Yaratılışın Perde Arkası ve İnsan Olmanın Anlamı

Yaratılışın Perde Arkası ve İnsan Olmanın Anlamı

İnsanlık varoluşundan bu yana, kendini, evreni ve Yaradan’ı anlama arayışında olmuştur. Kimi zaman bilimle, kimi zaman felsefeyle, kimi zaman da inançla bu derin sorulara cevap aramıştır.

O, yarattıklarını yaratılmadan önce de, yarattıktan sonra da bütün halleriyle bilir. Yarattıkları ise ancak O’nun izin verdiği ve öğrettiği kadar bilebilirler…
Bu Allah’ın ilminin sonsuzluğunu ve her şeyi kuşattığını anlatırken, insanın bilgisinin sınırlı olduğunu ve ancak O’nun izniyle bir şeyler öğrenebileceğini hatırlatır.

Tarih boyunca nice ilim adamı, nice filozof bu gerçeği farklı yollarla idrak etmiştir.
İbn-i Sina’dan Biruni’ye, Gazali’den İbn-i Haldun’a kadar pek çok mütefekkir, evrenin işleyişindeki nizamı ve kudreti araştırırken, nihayetinde bu nizamın ardındaki sonsuz ilmi ve iradeyi teslim etmişlerdir.
Bilimsel çalışmalarımız ve teknolojik gelişmelerimiz ne kadar ilerlerse ilerlesin, her yeni keşif, bize kainatın daha nice sırlarını açarak, O’nun ilminin derinliğini bir kez daha gösterir.

*********

Risale-i Nur Külliyatı’ndan süzülen hikmet damlaları ise, bu sınırlı ömrün nasıl değerlendirilmesi gerektiği hususunda bizlere kılavuzluk eder: “Şu kısa, fâni ömrünü fâni şeylere sarf etme ki, fâni olmasın. Bâki şeylere sarf et ki, bâki kalsın.”
Bu söz, insana zamanın ve hayatın kıymetini hatırlatır. Geçici hevesler, dünyanın aldatıcı cazibeleri peşinde koşmak yerine, ölümsüz olana, ahirete yönelik ameller işlemeye davet eder. Geçmiş medeniyetlerin yükseliş ve çöküşleri, tarihin en büyük ibretlerinden biridir. Nice milletler, fani olana sarılıp bâki olanı ihmal ettiğinde, bir zamanlar hükmettikleri topraklar üzerinde sadece harabeler bırakarak yok olmuşlardır.

Yine Kastamonu Lahikası’ndan, Risale-i Nur’dan bir başka önemli mesaj: “İnsan hatadan hâlî olamaz fakat tövbe kapısı açıktır.” Bu söz, insanın yapısındaki acziyeti ve hata yapma potansiyelini kabul ederken, aynı zamanda umut kapılarını ardına kadar açar. Ne kadar günahkâr olursak olalım, tövbe ve istiğfar ile yeniden arınma ve Allah’a yönelme fırsatımız her zaman vardır.
İslam tarihinde, büyük günahlar işledikten sonra samimi bir tövbeyle Hakk’a dönen ve Allah’ın affına mazhar olan nice şahsiyetler bu gerçeğin canlı örnekleridir.
Mesnevî-i Nuriye’de gelen o müthiş ifade: “Bu latif, nazik masnuatı o kuru ağaçlardan ihraç eden KUDRETE hiçbir şey ağır gelmez.” Güllerin dikenli dallardan çıkışı, narın kuru topraktan filizlenişi, incirin ağacın bağrında olgunlaşması… Her biri, Kudret-i İlahiye’nin sonsuzluğunu ve sınırsızlığını haykırır. Bilim, bu harika yaratılışın mekanizmalarını çözmeye çalışsa da, bu mekanizmaları var eden ve işleyişini sağlayan Yüce Kudret karşısında hayranlığını gizleyemez. Her bir meyve, her bir çiçek, her bir canlı, O’nun mucizevi sanatının birer eseridir.
Furkan Suresi’nin 59. ayeti ise yaratılışın ihtişamını özetler: “‘Gökleri, yeri ve bu ikisi arasında bulunanları altı günde yaratan, sonra arşa istiva eden O’dur…’
Bu ayet, kainatın bir plan dahilinde, belli bir düzen içinde yaratıldığını ve her şeyin O’nun tasarrufunda olduğunu anlatır. Göklerdeki yıldızların ahengi, gezegenlerin kusursuz dönüşü, mevsimlerin dönüşü… Tüm bunlar, tesadüflerle açıklanamayacak kadar muazzam bir tasarımın ürünüdür.

Sözler’den gelen “İnsan, iman ile insanda tezahür eden san’at-ı İlâhiye ve nukuş-u esmâ-i Rabbâniye itibarıyla bir kıymet alır” cümlesi, insanın gerçek değerini ortaya koyar. İnsanı diğer varlıklardan ayıran yegâne özelliklerden biri olan iman, onu Rabbine bağlar ve ona kainattaki her şeyden daha büyük bir anlam kazandırır. İman nuruyla bakan bir kalp, her varlıkta Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellilerini görür ve bu tecelliler karşısında hayranlık duyar.

Yine Risale-i Nur Külliyatı’ndan, Sözler 474’ten bir ikaz: “Ey nefis! Eğer şu dünya hayatına müştaksan, mevt’ten kaçarsan kat’iyen bil ki: Hayat zannettiğin hâlât, yalnız bulunduğun dakikadır.” Bu söz, insanın en büyük yanılgılarından birini, yani geleceği garanti zannetme ve ölümü unutma gafletini yüzüne vurur. Hayat, nefes aldığımız bu andan ibarettir. Gelecek belirsiz, geçmiş ise geride kalmıştır. Önemli olan, içinde bulunduğumuz anı hakkıyla yaşamak ve bu anı ahiret için bir hazırlık olarak görmektir.

Son olarak Lem’alar’dan gelen “Bu kâinat ve bu küre-i arz, daim işler bir büyük fabrika ve her vakit dolar boşalır bir han, bir misafirhanedir” cümlesi, evrenin ve dünyanın dinamik yapısını gözler önüne serer. Dünya, sürekli bir dönüşüm ve değişim içindedir. Doğumlar ve ölümler, inşaatlar ve yıkımlar, gelip geçen nesiller… Her şey birbiri ardına gelip geçmektedir. Bu döngü içinde insan, sadece kısa bir süreliğine bu misafirhanede kalan bir yolcudur. Önemli olan, bu misafirlikte geride ne gibi izler bıraktığımızdır.

Bu makalede ele alınan tüm bu hakikatler, Tefsir ve Risale-i Nur’un derinliklerinden süzülerek günümüz insanına ulaşan paha biçilmez derslerdir. Bilimsel çalışmalarımız ve teknolojik ilerlemelerimiz, bu ilahi hakikatleri daha iyi anlamamıza ve kainattaki muhteşem düzeni daha yakından görmemize vesile olmalıdır. Zira, en ileri teknoloji bile, kâinatın yaratılışındaki ince sırrı ancak bir nebze aralayabilir.

Özet:
Bu makale, Risale-i Nur Külliyatı’ndan seçilen hikmetli sözler ışığında, yaratılışın derin anlamını, insanın evrendeki yerini ve fani ömrünü nasıl değerlendirmesi gerektiğini ele almaktadır. Allah’ın sonsuz ilmi ve kudreti karşısında insanın sınırlı bilgisi anlatılırken, dünya hayatının geçiciliği ve ahirete yönelik amellerin önemi üzerinde durulmuştur.
Makale, insanın hata yapma potansiyeline rağmen tövbe kapısının her zaman açık olduğunu hatırlatır ve kainattaki her bir varlıkta tecelli eden ilahi sanatın güzelliğine dikkat çeker.
Dünya, sürekli işleyen büyük bir fabrika ve geçici bir misafirhane olarak tanımlanırken, insanın gerçek değerinin iman ile kazandığı manevi yücelikle olduğu belirtilmiştir.
Tüm bu konuların, bilim ve teknoloji ile de desteklenebilecek derin bir tevhid anlayışına işaret ettiği sonucuna varılmıştır.

 

Loading

No ResponsesTemmuz 18th, 2025