İlahi Kelamın Gölgesinde Hayat ve Sonrası: Bir Tefekkür Yolculuğu
İlahi Kelamın Gölgesinde Hayat ve Sonrası: Bir Tefekkür Yolculuğu
Hayat, kâinat sahnesinde bir misafirhane, bir imtihan meydanı ve nihayetinde bir dönüş yolculuğudur. Bu yolculukta insanı aydınlatan yegâne rehber ise şüphesiz ki ilahi kelamın, yani Kur’an-ı Kerim’in ışığıdır. Her bir ayet, birer pırlanta gibi gönüllerimizi parlatırken, varoluş gayemizi, sorumluluklarımızı ve ahiret yolculuğumuzun duraklarını bize fısıldar.
Feth Suresi’nin 28. ayeti, Allah’ın Resulü’nü tüm dinlere üstün kılmak üzere hak din ile gönderdiğini ve buna Allah’ın şahit olarak yettiğini buyurur. Bu ayet, İslam’ın evrensel mesajını ve son din oluşunun hakikatini anlatır.
Tarih boyunca nice medeniyetler gelip geçmiş, nice ideolojiler yükselip batmıştır. Ancak İslam, tevhid sancağını daima dalgalandırmış, insanlığa adalet, merhamet ve huzur vaat etmiştir.
Resulullah (SAV)’in getirdiği bu nurani mesaj, kalpleri aydınlatmış, zihinleri berraklaştırmış ve insanlığa en doğru yolu göstermiştir. Bu, sadece bir inanç sisteminden öte, tüm hayatı kuşatan bir yaşam felsefesidir.
Ne var ki, bu ilahi davete kulak tıkayanlar, kendilerini bir rehavete kaptırabilirler.
Âl-i İmran Suresi’nin 178. ayetinde buyurulduğu üzere: “O kâfirler, kendilerine mühlet vermemizin kendileri hakkında hayır olduğunu sanmasınlar. Onlara mühlet vermemiz, günahlarının artması içindir. Onları zelil ve perişan eden bir azap vardır.”
Bu ayet, imtihan sırrını ve ilahi adaletin tecellisini gözler önüne serer. Dünya hayatındaki geçici rahatlık ve mühlet, bazen bir lütuf değil, gafletle günah işlemeye devam edenler için daha büyük bir azabın habercisi olabilir.
Tarih, Firavunlar’ın, Nemrutlar’ın ve daha nice zalimlerin sonunu acı ibretlerle yazmıştır. Onlara verilen mühlet, aslında onların kendi sonlarını hazırlamalarına zemin hazırlamıştır. Bu, bize, dünya hayatının bir oyun ve eğlence olmadığını, her anın bir hesap günü için biriktirilen amellerle dolu olduğunu hatırlatır.
Peki ya ahiret?
En’am Suresi’nin 27. ayeti, mahşer günündeki pişmanlığı çarpıcı bir şekilde tasvir eder:
“Onların, ateşin karşısında durdurulduklarında: ‘Keşke geri döndürülsek de Rabb’imizin ayetlerini yalanlamasak ve Mü’minlerden olsak’ dediklerini bir görsen.”
Bu ayet, nefis muhasebesinin önemini ve ahiretin bir hakikat olduğunu en güçlü şekilde ifade eder.
Dünya hayatında göz ardı edilen hakikatler, ahirette apaçık bir şekilde ortaya çıkacak ve pişmanlık fayda vermeyecektir.
Nitekim Ankebût Suresi’nin 21. ayeti de bu gerçeği pekiştirir:
“O, dilediğine azap eder, dilediğine de merhamet eder. Ancak O’na döndürüleceksiniz.”
Dönüş O’nadır.
Bu kaçınılmaz hakikat, bizi her daim uyanık olmaya ve dünyevi meşgalelerin gelip geçiciliğini idrak etmeye davet eder.
İman edip salih ameller işleyenler için ise müjde vardır.
Nisa Suresi’nin 122. ayeti, onları altlarından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları Cennetlere yerleştirileceğini bildirir.
Bu, ilahi lütfun ve adaletin en yüce tecellisidir.
İman ve salih amel, cennet kapılarının anahtarıdır.
Namazın hayatımızdaki yeri de bu bağlamda büyük önem arz eder.
İbrahim Suresi’nin 40. ayetinde Hz. İbrahim (AS)’ın duası yankılanır:
“Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazını dosdoğru kılanlardan eyle! Ey Rabbimiz! Duamı kabul et!”
Namaz, kulun Rabbiyle arasındaki en samimi bağdır. O, ruhu arındıran, kalbi dirilten ve insanı kötülüklerden alıkoyan bir kalkandır.
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin
“Ezanın faydası, yalnız bir köy ahalisini namaza davet değil, belki kâinat sarayında mevcudata karşı umum mahlukat namına bir ilân-ı Tevhid olduğunu beyan eder” sözü, ezanın sadece bir çağrı değil, tüm varlığın Allah’ı birlemesine yönelik evrensel bir ilan olduğunu anlatır.
Ancak bu dünya hayatında doğru yolu bulmak için dikkatli olmak da elzemdir.
Hucurât Suresi’nin 6. ayeti bizleri uyarır:
“Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.”
Bu, bilgiye ve doğruluğa verilen önemin bir göstergesidir.
Toplumsal huzurun teminatı, doğru haberleşme ve yanlış bilgiden kaçınmaktır.
Ve nihayet, hayatın en büyük hakikati:
Ölüm. Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin
“Ölüm, bu âlem-i fâniden âlem-i bâkiyeye gitmektir. Ölüm, ehl-i hidayet ve ehl-i Kur’an için, öteki âleme gitmiş eski dost ve ahbablarına kavuşmağa vesiledir. Hem hakikî vatanlarına girmeye vasıtadır” sözleri, ölümü bir yok oluş olarak değil, ebedi bir hayata geçiş ve gerçek vatana dönüş olarak tanımlar. Ölüm, mümin için bir ayrılık değil, bir vuslattır; dünya hapishanesinden Cennet bahçelerine bir geçiş kapısıdır.
Âl-i İmran Suresi’nin 189. ayetinde buyurulduğu gibi:
“Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır. Allah’ın her şeye gücü yeter.”
Her şey O’nun kudret elindedir. Ölüm de hayat da O’nun iradesiyle gerçekleşir. Bu teslimiyet, mümini ölüm korkusundan azat eder ve onu ebedi saadete hazırlar.
Özet:
Bu makale, Kur’an ayetleri ve Risale-i Nur’dan alıntılarla, İslam’ın evrensel mesajını, dünya hayatının geçiciliğini, ahiret gerçekliğini ve imanın önemini ele almaktadır.
Feth Suresi’nin hak dinin üstünlüğünü ifade etmesi, Âl-i İmran ve En’am surelerinin imtihanın sırrı ve ahiret pişmanlığını anlatması, Ankebût ve Nisa surelerinin dönüşün Allah’a olduğunu ve salih amellerin mükafatını bildirmesi işlenmiştir.
Namazın önemi ve ezanın tevhid ilanı oluşu Bediüzzaman Said Nursi’nin ifadeleriyle desteklenmiş, Hucurât Suresi’nden doğru haberleşmenin gerekliliği anlatılmıştır.
Makale, ölümü bir yok oluş değil, mümin için ebedi bir vatana ve dostlara kavuşma vesilesi olarak tanımlayan Risale-i Nur bakış açısıyla son bulmaktadır.
Tüm bu hususlar, insanın varoluş açısından yolculuğunda ilahi rehberliğin ne denli hayati olduğunu düşündürmektedir.
www.tesbitler.com
YouTube @Mehmetözçelik