Böl, Parçala, Yut: Kimliksizliğin Girdabında Türkiye

Böl, Parçala, Yut: Kimliksizliğin Girdabında Türkiye

Kimliğin Kırılma Noktasında Bir Ülke

Türkiye, yüz yılı aşkın bir süredir yalnızca coğrafî değil, aynı zamanda fikrî, kültürel ve inanç yönüyle de bir çatışmanın, hatta bir kimlik mücadelesinin ortasında yer almaktadır. Bu mücadele; doğu ile batı arasında, İslam ile sekülerlik arasında, tarihî hafıza ile modern ideolojiler arasında bocalayan bir aklın, kararsız bir ruhun ve netlikten uzak bir yönetim zihniyetinin tezahürüdür. Her millet kendi iç barışını sağlamadıkça dışarıdan gelen her fikir, her ideoloji, bir virüs gibi o toplumun bünyesinde ayrışmaya ve çürümeye neden olur.

1970’ler: Komünizmin Gölgesinde Türkiye

1970’li yıllar, Türkiye’nin hem iç hem dış tehditlerle boğuştuğu, ancak bu tehditlerin çoğunun içerideki fay hatları üzerinden derinleştirildiği bir dönemdi. Sovyetler Birliği’nin temsil ettiği komünizm ideolojisi, sadece ekonomik bir sistem değil, aynı zamanda millî kimliği ve dini aidiyeti yok eden bir kültürel saldırı aracıydı. “Böl, parçala, yut” formülü tam da bu noktada devreye girdi.

Türkiye’de solcu yapılar, kendilerini ilerici ve halkçı gibi tanıtsa da çoğunlukla Sovyet ideolojisinin uzantısı haline geldi. Bu yapılar, Kürt kimliği üzerinden bölücülüğü, Alevi kimliği üzerinden mezhepçiliği, azınlık kimlikleri üzerinden Batı’yı çağırmayı bir siyaset yöntemi haline getirdiler. Fakat bu yapay kimlik hareketleri, halkın kadim kültürü, inancı ve birlikte yaşama tecrübesiyle örtüşmediğinden derin yaralar açtı.

Rejimin Kaygan Zemini: Ne Doğulu Ne Batılı

Asıl bozukluk, devletin temel felsefesini teşkil eden rejimin ideolojik yönünde gizlidir. Bu rejim, ne tam anlamıyla batılıdır ne de doğulu. Ne İslam’ı tam reddeder, ne de kabullenir. Ne gelenekçidir ne de modern. Bir ucube gibidir. Herkesin bir yönünü reddettiği ama aynı zamanda herkesin bir yönünü savunduğu bir “melezlik hâli”, bir kimliksizlik hastalığıdır bu.

Laiklik üzerinden yürütülen tartışmalar ise yüz yıldır devam eden bir fırtınadır. Herkes kendi anlayışına göre bu boş kavramı doldurmaya çalışmış, ama hiçbir zaman gerçek anlamda bir fikir birliğine varılamamıştır. Bu da devletin ve toplumun her kriz anında bir “kimlik bunalımı” yaşamasına neden olmuştur.

Atatürkçülük: Her Kalıba Giren Bir Kılıf

Atatürkçülük, Türkiye’de farklı kesimlerin kendi ideolojik hedeflerini meşrulaştırmak için kullandığı esnek bir ideolojik aparata dönüşmüştür. Aslında bir düşünce sisteminden çok, içi herkes tarafından farklı şekilde doldurulan bir kılıftır. Bu durum Atatürkçülüğü birleştirici değil, ayrıştırıcı hale getirmiştir.

Bir grup Atatürkçülüğü din karşıtı bir sekülerizm olarak yorumlarken, başka bir grup onu “millî değerlerin savunucusu” şeklinde anlamaktadır. Bu kavram üzerine bina edilen sistem, Türkiye’yi ne tam olarak batıya ne de İslam dünyasına ait kılabilmiştir. Ortadoğu ülkelerinin yaşadığı kimlik bunalımının bir benzeri de Türkiye’de yaşanmıştır.

İç Fitne ve Dış Plan: Biri Alet, Diğeri Oyuncu

Kürtçülük, mezhepçilik ve azınlıklar üzerinden yürütülen parçalama operasyonları hiçbir zaman sadece içeriden gelen hareketler değildir. Dış güçlerin, özellikle Sovyetler sonrası ABD ve İsrail’in bölgede etkinlik kazanma çabaları, içteki fay hatlarını sürekli olarak kurcalamıştır. Fakat bu noktada sorulması gereken esas soru şudur: Bu kadar kolay alet olunmasının sebebi nedir?

Cevap: Kimliksiz bir milletin her fikir akımı tarafından kullanılması kolaydır.

İslam’dan, tarihinden ve geleneksel değerlerinden koparılmış bir millet; fikir olarak Batılı ama ruh olarak Doğulu, ekonomi olarak kapitalist ama ahlak olarak sosyalist bir garabete dönüşür. Böyle bir milletin kendi içinde barışık kalması imkânsız hale gelir.

Çözüm: Aslî Kimliğe Dönüş ve Medeniyet Bilinci

Türkiye, ancak ve ancak kendi tarihî köklerine, İslam medeniyetine ve millî hafızasına rücu ederek bu kaostan kurtulabilir. Ne Avrupa Birliği’ne girmekle ne de ABD’nin güvenlik paradigmasına sığınmakla bu topraklara huzur gelir. Bu milletin asıl gücü; bin yıllık İslamî birikimi, adalet anlayışı ve kardeşlik ruhundadır.

Millî kimlik, sadece sınırlarla çizilmez; inançla, ahlakla, tarih şuuru ile inşa edilir. Aksi halde her fırtınada savrulmaya mahkûm oluruz. Dış güçlerin oyunları hep olacaktır; ama bu oyunlara karşı sağlam bir ruh, diri bir şuur ve sarsılmaz bir birlik şarttır.

Sonuç: Kimliksizliğin Bedeli, Bölünmüşlüktür

Türkiye’nin yaşadığı bölünmeler, kutuplaşmalar ve ayrışmalar; ne sadece dış müdahalenin ne de ideolojik farklılıkların neticesidir. En temel sebep, millet olarak kimliğimizi kaybetmemizdir. Ne olduğumuzu, neye inandığımızı, nereden gelip nereye gittiğimizi unutmamızdır. Bu unutuş hali, bizi başkalarının senaryosunda figüran yapmıştır. Kurtuluş, bu toprakların asli ruhuna dönmekle mümkündür.

Özet

Bu makale, Türkiye’nin 1970’lerden günümüze dek süregelen kimlik bunalımını, komünist ideolojilerin etkisini, laiklik ve Atatürkçülük tartışmalarını ve dış güçlerin iç fay hatlarını nasıl kullandığını ele almaktadır. Problemin temelinin, rejimin kimliksiz ve kaygan zemini olduğu anlatılmakta; çözüm olarak ise İslamî ve tarihî köklere dönüş, millî kimliğin yeniden inşası ve fikrî netlik önerilmektedir. Kimliksizliğin bedelinin parçalanma olduğu; kurtuluşun ise asli kimliğe dönmekle mümkün olacağı ifade edilmiştir.

 

Loading

No ResponsesTemmuz 24th, 2025