Ölüm ve Diriliş: Beşeriyet Kervanının Kudsi Hedefi

Ölüm ve Diriliş: Beşeriyet Kervanının Kudsi Hedefi

İnsanlık tarihinin kadim sayfalarında yankılanan, zamanın ve mekânın ötesinden günümüze ulaşan bir hakikat fısıltısı var: Ölüm bir son değil, belki de en parlak dirilişin başlangıcıdır. Bedîüzzaman Said Nursî’nin veciz ifadesinde de belirtildiği gibi: “Farz-ı muhal olarak, Allah etmesin, eğer bizi parça parça edip öldürseler; emin olunuz, biz yirmi olarak öleceğiz, üçyüz olarak dirileceğiz.”
Bu söz, basit bir sayısal artışı değil, manevi bir uyanışı, bir diriliş hareketinin kudsi gücünü temsil eder.
Başımızdan rezaîl ve ihtilafın gubarını silkip, hakiki münevver ve müttehid olarak kervan-ı benî beşere pîşdarlık etme ideali, sadece bir milletin değil, tüm insanlığın şanlı bir geleceğe yürüme azmini resmeder.

Tarih şahittir ki, nice milletler, nice medeniyetler, zulmün ve istibdadın karanlık dehlizlerinde boğuşmuş, acımasız savaşların ve düşmanlıkların pençesinde varoluş mücadelesi vermiştir. Ancak gerçek dostluk, kin ve düşmanlık tohumlarını eken istibdadın ölümüyle yeşerir.

Ermenilerle olan tarihi süreçte yaşanan acılar, geçmişin bir mirası olsa da, Bedîüzzaman’ın dediği gibi: “Düşmanlığın sebebi olan istibdad öldü. İstibdadın zevaliyle dostluk hayat bulacak.”
Bu, sadece siyasi bir ittifak çağrısı değil, kalplerin ve ruhların hakiki adalete ve insanlık onuruna dayalı bir barışa kavuşması için bir davettir. Önemli olan, zelilane değil, milli izzeti muhafaza ederek musalaha elini uzatmaktır. Çünkü milletlerin saadeti ve selameti, karşılıklı anlayış ve dostluk üzerine kurulur.

Kur’an-ı Kerim, ölümlü dünya hayatının geçiciliğini ve ahiret hayatının ebediliğini defalarca hatırlatır. “Her canlı ölümü tadacaktır. Ancak kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete sokulursa, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir.” (Ali İmran, 186. Ayet) Bu ayet, dünya nimetlerine aldanıp ahiret hazırlığını ihmal edenlere bir uyarıdır. Bir başka ayette ise zalimlerle birlikte olmanın tehlikeleri anlatılır: “Zalimlerin yanında olmayın; sonra ateş sizi de yakar. Allah’tan başka dostlarınız olmadığına göre bir yerden yardım da göremezsiniz!” (Hûd Suresi 11/113. Ayet) Bu, adaletten sapmanın ve zulme ortak olmanın sadece ahirette değil, dünyada da kişiyi yalnızlığa ve azaba sürükleyeceğinin apaçık bir beyanıdır.

Ölen kimsenin peşinden üç şeyin takip ettiği, bunlardan ikisinin geri döndüğü, birinin ise kendisiyle birlikte kaldığı hadis-i şerifte açıkça ifade edilmiştir: “Aile çevresi, malı ve yaptığı işler (ameli).” Aile çevresi ve mal geri dönerken, yapılan işler, yani amel, kişiyle birlikte kalır.
Bu, fani dünyanın gelip geçiciliğini ve baki olanın yalnızca salih ameller olduğunu gösteren ibret verici bir hakikattir. Hayatın gerçek anlamı, dünya malına tamah etmekten ziyade, ardımızda bırakacağımız hayırlı eserler ve salih amellerle belirlenir.
Abdülkadir Geylani Hazretleri’nin hikmetli sözleri de bu hakikati pekiştirir: “Kul, amelde gevşeklik gösterince, çoluk çocuğu ona eziyet etmeye başlar, kazancı azalır, oğlu ve kızı ona isyan eder, karısı ondan nefret etmeye başlar, nereye yönelirse kayar. İşte bunlar; Rabbine karşı itaatte kusur ettiğinin cezasıdır.”
Bu sözler, amellerimizin sadece ahireti değil, dünya hayatımızı da doğrudan etkilediğini, ilahi adaletin tecellisinin çok yönlü olduğunu hatırlatır.

Peki, insanlık tarihi boyunca nice kavimler neden helak oldu? Kur’an-ı Kerim sorar: “Kendilerinden önce nice nesilleri helak ettiğimizi görmediler mi?” Ayette geçen “karn” (nesil), ortalama yetmiş sene, hatta seksensekiz sene olarak da belirtilir. Ancak “karn” aynı zamanda, az veya çok, içinde bir peygamber veya ilimde seçkin birinin bulunduğu zaman dilimi olarak da tanımlanır. Bu, bir neslin sadece ömrüyle değil, o neslin içinde yaşayan ve insanlığa yol gösteren şahsiyetlerle de anlam kazandığını gösterir.

Hazreti Mevlana’nın şu çağrısı ise tüm bu hakikatlerin özeti gibidir: “Ey Gönül! Sen Sen Ol Kimsenin Gönlünü Yıkma.” Bu derin anlam yüklü cümle, insan ilişkilerinde temel bir prensibi ortaya koyar: Kalp kırmaktan sakınmak. Zira Allah katında en değerli mekânlardan biri insan kalbidir.

Sonuç olarak, zulüm ve haksızlık karşısında mazlumların çaresizliği, zalimlerin ise geçici izzeti, büyük bir mahkemenin, Mahkeme-i Kübra’nın varlığına işaret eder. Bu dünya, bir imtihan sahası, bir geçiş durağıdır. Gerçek adalet, ancak bu dünyadan sonra tecelli edecektir. Bizler, bu fani âlemde kalıcı olanı arayarak, salih amellerle ahiret için yatırım yaparak, gönül kırmadan, adaletten şaşmadan ve hakikat yolunda ilerleyerek yaşamakla yükümlüyüz. İslâmiyet’in bakiliği ve “O millet-i kudsiye sağ olsun” duası, hem bu dünya hem de ahiret için bir kurtuluş reçetesidir.

Özet:
Bu makale; ölüm ve diriliş, milli birlik ve kardeşlik, dünya hayatının geçiciliği ve ahiret hazırlığı, adalet ve zulüm, amellerin önemi ve gönül kırmama prensibi gibi evrensel temaları ele almaktadır.

Bedîüzzaman Said Nursî’nin sözlerinden yola çıkarak manevi dirilişin önemine değinilmiş, tarihten ve Kur’an ayetlerinden örneklerle dünya hayatının fani oluşu ve salih amellerin kalıcılığı ifade edilmiştir.
Ayrıca, istibdadın son bulmasıyla dostluğun yeşereceği ve milletlerin saadeti için izzeti koruyarak barışa yönelmenin gerekliliği üzerinde durulmuştur.
Makale, Abdülkadir Geylani Hazretleri ve Hazreti Mevlana’nın hikmetli sözleriyle amellerin ve insan ilişkilerindeki nezaketin önemini anlatarak son bulmaktadır.
Tüm bu hususlar, dünyanın bir imtihan yeri olduğu ve gerçek adaletin ahirette tecelli edeceği fikriyle özetlenmiştir.

 

Loading

No ResponsesTemmuz 18th, 2025