Medeniyetin Parlak Yüzü mü, Maneviyatın Sessiz Çöküşü mü?

Medeniyetin Parlak Yüzü mü, Maneviyatın Sessiz Çöküşü mü?

“Şu zamanın medenî engizisyonu müdhiş bir vesile ile, bazı ezhanı telkîh ile, bir kısım nâmeşru’ evlâdını vücûda getirip, İslâmiyet’e karşı kinini ve hiss-i intikamını icra eder. 

   Diyanetsizliğe veya lâübaliliğe veya Hristiyanlığa temayüle veya İslâmiyet’ten şübhe ile soğutmaya bir kapı açmak ister. 

İşte o desise şudur: “Ey Müslüman bak! Nerede bir müslim varsa binnisbe fakir, gafil, bedevîdir. Nerede Hristiyan varsa, bir derece medenî, mütenebbih, ehl-i servettir. Demek?.. ilâ âhir.” 

   Ben de derim ki: 

   -Ey Müslüman! 

   Biri maddî, biri manevî Avrupa rüchanının iki sebebinin şu netice-i müdhişiyle; o neticenin tesir-i muharribanesine karşı, mevcudiyetimizin hâmisi olan İslâmiyet’ten elini gevşetme, dört el ile sarıl. Yoksa mahvolursun. 

   Evet biz aşağıya iniyoruz, onlar yukarıya çıkıyor. Bunun iki sebebi vardır. Biri maddî, biri manevîdir. ”
Âsâr-ı Bediiye

Bir Zamanın Desisesi, Bir Ümmetin İmtihanı

Giriş:

Tarih boyunca hak ve bâtılın mücadelesi yalnızca kılıçlarla değil, fikirlerle, telkinlerle ve “medeniyet” adı altında sunulan sinsi planlarla da yürütülmüştür. 20. yüzyılın başlarında Bediüzzaman Said Nursî’nin nazarları, zamanının derin akıntılarını çözüme kavuşturarak, Müslüman toplumlara karşı yöneltilen fikrî saldırılara ışık tutar. Yukarıdaki paragrafta geçen ifadeler, “medenî engizisyon” adı altında yürütülen bu yeni tür sömürgeleştirme operasyonunun içyüzünü göstermektedir.

Medenî Engizisyon: Bir Fikir Kumpası

Engizisyon, Orta Çağ’da Hristiyan Avrupa’nın sapkın ilan ettiği inançlara karşı uyguladığı kanlı baskının adıdır. Ancak Said Nursî, çağdaş dönemde bu baskının kılıç ve zindanla değil; kalem, televizyon, okul ve medya aracılığıyla “medenî” kılıflarla yapıldığını ifade eder. Bugünün engizisyonu, zihinlere telkinlerle yön vererek, kendi bâtıl inanç ve anlayışlarını “doğal gerçek” gibi sunar.

Bu “medenî engizisyon”, İslâmiyet’e yöneltilen şüphe oklarını, çoğu zaman zenginlik, kalkınmışlık ve bilim görüntüsüyle bezeyerek atar. “Hristiyanlar medeni, Müslümanlar fakir” anlayışı, bu sahte üstünlüğün en önemli argümanlarından biridir. Oysa bu kıyas, sebep-sonuç açısından koparılmış, derinliksiz ve sahte bir karşılaştırmadır.

Maddî Yükselişin Ardındaki Sebepler

Bediüzzaman, Avrupa’nın maddî yükselişinin sebeplerini ikiye ayırır: biri hakikî, biri sathî. Hakikî sebep olarak, fen ve sanatı kullanarak kâinattaki ilâhî kanunlara (sünnetullah) uymaları gösterilebilir. Yani sebebe riayet etmeleri, çalışma ve disiplin gibi sünnetullah esaslarını işletmeleri, onlara teknik ve teknolojik bir ilerleme sağlamıştır.

Ancak bu ilerleme, manevî kemale ermek anlamına gelmez. Tıpkı Firavun’un serveti, Ebu Cehil’in zekâsı, Nemrud’un saltanatı gibi… Maddî başarı, hakkı temsil ettiğini göstermez.

İslâm Dünyasının Gerileyişi: Asıl Neden

Müslümanların fakir ve geri kalmış olması ise İslâmiyet’in değil, İslâm’dan uzaklaşmanın sonucudur. Namazdan, Kur’an’dan, adaletten ve ilimden uzaklaşan toplumlar, İslâm’ın nurunu söndürmediler ama kendilerini karanlığa mahkûm ettiler.

Bu düşüş, tesadüfi değil; içimizdeki gafletin, dışımızdaki düşmanla birleşmesinden doğmuştur. Müslümanların ilimden kopması, taassup ve taklitle iktifa etmesi; içtimaî ve siyasî bir durgunluğa yol açmış; neticede Batı’nın emperyalist planlarına açık hale gelmiştir.

Zihinlere Zerk Edilen Şüphe: Bir Sömürge Aracı

“Bak! Onlar zengin, biz fakiriz” sözü, sadece bir gözlem değil; arkasında bir maksat barındırır: Müslüman’ın kendi inancından, kimliğinden utanmasını sağlamak…
Bu kompleks hali, bireyi önce kendi medeniyetine karşı yabancılaştırır; ardından başka bir medeniyete özendirir. Zihinlerde İslâm’a karşı bir soğukluk meydana getirerek, Hristiyanlığa temayül ettirir.

Ama bu yöneliş, bir aklın değil; bir hipnozun ürünüdür. Tıpkı şekeri yaldızlı bir zehire dönüştüren bir el gibi…

Çözüm: Dört Elle İslâmiyet’e Sarılmak

Bediüzzaman, bu tehlikeye karşı reçetesini çok net şekilde verir:
“İslâmiyet’ten elini gevşetme, dört el ile sarıl!”
Çünkü bizi medeniyet değil, iman ayakta tutar. Bizi Avrupa’nın fabrika bacaları değil, Kur’an’ın aydınlatıcı nur ve hikmeti kurtarır.

Çünkü bizim “yükselmemiz”, teknolojiyi ithal etmekle değil; ruhumuzu ihya etmekle mümkündür. Hakiki terakki, ilmin ve imanın beraberce yürüdüğü yoldur.

Sonuç: Hakikî Medeniyetin İzi

Gerçek medeniyet, insanın hem aklını hem ruhunu besleyen; hem bedenini hem vicdanını aydınlatan bir sistemdir. Eğer yalnızca maddî terakki varsa ama manevî çöküş yaşanıyorsa, bu medeniyet değildir — bir aldatmacadır.

İslâm, bize hem dünya hem ahiret saadetini vaad eden tek nizamdır. Bu nizamdan uzaklaşmak, hem bu dünyayı hem öbür dünyayı kaybetmektir. Bize düşen, bu oyunu görmek ve oyuna gelmemektir.

Özet:

Bu makalede Bediüzzaman Said Nursî’nin “medenî engizisyon” kavramı merkeze alınarak, Batı’nın fikir ve kültür üzerinden İslâm dünyasına yönelttiği sistemli saldırı ele alınmıştır. Hristiyan dünyasının maddî yükselişiyle Müslümanların manevî üstünlüğü arasında yanlış kıyaslar yapılarak, zihinlerde bir aşağılık kompleksi inşa edilmek istenmektedir. Bu tuzaktan kurtulmanın tek yolu, İslâmiyet’e dört elle sarılmak ve ilimle, imanla yükselmenin yollarını aramaktır. Aksi halde “medeniyet” sandığımız şey, bizi biz olmaktan çıkaran bir esaret zincirine dönüşecektir.

 

Loading

No ResponsesTemmuz 12th, 2025