Ümmetin İmtihanı ve Dirilişin Yolu: Geçmişten Bugüne Bir Tefekkür

Ümmetin İmtihanı ve Dirilişin Yolu: Geçmişten Bugüne Bir Tefekkür

İslam Ümmeti, tarih boyunca sayısız imtihanlardan geçmiş, bazen zirvelere ulaşmış, bazen de derin çukurlara yuvarlanmıştır. Bu inişli çıkışlı seyirde, ilahi kelam ve Peygamber’in (sav) rehberliği, daima yol gösterici olmuştur. Ancak ne zaman ki bu rehberlikten uzaklaşılmış, gaflet perdesi gözleri bürümüş, işte o zaman ümmet büyük acılar yaşamıştır.

Gafletin Ağır Bedeli ve Uyanış Vakti
İmam Gazali’nin “İnsanoğlu o kadar dünyevileşir ki, mezar kazan bile öleceğine inanmaz” sözü, çağımızın en büyük hastalığını teşhis eder. Dünya hırsı, materyalizm ve ahiret bilincinin zayıflaması, insanı kendi ölümünden bile gafil kılar. Bu durum, sadece bireysel bir felaket değil, aynı zamanda toplumsal bir çöküşün de habercisidir. Zira ölümü unutan bir toplum, fani menfaatler uğruna her türlü zulmü yapmaktan çekinmez, adalet ve merhamet duygularını yitirir.

Hadis-i Şerif’te buyurulduğu gibi: “İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar.” Bu söz, dünya hayatının bir rüya, bir illüzyon olduğunu ve gerçek uyanışın ölümle birlikte gerçekleşeceğini hatırlatır.

Tarihi İbretler ve Sorumsuz Liderlik
Tarih, gafletin ve sorumsuzluğun acı örnekleriyle doludur. “Filistin’de 70 bin Osmanlı Askeri tek kurşun atmadan İngilizlere teslim oldu ve kayıtlarda bu askerlerden hiç bahsedilmedi bilin bakalım 7. Kolordunun başında kim vardı?

BİR KOMUTANIN GÖREVİ SAVAŞMAKTIR, ONA GÜVENİP GÖREVLENDİRENLERE İHANET EDİP HABERSİZ KAÇMAK DEĞİL! ÇANAKKALE’DE ÖLMEYİ EMREDEN, FİLİSTİN’DE NEDEN CEPHEDEN KAÇAR VE SONRA İNGİLİZLERLE ANLAŞMA YOLUNA GİTMEK İSTER?” gibi iddialar, tarihsel kayıtların derinlemesine incelenmesi gereken, ancak eğer doğruysa, büyük bir ihanet ve ders niteliği taşıyan vakalardır.
Bu tür olaylar, sadece askeri değil, aynı zamanda siyasi ve manevi liderlerin ümmetin emanetine nasıl sahip çıkması gerektiğini gösteren acı bir hatırlatmadır. Liderlerin basiretsizliği, kişisel çıkarları uğruna halkı yüzüstü bırakması, ümmetin karşılaştığı en büyük felaketlerden biri olmuştur.

Bugün Gazze’de yaşananlar, “Ey Ümmetin Liderleri, Siz Gazze’nin Çocuklarını Yüzüstü Bıraktınız” feryadıyla yankılanmakta, “BÜYÜK BİR ÜMMET, AÇLIKTAN KIVRANAN GAZZE HALKINA YİYECEK VE İLAÇ ULAŞTIRAMIYOR MU?” sorusu vicdanları kanatmaktadır.
Bu durum, sadece yöneticilerin değil, aynı zamanda tüm ümmetin içine düştüğü acziyetin ve pasifliğin bir göstergesidir. Akli ve mantıki olarak, milyarlarca Müslümanın var olduğu bir dünyada, küçük bir coğrafyada dahi bu denli zulme seyirci kalınması, ciddi bir sorgulamayı gerektirir.

İlahi Adalet ve Uyarının Önemi
Âl-i İmran Suresi’nin 178. ayetinde buyurulduğu gibi: “O kâfirler, kendilerine mühlet vermemizin kendileri hakkında hayır olduğunu sanmasınlar. Onlara mühlet vermemiz, günahlarının artması içindir. Onları zelil ve perişan eden bir azap vardır.”
Bu ayet, ilahi adaletin tecellisini ve zalimlere verilen mühletin bir imtihan olduğunu hatırlatır. Kötülük yapanların hemen cezalandırılmaması, bazen onların günahlarını artırması ve daha büyük bir azaba sürüklenmesi içindir. Bu, aynı zamanda iman edenler için bir teselli ve sabır kaynağıdır.
“De ki: Ey Kâfirler YENİLECEKSİNİZ! VE CEHENNEME SÜRÜLECEKSİNİZ!” gibi ifadeler, Kur’an’ın bu ilahi vaadini ve zalimlerin nihai akıbetini hatırlatır.

Diriliş İçin Yol Haritası: İman, İstikamet ve Faaliyet

Ancak bu karamsar tablo karşısında ümitsizliğe düşmek, müminin vasfı değildir. Bediüzzaman Said Nursi, “Ben kendi elemlerime tahammül ettim fakat ehl-i İslâm’ın eleminden gelen teellümat beni ezdi. Âlem-i İslâm’a indirilen darbelerin, en evvel kalbime indiğini hissediyorum. Onun için bu kadar ezildim. Fakat bir ışık görüyorum ki o elemlerimi unutturacak inşâallah” diyerek, ümmetin acılarını kendi canında hissetme şefkatini ve geleceğe dair sarsılmaz inancını ortaya koymuştur. Bu inanç, “İstikbal yalnız ve yalnız İslâmiyet’in olacak ve hâkim, hakaik-i Kur’aniye ve imaniye olacak” sözleriyle perçinlenir. Bu, sadece bir temenni değil, Kur’an’ın evrensel ve bilimsel hakikatlerine dayanan bir öngörüdür.
Bu parlak geleceğe ulaşmanın yolu ise Rabbimizin ve Peygamberimizin emirlerine sımsıkı sarılmaktan geçer.
Haşr Suresi’nin 7. ayeti: “Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz, Allah’ın azabı çetindir.”
Bu, bireysel ve toplumsal hayatın tüm alanlarında sünneti seniyyeye uymanın zorunluluğunu anlatır.

Ayrıca, Feth Suresi’nin 28. ayeti, İslam’ın evrensel üstünlüğünü bildirir: “Resulünü, bütün dinlere üstün kılmak üzere hidayet ve hak din ile gönderen O’dur. Buna şahit olarak Allah yeter.”
Bu ayet, İslam’ın sadece bir inanç sistemi değil, aynı zamanda insanlığa en doğru yaşam modelini sunan bir “hakikat dini” olduğunu açıkça beyan eder. Bu bilimsel ve akli üstünlük, İslam’ın her çağda ve her koşulda insanlığın problemlerine çözüm sunabilmesinden kaynaklanır.

Peki, bu yolda bize düşen nedir? Gençlik, geleceğin teminatıdır. “Eğer terbiye-i İslâmiye ile o gençlik nimetine karşı bir şükür olarak iffet ve namusluluk ve taatte sarfetseniz, o gençlik manen bâki kalacak ve ebedî bir gençlik kazanmasına sebep olacak.”

Bu sözler, gençliğin geçici heveslere kurban edilmemesi, aksine İslam ahlakıyla yoğrularak ebedi bir sermayeye dönüştürülmesi gerektiğini gösterir. Bu, bireysel ve toplumsal kalkınmanın temelidir.

Tüm bu mücadelelerin sonunda, iman edip salih ameller işleyenlere Nisa Suresi’nin 122. ayeti büyük bir müjde verir: “İman edip salih ameller işleyenleri Altlarından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları Cennetlere yerleştireceğiz.” Bu, ilahi lütfun ve adaletin en yüce tecellisidir. Dünya hayatındaki her meşakkat, her sabır, her infak ve her ibadet, ahiretteki sınırsız nimetlere giden yolda birer adımdır.

Sonuç olarak, Türk Milletinin ve İslam Ümmetinin “Dün vardık, bugün varız, kıyamete kadar da var olacağız” ruhu, bu sarsılmaz imanın ve mücadele azminin bir yansımasıdır. Tehditleri önceden gören “abdal” olmak, tehlike geldiğinde uyanan “aptal” olmaktan ve tehlike gelip çatmışken bile gafil kalan “ahmak” olmaktan yeğdir.
Her şeyin nihayetinde güzel olacağı inancı – “Evet, her şey ya hakikaten güzeldir, ya bizzat güzeldir, veya neticeleri itibarıyla güzeldir” – müminlere zorluklar karşısında dayanma gücü verir.

Özet:
Bu makale, İmam Gazali’nin dünyevileşme eleştirisi ve hadis-i şerifin dünya hayatının bir rüya olduğu benzetmesiyle, ümmetin gafletine dikkat çekerek başlar. Nablus Savaşı’ndaki iddialar ve Gazze’deki mevcut durum üzerinden liderlik zaafiyeti ve ümmetin pasifliği eleştirel bir dille sorgulanır, ilahi adaletin gecikmesinin günahları artırabileceği ayetlerle açıklanır.

Bediüzzaman Said Nursi’nin ümmetin geleceğine dair iyimser öngörüleri ve İslam’ın evrensel üstünlüğü anlatılır. Gençliğin İslam terbiyesiyle değerlenmesi ve salih amellerin ahiret mükafatı üzerinde durulur.
Makale, Türk milletinin tarihi duruşu ve tehlikeleri önceden görmenin önemi gibi konulara değinerek, her şeyin nihayetinde güzel olacağı inancıyla ümitvar bir sonuca ulaşır. Bu bütünlük, geçmişin ibretleriyle geleceğe yönelik bir diriliş reçetesi sunmaktadır.

 

Loading

No ResponsesTemmuz 19th, 2025