. Zamanın geçiciliği ve insanın mazi ile istikbal arasındaki konumu ele alınarak, namazdaki “Ettahiyyâtü Lillâh” duasının külli şükrü ifade eden derin manası açıklanmıştır.
Risale-i Nur’un toplumsal nifakı giderip kardeşliği tesis etme ve kötü ahlâkları güzelleştirme misyonu üzerinde durulmuştur. İlahi adaletin dünyada dahi iyilik ve kötülüğün manevi karşılıklarını dercettiği ifade edilmiş, kafirliğin insanı manen nasıl alçalttığına değinilmiştir.
Makale, tüm bu unsurların bir araya gelerek insanın hakikat ve hidayet yolculuğunda nasıl rehberlik ettiğini özetlemektedir.