Fani Dünyada Hakikati Aramak: Ömrün Kıymeti ve Ahiret Hesabı
Fani Dünyada Hakikati Aramak: Ömrün Kıymeti ve Ahiret Hesabı
İnsan, varoluşunun derinliklerinde, daima bir arayışın ve anlamlandırma çabasının peşindedir. Dünya sahnesine gözlerini açtığı ilk andan itibaren, nefes aldığı her saniye, zaman denen o büyük nehirde sürüklenir durur. Oysa çoğu zaman, bu sürüklenişin farkında bile olmadan, fani olanı baki zannederek aldanırız.
Mesela yaşlı bir adamın aynada gençliğini görmesi ve beraberindeki “Eyvah! Aldandık. Şu hayat-ı dünyeviyeyi sabit zannettik. O zan sebebiyle bütün bütün zayi’ ettik.” ifadeleri, bu yanılgının acı bir itirafıdır.
Dünya hayatının bir uyku, bir rüya gibi gelip geçici olduğu, rüzgar gibi uçup gittiği hakikati, Risale-i Nur’un derinliklerinden yankılanan bir uyarıdır.
Tarih, bu fani dünyada baki kalmaya çalışan nice medeniyetlerin, imparatorlukların ve şahsiyetlerin ibretlik hikayeleriyle doludur. Firavunlar, Nemrutlar, Karunlar… Hepsi bu dünyanın geçici ihtişamına aldanmış, kudret ve servetin kendilerine ebedi bir hükümranlık sağlayacağını zannetmişlerdir. Oysa zamanın çarkları arasında hepsi toz olup gitmiş, geriye sadece ders alınacak ibretler bırakmışlardır. Bugün dahi, modern dünyada bireylerin bitmek bilmeyen madde ve makam hırsı, bu kadim yanılgının farklı bir tezahürüdür.
İnsanlık, sahip olduklarına sıkıca sarılırken, aslında bir nefesle bile dağılıp gidecek olan bir gölgeye tutunduğunu çoğu zaman idrak edemez.
Peki, bu fani ömrü nasıl kıymetlendirmeliyiz?
Ahirette bizi kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde, dünyada bırakılan eserlere kıymet vermemek gerektiğini vurgulayan söz, bizlere bir mihenk taşı sunar. İnsanlığın büyük dehaları, sanatkarları, bilim insanları, geride ölümsüz eserler bırakmış olsalar da, eğer bu eserler ahiret hayatına yönelik bir hazırlık ihtiva etmiyorsa, o zaman hakiki bir kıymetten söz edilebilir mi?
Asıl kıymet, bir zerrenin bile karşılığının görüleceği ilahi adalettedir: “Zerre miktarı hayır ve iyilik yapan onun mükafatını, zerre miktarı şer ve kötülük yapan da onun cezasını görür.” (Zilzâl Sûresi, 7-8). Bu ayet, her amelin tartılacağı büyük hesabı hatırlatır ve bizi, her adımımızı ahiret nazarıyla atmaya teşvik eder.
Hayat, sadece doğum ve ölüm arasındaki boşluktan ibaret değildir; o, ruhlar aleminden başlayıp anne karnına, çocukluktan ihtiyarlığa, dünyadan kabre, berzahtan haşre ve sırat köprüsünden geçerek ebediyete uzanan uzun bir imtihan seferidir. Bu uzun yolculukta, her durağın kendine özel bir sınavı, her geçişin bir hikmeti vardır. İşte bu yüzden Hazreti Ali (r.a.)’nin buyurduğu gibi: “Mes’ul olduğun şeyle meşgul ol.” Asıl meşguliyetimiz, bu imtihanı başarıyla geçmek, kendimize düşen vazifeyi idrak etmek ve sorumluluklarımızı yerine getirmektir.
*********
Takva, yani Allah’ın emir ve yasaklarına riayet ederek yaşamak, bu imtihan yolculuğunda insanın en büyük kılavuzudur.
Nahl Suresi 128. ayette belirtildiği gibi: “…Allah takvâ ile hareket edip iyiliği seçenlerin yanındadır.” İyilik ve hayır tohumları ekmek, tıpkı toprağa atılan bir fidana su vermek gibidir. Küçük bir iyilik, ahirette umulmadık derecede büyük bir mükafata dönüşebilir. Bu açıdan, Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin tesettürlü bir hanımı görünce “Yirmi vaiz kadar İslam’a hizmet ediyor.” demesi, bir tesettürün sadece örtünmekle kalmayıp, aynı zamanda topluma yaydığı manevi mesajın, tebliğin ve davetin gücünü göstermesi açısından son derece düşündürücüdür. Bazen küçük görülen bir amel, samimiyet ve ihlasla yapıldığında, nice büyük işlerden daha faziletli olabilir.
Sonuç olarak, dünya hayatının fani oluşu, bir karamsarlık değil, aksine bir uyanış vesilesi olmalıdır. Geçici olana takılıp kalmak yerine, asıl ve ebedi olana yönelmek, her anımızı ibret nazarıyla değerlendirmek, hayırda yarışmak ve ahiretimizi mamur etmek için gayret göstermek. İşte bu, fani dünyada baki kalan hakiki saadetin yoludur.
Makale Özeti:
Risale-i Nur alıntıları, ayetler ve özlü sözler ışığında dünya hayatının geçiciliği, insan ömrünün kıymeti ve ahiret hesabının önemi üzerine derinlemesine bir bakış sunmaktadır.
“Eyvah! Aldandık. Şu hayat-ı dünyeviyeyi sabit zannettik.” ifadesinden hareketle, fani olana aldanma yanılgısı ve tarih boyunca bu yanılgıya düşenlerin ibretlik hikayeleri ele alınmıştır.
Zilzâl Suresi’ndeki zerre miktarı hayır ve şerrin karşılığının görüleceği ilkesiyle ilahi adalet vurgulanmış, dünya hayatının ruhlar aleminden başlayıp ahirete uzanan uzun bir imtihan yolculuğu olduğu belirtilmiştir.
Hz. Ali’nin “Mes’ul olduğun şeyle meşgul ol.” sözüyle sorumluluk bilinci, Nahl Suresi’ndeki takva ile hareket etmenin önemi ve Bediüzzaman Said Nursi’nin tesettüre dair sözleri ile amellerin manevi etkisi işlenmiştir.
Makale, fani dünyaya takılmak yerine, ahirete yönelik salih amellerle ömrü kıymetlendirmenin önemini vurgulayarak son bulmaktadır.