Ebediyete Uzanan Yolculukta İmanın Rehberliği ve Hakiki Dostluk
Ebediyete Uzanan Yolculukta İmanın Rehberliği ve Hakiki Dostluk
İnsanoğlu, varoluşundan itibaren bir arayış içindedir. Bu arayış, çoğu zaman dünyevi meşgalelerin labirentlerinde kaybolsa da, vicdanının derinliklerinde yankılanan “Ebed! Ebed!” sesi, onu sonsuzluğa, gerçek olana yöneltir. Kâinatın bütün ziynetleri ve lezzetleri dahi, ebediyete karşı duyulan bu ihtiyacı dolduramaz.
Nitekim Bediüzzaman Said Nursi’nin Sözler adlı eserinde belirttiği gibi: “Evet, kim kendi uyanık vicdanını dinlerse ‘Ebed! Ebed!’ sesini işitecektir. Bütün kâinat o vicdana verilse, ebede karşı olan ihtiyacının yerini dolduramaz.”
Bu sonsuzluk arayışı, insanı Allah’a (celle celalühü) iman etmeye ve O’na yönelmeye sevk eder.
Allah’a imanın tabii bir sonucu olarak O’nu sevmek, bu sevginin tezahürü ise Allah’ın sevdiği tarzda bir hayat sürmektir. Bu, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in Sünnet-i Seniyyesi’ne ve Şeriat-ı Garra’sına ittiba etmekle mümkündür.
Lem’alar’dan aktarılan şu kudsi hakikat ne güzel ifade edilmiştir: “Allah’a (celle celalühü) imanınız varsa, elbette Allah’ı seveceksiniz. Madem Allah’ı seversiniz, Allah’ın sevdiği tarzı yapacaksınız. Ve o sevdiği tarz ise, Allah’ın sevdiği zâta benzemelisiniz. Ona benzemek ise, ona ittiba etmektir. Ne vakit ona ittiba etseniz, Allah da sizi sevecek. Zâten siz Allah’ı seversiniz, tâ ki Allah da sizi sevsin.”
Hakiki muhabbet ve ittiba, Allah’ın rızasına ulaştıran yegane anahtardır.
Bu ebediyet yolculuğunda, insanın en büyük yardımcıları ve aynı zamanda en büyük engelleri bulunur.
“Eğer dost istersen Allah yeter; zira O dost ise, her şey dosttur.
Eğer yaran istersen Kur’an yeter; çünkü onda enbiya ve melâike ile hayalen görüşüp, vukuatlarını seyredip ünsiyet edersin.
Eğer mal istersen kanaat yeter; zira kanaat eden iktisat eder, bereket bulur.
Eğer düşman istersen nefis yeter; zira kendini beğenen belaya duçar olur, zahmete düşer, kendini beğenmeyense safayı bulur, rahmete gider.
Ve eğer nasihat istersen ölüm yeter; zira ölümü düşünen, hubb-u dünyadan kurtulur ve ahiretine ciddî çalışır.”
Bu hikmetli sözler, insan hayatının temel dinamiklerini özetler mahiyettedir.
Ne yazık ki, içinde yaşadığımız bu fani dünyada birçok insan gaflete düşmekte, hayatın geçici heveslerine aldanmaktadır. Özellikle ihtiyarların en kötüsü, gaflette ve hevesatta gençlere benzemek istemesidir; çocukçasına hevesat-ı nefsaniyeye tabi olmasıdır. Bu, kişinin ömrünün son demlerinde dahi dünya hırsından ve nefsani arzulardan kurtulamadığının hazin bir göstergesidir.
Halbuki insan layemut değildir, başıboş da değildir, bir vazifesi vardır. Gururu bırakıp, kendisini yaratanı düşünmeli, kabre gideceğini bilmeli ve öyle hazırlanmalıdır.
Mesnevi-i Nuriye’nin uyarısıyla: “Seni intizar etmekte ve senin de süratle ona doğru gitmekte olduğun kabir, dünyanın ziynetli, lezzetli şeylerini hediye olarak kabul etmez. Çünkü dünya ehlince güzel addedilen şey, orada çirkindir.”
Dünyanın ziynetleri, kabirde ve ahirette hiçbir değer taşımaz.
İnsan, şeytana kulluk etmekten sakınmalı, zira o apaçık bir düşmandır.
Yasin Suresi’nin 60-62. ayetlerinde Cenab-ı Hak şöyle buyurur: “Ey Âdemoğulları! Size şeytana kulluk etmeyin. O sizin için apaçık bir düşmandır. Bana kulluk edin. İşte bu dosdoğru yoldur, diye emretmedim mi? Nitekim o şeytan sizden pek çok milleti kandırıp saptırdı. Hâlâ akıl erdiremiyor musunuz?”
Akıl ve basiret ile bu ilahi emre uymak, şeytanın vesveselerinden korunmanın yegane yoludur.
Hayatın her anında, çektiğimiz sıkıntılar birer misafirdir, gelir ve giderler. Önemli olan, gönderenin hatırına misafire sabretmektir.
Hz. Mevlana’nın bu hikmetli sözü, bizlere tevekkül ve teslimiyet dersi verir.
Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz’in buyurduğu gibi: “Kim Allah için sever, Allah için nefret eder, Allah için verir ve Allah için mâni olursa, imanı kemâle ermiştir.” (Ebû Davud, Sünnet 16).
Bu hadis, imanın yalnızca kalpte bir tasdikten ibaret olmadığını, aynı zamanda hayatın her alanına yayılan bir eylem ve tavır bütünü olduğunu gösterir.
Sonuç olarak, madem her şey helak olacak, ey zayıf insan! Güneşe nisbeten bir zerre bile olmayan hayatının da bunda hissesi olduğunu anla, aklını başına topla, yaratılışındaki hikmeti düşün, haddini bil, ömür ve hayatını, sana saadet-i ebediyeyi temin edecek şeylerle geçir. Ebediyete açılan kapı olan kabre hazırlık yapmak, Allah rızasını kazanmak için yaşamak ve O’nun ipine sımsıkı sarılmak, bu fani dünyadaki en kutlu vazifemizdir.
Özet:
Makale, insanın vicdanındaki ebediyet arayışından yola çıkarak, Allah’a iman ve muhabbetin, Hz. Peygamber’in Sünnetine ittiba ile nasıl pekiştiğini anlatır.
Hakiki dostluğun Allah ile kurulması gerektiği, Kur’an’ın bir yaren, kanaatin bir mal, nefsin bir düşman ve ölümün en büyük nasihatçi olduğu hikmetli sözlerle açıklanır. Gafletin ve dünyevi hevesatın insanı ahiret hayatından nasıl uzaklaştırdığına, özellikle yaşlıların bu konuda düştüğü hatalara değinilir.
Kabirdeki gerçekliğin dünya ziynetlerini kabul etmeyeceği hatırlatılır.
Şeytana kulluk etmemenin ve dosdoğru yolda kalmanın önemi Kur’an ayetiyle pekiştirilir.
Makale, sıkıntıların sabırla karşılanması gereken misafirler olduğunu ve Allah için sevmek, nefret etmek, vermek ve men etmek gibi davranışların imanı kemale erdirdiğini belirterek sona erer.
Son olarak, ömrün ebedi saadeti temin edecek şekilde değerlendirilmesi gerektiği anlatılır.