Sosyalizm, Seküler Medeniyet ve İslâmiyet: Fikri Bir Mukayese

Sosyalizm, Seküler Medeniyet ve İslâmiyet: Fikri Bir Mukayese

“Sosyalistlik desatiri, İslâmiyetin esasatını bozamaz. Şu medeniyet-i sefihe bozuyor. Hem çok pahalı düşüyor. Zîrâ maddiyunluk ve engizisyonluk mayasıyla neşvü-nema bulan medeniyet-i hâzıra, pek çok aldatıcı ve müşevvik vesâit ile mücehhez ve câzibedârdır. O sehhâre, din ve nâmus ve fazilet mukabilinde kendini satıyor. Şa’şalı bir hayatı gösterip takdim ettiğinden; dinden, namustan, faziletten fazla rüşvet alıyor. Sosyalistlik ise; basit, sade bir hayatı takdim ediyor. Ona mukabil, kimseyi dininden, imanından, namusundan büyük bir hisseyi fedâ etmeye icbar etmediği gibi; kimse de kendinde mecburiyet hissetmez.”
Âsâr-ı Bediiye

Giriş: Hakikat Arayışında Yolunu Şaşıran Medeniyet

Tarih boyunca insanlık; adalet, eşitlik, huzur ve hürriyet gibi kavramların peşinden koşmuştur. Bu arayış, kimi zaman sosyalizm, kimi zaman liberalizm, kimi zaman da medeniyet adı verilen yapılarla somutluk kazanmıştır. Fakat bu ideolojilerin ve sistemlerin büyük çoğunluğu, insanın fıtratını ve ruhunu göz ardı ettikleri için ya kısa ömürlü olmuş ya da felaketle sonuçlanmıştır.

Bediüzzaman Said Nursî, Âsâr-ı Bediiye adlı eserinde modern medeniyeti, sosyalist fikirlerle karşılaştırırken esasen İslâmiyetin değiştirilemez hakikatlerine dikkat çeker. Onun şu tesbiti son derece çarpıcıdır:

> “Sosyalistlik desatiri, İslâmiyetin esasatını bozamaz. Şu medeniyet-i sefihe bozuyor. Hem çok pahalı düşüyor.”

Bu makalede, sosyalizmin İslamiyet karşısındaki etkisizliği, modern medeniyetin tehlikeli cazibesi ve bu iki fikrin ahlaki zeminleri İslam nazarından değerlendirilecektir.

  1. Sosyalizm: Sade ama Sınırlı Bir Yol

Sosyalizm; sınıfsız bir toplum, üretim araçlarının paylaşımı ve emeğin kutsanması gibi kavramlarla ortaya çıkmıştır. Temel amacı, ekonomik adalet ve eşitliktir. Fakat sosyalist düşünce, çoğu zaman maneviyatı ihmal etmiş, dini ya dışlamış ya da toplumsal bir unsur olarak küçümsemiştir.

Bediüzzaman şöyle der:

> “Sosyalistlik ise; basit, sade bir hayatı takdim ediyor. Ona mukabil, kimseyi dininden, imanından, namusundan büyük bir hisseyi feda etmeye icbar etmediği gibi…”

Yani sosyalizm, zahiren “ahlaki” bir zemine dayanır. Ama bu ahlak, menşeini ilahi bir kaynaktan almadığı için kalıcı olamaz. Oysa insan sadece midesiyle değil, vicdanı, ruhu ve aklıyla da yaşar. Sadece ekonomik eşitlik yeterli değildir; insanın kalbi, anlam ve ibadet de ister.

  1. Medeniyet-i Hâzıra: Göz Kamaştıran Bir Aldatıcı

Asıl tehlike, Bediüzzaman’a göre modern seküler medeniyettir. Çünkü bu medeniyet:

Dini dışlamaz gibi görünür ama içten içe eritir.

Namus, fazilet gibi değerleri meta haline getirir.

Zevk ve refah perdesiyle ruhu unutturur.

> “O sehhâre, din ve namus ve fazilet mukabilinde kendini satıyor. Şa’şaalı bir hayatı gösterip takdim ettiğinden, dinden, namustan fazla rüşvet alıyor.”

Burada “sehhâre” yani büyücü ifadesiyle kastedilen, modern hayatın göz boyayıcı cazibesidir. Lüks, moda, teknoloji, haz ve gösteriş üzerine kurulu bu yapı, bireyin ahlakî reflekslerini felç eder.

Ve bu medeniyetin mayası:

Bir yanda maddiyunluk (pozitivizm, materyalizm)

Diğer yanda **engizisyonluk (dine karşı baskı ve zorbalık)**tır.

  1. Sosyalizm mi, Seküler Medeniyet mi Daha Tehlikeli?

Bediüzzaman’ın dikkat çektiği en önemli karşılaştırma şudur:
Sosyalizm, sade bir hayat sunar ama dinden fazla şey talep etmez.
Modern medeniyet ise refah sunar ama karşılığında iman, haya, iffet, fazilet gibi değerleri alır.

Yani:

Sosyalizm aç bırakır ama yavaş yavaş ruhu söndürür

Seküler medeniyet doyurur ama ruhu susturur.

Bu yüzden sosyalizmin desatiri (kural, ideoloji) İslamiyet’in esasatına zarar veremez; çünkü doğrudan dine çatmaz, hatta yer yer dindar kitlelerle barışık olabilir.
Ancak medeniyet-i sefihe (ahlâken yozlaşmış medeniyet), şekilcilik perdesiyle dini içten çürütür.

  1. Bilimsel ve Ahlaki Yorum: Maneviyatsız Sistemlerin Sınırı

Modern bilim, artık şunu kabul etmektedir:
Toplumların uzun vadeli huzuru, sadece ekonomiyle değil; ahlakla, maneviyatla ve ortak değerlerle mümkündür. Sosyal devletler dahi, sadece gelir dağılımı ile adaletin sağlanamayacağını kabul etmişlerdir.

Bir fikrin cazibesi, onun manevî zemininden gelir.

Bir medeniyetin gücü, onun insanı ne kadar “insan” olarak gördüğüne bağlıdır.

İslam ise sadece bir din değil, aynı zamanda ahlaki, içtimai ve fikrî bir sistem sunar. İslam’da ekonomik adalet, manevi ahlakla; özgürlük, sorumlulukla; eşitlik, kulluk şuuruyla dengelenir.

  1. Tarihî İbretler: Medeniyetin Çöküşü Nereden Başladı?

Sovyet Sosyalizmi, manevi boşluk nedeniyle çöktü.

Batı Medeniyeti, fazilet erozyonu nedeniyle çürüyor.

İslam Medeniyeti, kendi asli kaynaklarından uzaklaşınca çözüldü.

Bediüzzaman’ın vurgusu şudur:

> “Hak kısmına sahip olmalı…”
Yani her fikrin içinde bir hak parçası olabilir. Ancak bu parça, İslam’ın hakikat terazisinde tartılmazsa batıla hizmet edebilir. Sosyal adalet, sadece sistemle değil, iman ve ahlakla kaim olur.

Sonuç: İslâmiyet, Kendi Hakikatine Sahip Çıkmalıdır

Bediüzzaman’ın bu pasajda altını çizdiği hakikat çok açıktır:

> Modern çağda ne sosyalist fikirler, ne de Batı medeniyeti İslâmiyet’in özünü sarsamaz. Ama Müslümanlar gafletle kendi değerlerinden uzaklaşırsa, başkalarının sistemlerini yüceltip kendi madenini görmez hale gelir.

Bugün yapılması gereken:

Sosyal adaleti İslamî esaslarla kurmak,

Medeniyeti ahlakla yoğurmak,

Fikri, imanın nuruyla yüceltmektir.

Aksi halde ya aşırı sadeleşip köksüzleşiriz ya da şaşaaya kapılıp ruh kaybına uğrarız.

MAKALE ÖZETİ

Bu makalede Bediüzzaman Said Nursî’nin sosyalistlik ve modern seküler medeniyet karşısında İslam’ın konumunu ele aldığı tesbitler ışığında; sosyalizmin sade yapısı ama sınırlı maneviyatı, modern medeniyetin cazibesi ama ahlakî bedeli, İslam’ın ise hem dünya hem ahiret için bir denge sunması analiz edilmiştir. İslam’ın hakikatlerini koruyarak çağın fikirlerinden istifade etmesi, ama onların teslimiyetine düşmemesi gerektiği vurgulanmıştır.

 

Loading

No ResponsesTemmuz 14th, 2025