KÜRDLER VE İSLÂMİYET

KÜRDLER VE İSLÂMİYET  

   “… Bu hususda en ziyade söz söylemek salâhiyyetine haiz bulunan ve Kürdlerin salâbet-i diniye, necabet-i ırkiye ve celâdet-i İslâmiyesini bihakkın temsil eden ve “Dar-ül Hikmet’il İslâmiye” azasından Kürd eşraf ve mütehayyızanından bulunan fazıl-ı şehîr Bediüzzaman Said-i Kürdî Efendi Hazretleri buyuruyorlar ki: 

   Boğos Nubar ile Şerif Paşa arasında akdedilen mukaveleye en müskit ve beliğ cevap, vilayat-ı şarkiyede Kürd aşairi rüesası tarafından çekilen telgraflardır. Kürdler camia-i İslâmiyeden ayrılmaya asla tahammül edemezler. Bunun aksini iddia edenler, mutlaka makasıd-ı mahsusa tahtında hareket eden ve kürdlük namına söz söylemeye selahiyettar olmayan beş on kişiden ibarettir. 

   Kürdler, İslâmiyet nam ve şerefini i’la için beşyüzbin (500.000) kişi feda etmişler ve makam-ı hilafete olan sadakatlerini, îsar ettikleri kan ile bir kat daha te’yid eylemişlerdir. 

   Ma’hud muhtıranın esbab-ı tanzimine gelince: Ermeniler Vilayât-ı Şarkiye’de ekall-i kalil derecesinde bulundukları için; asla bir ekseriyet teminine.. ve ne kemiyyeten, ne de keyfiyyeten Şarkî Anadolu’da iddia-yı temellüke muvaffak olamayacaklarını son zamanlarda anladılar.. Maksadlarına Kürdler namına hareket ettiğini iddia eden Şerif Paşayı alet etmeyi müsait ve muvafık buldular. Bu suretle Kürd ve Ermeni davası ortada kalmayacak ve Şarkî Anadoludaki iftirak âmâli mevki-i fiile çıkmış olacaktı. 

   İşte, bu gaye ile o ma’hud beyanname müştereken imzalandı ve konferansa takdim olundu. Ermeniler’in maksadı Kürdleri aldatmaktan başka bir şey olamaz. Çünkü ileride Kürdlerin kemiyyeten hal-i ekseriyette bulunduklarını inkâr edemeseler bile, keyfiyyeten, yani ilmen, irfanen kendilerinden dûn oldukları bahanesiyle, Kürdleri bir millet-i tabi’a haline getirecekleri muhakkaktır. Buna ise, aklı başında olan hiçbir Kürd taraftar değillerdir. Zaten Kürdler bu beyannameye yalnız sözle değil, bilfiil muhalif olduklarını isbat ediyorlar. Kürdlük davası pek mânâsız bir iddiadır.. Çünkü herşeyden evvel Müslümandırlar.. Hem de salabet-i diniyeyi taassub derecesine isal eden hakiki müslümanlardan.. Binaenaleyh, Ermenilerle aynı ırktan bulunup bulunmadıkları meselesi, onları bir dakika bile işgal etmez. 

اَ ْلاِسْلَامُ جَبَّ الْعَصَبِيَّةَ الْجَاهِلِيَّةَ

   İslâm, uhuvvet-i İslâmiyeye münafi olan kavmiyyet davasını men’ eder. 

   Esasen bu, tarihe ait bir şeydir.. Kürdlerin asıl ve nesepleri ne olursa olsun, İslâmdan iftiraka vicdan-ı millîleri asla müsaid değildir. Bununla beraber, Kürdlerin Arap kavm-i necibi ile ırken alâkadar bulunduğu hakâik-i tarihiyedendir.

   İslamiyyet, herhangi bir ırkın diğer bir unsur-u İslâm aleyhine olarak menfî surette intibah hasıl etmesini kabul edemez. Binaenaleyh, Kürdleri Müslümanlıktan ayırmak isteyenler, esasat-ı İslâmiyeye muhalif hareket ediyorlar. Fakat bunlar da kimlerdir? Bir iki kulüpte toplanan beş on kişiden ibaret!.. Hakiki Kürdler kimseyi kendilerine vekil-i müdafi’ olarak kabul etmiyorlar. Onların vekili ve Kürdlük namına söz söyleyecek ancak Meclis-i Mebusan-ı Osmaniye’deki mebûslar olabilir. 

   Kürdistan’a verilecek muhtariyetten bahsediliyor… Kürdler, ecnebî himayesinde bir muhtariyeti kabul etmektense, ölümü tercih ediyorlar. Eğer Kürdlerin serbestî-i inkişafını düşünmek lazım gelirse; bunu Boğus Nubar ile Şerif Paşa değil, Devlet-i Âliyye düşünür. Hülâsa: Kürdler bu hususta kimsenin tavassut ve müdahalesine muhtaç değildirler. Seyyid Abdülkadir Efendinin beyanat-ı malumesine gelince; bu hususta şimdilik bir şey söyleyemem. Bununla beraber, bu beyanatın tahrif edilip edilmediğini bilemiyorum.” -Bediüzzaman-
Âsâr-ı Bediiye

KÜRDLER VE İSLÂMİYET: BİR MİLLETİN KADERİNDE DİNİN İZİ

  1. Giriş: Kürdlük Davası mı, İslâmiyet Davası mı?

Tarih sahnesinde birçok kavim, iz bırakmıştır. Lakin bazı kavimler vardır ki, onların varoluş gayesi sadece etnik bir aidiyetle sınırlı kalmamış; inançla, dava ile, şuurla şekillenmiştir. Kürd milleti, bu anlamda sadece bir etnik kimlik değil, İslâmiyet’in yüksek ahlâkını ve celâdetini taşımış bir “iman cephesi” olarak tarih boyunca temâyüz etmiştir. Bediüzzaman Said Nursî’nin ifadesiyle, Kürdler, İslâmiyet’in celâdetini, necabetini ve salabetini bihakkın temsil eden bir millettir.

  1. Siyasî Hileler ve Tarihî Aldatmacalar: Şerif Paşa Meselesi

Birinci Dünya Savaşı sonrasında Kürdleri temsilen sahneye çıkarılan bazı şahıslar –ki bunların başında Şerif Paşa gelir– Ermeni taleplerine Kürd adını alet ederek, gayr-i meşru siyasi planlara ortak olmaya çalışmışlardır. Halbuki:

Ne bu şahıslar Kürd milletinin gerçek temsilcisidir.

Ne de iddia ettikleri fikirler Kürd halkının kalbinden neşet etmiştir.

Bediüzzaman bu meseleyi açık ve keskin bir ifadeyle ortaya koyar:

> “Kürdler camia-i İslâmiyeden ayrılmaya asla tahammül edemezler.”

Kürd milleti, dinî sadakatini hilâfete kan dökerek göstermiştir. Beşyüz bin şehitle tescillenmiş bu sadakat, siyasî masa oyunlarına kurban edilemeyecek kadar büyük bir mirastır.

  1. Kavmiyetçilik ve İslâm: İkisi Birlikte Yürür mü?

İslâmiyet, kavmiyet taassubunu kaldırmış, kardeşlik esasına dayalı bir ümmet bilinci tesis etmiştir. Bu çerçevede:

Kürdler, ırkçılığı değil İslâm kardeşliğini seçmiştir.

“اَلاِسْلَامُ جَبَّ الْعَصَبِيَّةَ الْجَاهِلِيَّةَ – İslâm, cahiliyet taassubunu kesip atmıştır.” hakikatiyle amel etmişlerdir.

Kavmî iddialar, İslâm’ın üst şemsiyesi altında anlam kazanabilir. Aksi hâlde bir ırkın üstünlüğü iddiası, İslâm’ın ruhuna zıttır.

  1. Ermeni Oyunu: Kemiyette Az, Keyfiyette İddialı

Bediüzzaman’ın tarihî analizine göre:

Ermeniler, Doğu Anadolu’da azınlık olmalarına rağmen, dış güçlerin desteğiyle bu coğrafyada hâkimiyet kurma hayali taşımışlardır.

Bu maksada ulaşmak için Kürdleri bir araç olarak kullanmak istemişlerdir.

Ancak şu gerçek hiç değişmemiştir:

> Kürd halkı ne kemiyette ne de keyfiyette Ermenilerin tahakkümüne boyun eğmemiştir.

Çünkü Kürdler, kendi kaderlerini yabancı iradelere teslim edecek bir iradesizlik içinde hiçbir zaman olmamışlardır.

  1. Kürdlük Davası: İfadesi Var, İddiası Yok

Kürd meselesi, eğer bir dava olacaksa, bu:

İslâmî bir zemin üzerinde yükselmeli,

Hak ve adalet ekseninde olmalı,

Asla Batı’nın himayesi veya vesayetiyle değil, İslâm birliği içinde anlam kazanmalıdır.

Bediüzzaman’ın şu cümlesi bu noktada veciz bir özet gibidir:

> “Kürdlük davası pek mânâsız bir iddiadır. Çünkü her şeyden evvel Müslümandırlar.”

  1. Muhtariyet Bahsi: Hürriyet mi, Himaye mi?

O dönemde bazı Batılı planlarda Kürdistan’a sözde muhtariyet teklif edilmiştir. Ancak bu muhtariyet, bir bağımsızlık değil; Batı vesayeti altına sokulmuş bir kültürel esaret projesidir.

Kürd halkının buna cevabı nettir:

> “Kürdlük namına ecnebî himayesini kabul etmektense, ölümü tercih ederiz.”

Bu ifade, bir milletin izzetini, iradesini ve imanını aynı cümlede toplamaktadır.

SONUÇ: İslâmiyet Kürdlerin Ruhudur, Damarıdır, İstikametidir

Kürd halkı tarih boyunca İslâmiyet’le yoğrulmuş, hamurunda tevhid, harcında Kur’an olan bir millettir. Onların millî şuuru, dinî şuurlarıyla iç içedir. Onlar yalnızca Kürd oldukları için değil, İslâmiyet’e sadakatleriyle yücelmişlerdir.

Bediüzzaman’ın bu güçlü ve berrak ifadeleri, sadece bir siyasî beyanda bulunmak değil; bir milletin manevî kimliğini ve tarihî vakarını muhafaza etme sorumluluğunun ifadesidir.

ÖZET

Bu makalede, Bediüzzaman Said Nursî’nin “Kürdler ve İslâmiyet” başlıklı beyanı temel alınarak; Kürdlerin İslâm’a olan sadakati, siyasî istismarlara karşı duruşları, Ermeni oyunu karşısındaki şuur ve basiretleri, kavmiyetçilik karşısındaki İslâmî tavırları tarihî, hikmetli ve ilmî bir bakışla ele alınmıştır. Netice olarak Kürdler, kavmî iddiaların ötesinde İslâm davasının birer neferi olmuş, tarih boyunca bu davanın celâdet ve sadakatle temsilcisi olmuşlardır.

www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesTemmuz 13th, 2025