İttikanın Sırrı: Sanatta Kemâl, Tesirde Tevhid ve Vasıtasız Kudret

İttikanın Sırrı: Sanatta Kemâl, Tesirde Tevhid ve Vasıtasız Kudret

“Eğer îcaddaki vasıta hakikî olsaydı ve hakikî tesir verilseydi; hem bir şuur-u küllî verilmek lâzım idi, hem bizzarûre eser-i ittikan, kemâl-i san’at muhtelif olacaktı. Halbuki en âdiden en âlîye, en küçükten en büyüğe ittikan; derece-i kemâlde, mahiyetin kameti nisbetindedir. Demek Müessir-i Hakikî’den bazı karîb, bazı baîd, kısmen vasıtasız, kısmen vasıta ile, kısmen vesait ile değildir. İnsanın ihtiyarî eserindeki adem-i kemâl; cebri nefy, ihtiyarı isbat eder.”
Âsâr-ı Bediiye

(Bediüzzaman’ın sanat, tesir, ihtiyar ve yaratılış üzerine hakikatli bir tefekkürü)

GİRİŞ: Sanatın Arkasındaki Sır Kimindir?

Evren, baştan sona bir “ittikan” (en ince ayrıntısına kadar kusursuz işçilik) ile dokunmuştur.
Bir atomun içindeki nizam ile bir galaksinin dönüşündeki ahenk, aynı kemâlin farklı tecellileridir.
Bir arının petek örmesi ile beyin hücrelerinin bilgi işlemesi aynı tasarımın yansımasıdır.

Ve bu sanatta görülen şey mütemadiyen kusursuzluktur.
Soru şudur:

> Bu ittikan kime aittir?
Bu kusursuzlukta vasıtanın payı var mıdır?
Yaratılışta hakiki fail kimdir?

İşte Bediüzzaman, Âsâr-ı Bediiye’de bu soruları cevaplarken, aklı ve kalbi aynı çizgide buluşturan bir tevhid perspektifi sunar.

  1. İcadda Vasıta Olsa Ne Gerekirdi?

> “Eğer îcaddaki vasıta hakikî olsaydı ve hakikî tesir verilseydi; hem bir şuur-u küllî verilmek lâzım idi…”

Eğer yaratılış bir aracıya –örneğin tabiat, sebepler veya atomlar gibi maddî unsurlara– verilseydi, bu aracının:

Her şeyi bilen bir şuur-u küllîye,

Sonsuz bir iradeye,

Mükemmel bir kudrete
sahip olması gerekirdi.

Ama ortada ne akıl, ne idrak, ne de şuurlu tercih vardır.

Dolayısıyla:

Sebeplerin tesiri hayaldir.

Gerçek tesir Allah’a aittir.

  1. Sanatın Her Yerdeki Kemâli: Küçükte Büyükte Aynı Hassasiyet

> “En âdiden en âlîye, en küçükten en büyüğe ittikan; derece-i kemâlde, mahiyetin kameti nisbetindedir.”

Bir sineğin kanadında görülen ince nizam, bir kartalın uçuşundaki ustalıkla yarışır.
Bir hücredeki DNA dizilimiyle bir gezegenin yörüngesi, aynı elden çıkmış gibi aynı sanat ölçüsüne sahiptir.

Buradan çıkan sonuç:

Eğer bu işler sebeplere bırakılmış olsaydı,

Küçük işlerde savrukluk,

Basit canlılarda rastgelelik,

“Âdi” yaratılışlarda dikkatsizlik olurdu.

Ama görüyoruz ki:
Her varlık, sanatın zirvesinde yaratılıyor.
Bu da gösteriyor ki:

> Sanattaki ittikanın kaynağı bir vasıta değil, vasıtasız bir Kudret’tir.

  1. Yakınlık ve Uzaklık Kıyasını Bozan Kudret

> “Demek Müessir-i Hakikî’den bazı karîb, bazı baîd, kısmen vasıtasız, kısmen vasıta ile, kısmen vesait ile değildir.”

Yani yaratıcı, bazı şeyleri “yakından”, bazılarını “uzaktan” yaratıyor değil.
Ya da küçükleri doğrudan, büyükleri dolaylı yapıyor değil.

Çünkü:

Allah için uzak–yakın farkı yoktur.

Basit–karmaşık ayrımı geçerli değildir.

Kudret için zorluk–kolaylık yoktur.

Bu bakış, tevhidî bakıştır.
Sebepleri inkâr etmez ama onlara hakikî tesir vermez.
Her şeyde Hakk’ın kudreti doğrudan işler.
Ve bu kudret, zerredeki ittikanla da, yıldızdaki nizamla da aynı derecede mükemmeldir.

  1. İnsan ve Kusurlu Sanatı: İhtiyarın Delili

> “İnsanın ihtiyarî eserindeki adem-i kemâl; cebri nefy, ihtiyarı isbat eder.”

İnsan yaptığı işte genellikle hata yapar.
Noksanlık olur. Bazen mükemmel yapar, bazen eksik kalır.
Çünkü:

İnsan muhtardır (seçme hürriyeti vardır).

Ve onun işinde cebir yoktur (zorunluluk yoktur).

İnsan her ne kadar “eser” verse de, bu eserindeki eksiklik, onun:

Mecbur değil,

Seçen, irade eden bir varlık olduğunu gösterir.

Dolayısıyla:

> Eserdeki kusur, ihtiyarın ispatıdır.
İhtiyar ise mesuliyetin temelidir.
Mesuliyet de insanı imtihana tâbi kılar.

  1. Akıl, Bilim ve Hikmet Yönünden Yaratılışta Tevhid

Aklen: Tesadüf ile mükemmel sanat olmaz.

Felsefî olarak: Vasıta olan madde, kudretsizdir.

Bilimsel olarak: Canlılıkta tesir eden güç, fizikî sebeplerle izah edilemez.

Mantıken: Sanatta tek el izi varsa, çokluk iddiası düşer.

İlmî olarak: Genetik, biyoloji ve fizik, sebeplerin sınırlı olduğunu ve onları işleten daha büyük bir düzenleyici bulunduğunu gösterir.

Bütün bunlar birleştiğinde:

> Her şeyde doğrudan Allah’ın sanatı ve kudreti vardır.
Sebep görünür, ama sebep değildir.
Varlık bir sahnedir ama perde arkasında bir Mutasarrıf-ı Hakikî çalışır.

SONUÇ: Vasıtasız Kudret, Kusursuz Sanat

Bediüzzaman’ın bu veciz ifadesi, hem varlığa, hem sanata, hem de insana bakışı değiştirir.
Yaratılışta hiçbir şey başıboş değildir.
Her şey, hikmetli ve kusursuz bir nizama göre vücut bulur.
Ve bu nizamda, sebepler ancak bir perdedir.
Perdeyi kaldırınca, arkada sadece Allah’ın kudreti ve ilmi kalır.

İnsanın eserindeki kusur, onun ihtiyar sahibi olduğuna delildir.
Fakat Allah’ın eserindeki mutlak kemal, O’nun vasıtasız ve kusursuz yaratışına şahittir.

MAKALE ÖZETİ

Bu makalede Bediüzzaman Said Nursî’nin “Eğer icaddaki vasıta hakiki olsaydı…” cümlesinden hareketle yaratılışta sebeplerin rolü, hakiki tesir sahibi olan Allah’ın kudreti, sanatta gözlenen mükemmel ittikanın vasıtasızlıkla olan ilişkisi, insanın eserlerindeki kusur üzerinden ihtiyar ve cebir meselesi, aklî ve ilmî delillerle tevhidî bakış açısı irdelenmiştir. Sonuç olarak, kainatta her şeyde doğrudan Allah’ın kudreti işler; vasıtalar yalnızca birer görünüşten ibarettir. Sanatın mutlak kemâli, vasıtaların değil, Müessir-i Hakikî olan Allah’ın eseridir.

 

Loading

No ResponsesTemmuz 14th, 2025