Kur’ân’ın Yedi Kaynaktan Parlayan Mucizesi: Kelâmda Sonsuzluk Nakşı

Kur’ân’ın Yedi Kaynaktan Parlayan Mucizesi: Kelâmda Sonsuzluk Nakşı

“İ’caz-ı Kur’ân yedi menabi’-i külliyeden tecellî ve yedi anasırdan terekküb eder. 

  Birinci Menba:  

   Lâfzın fesahatından, nazmın cezaletinden, mânânın belâğatından, mefhumların beda’atından, mazmunların bera’atından, üslûbların garabetinden tevellüd eden nakş-ı acîbdir.”
Âsâr-ı Bediiye

Kur’ân; sadece bir kitap değil, kelâm-ı ezelîdir. O, insanın değil, Âlemlerin Rabbi’nin sözüdür. Beşerî sözlerin tükendiği yerde başlayan, akılları hayran, kalpleri mahkûm eden bir i’caz (mucize) hakikatidir. Bu i’caz, öyle sathi bir hayranlıktan değil; derin, çok katmanlı ve yedi temel kaynaktan doğan bir mucizelik dokusu taşır.

Bediüzzaman Hazretleri’nin tarif ettiği bu “nakş-ı acîb”, yalnızca lafızda değil; mana, üslup, mazmun, mefhum ve belagatın her katmanında işlenmiş bir sanat-ı ilâhiyedir. Bu makale, Kur’ân’ın o yedi kudsî menbaını anlamaya mütevazı bir davettir.

  1. Lâfzın Fesahati: Sözün Saflığı

Kur’ân’ın lafızları, Arap dilinin en saf, en parlak, en düzgün şeklidir. Her bir kelime, hem anlam hem ses itibariyle yerli yerindedir. Sanki harfler Allah tarafından seçilmiş; hece hece, ahenkli bir şelale gibi dökülmüştür. Bir harf değişse, mana sarsılır; bir kelime eksilse, ahenk bozulur. Bu, sadece bir dil ustalığı değil; ilahî bir ilm-i kelâmdır.

  1. Nazmın Cezaleti: Ahenk ve Derinlikte Mucize

Nazım, yani ayetlerin dizilişi, yalnızca şiirsel bir düzen değil; aynı zamanda mana örgüsünün en sağlam zinciridir. Ayetlerin ritmik yapısı, hem dinleyeni etkiler, hem de zihni mana arayışına sürükler. Ne tam şiir, ne düz yazı… Arasında ama ikisinden de üstün. Bu, ne insanın ne de cinlerin erişemediği bir “ortada ama yukarıda” halidir.

  1. Mânânın Belâgati: En Doğru Anda, En Derin Mana

Kur’ân’da kullanılan kelimeler sadece bilgi vermekle kalmaz, aynı zamanda kalbi de sarsar. Zira mana, maksada en uygun biçimde, hikmetle bezenmiş olarak gelir. Ne fazla ne eksik… Bu belâgat, hem akla hem kalbe aynı anda hitap eder. Sözle aklı ikna ederken, mana ile ruhu celbeder.

  1. Mefhumların Bedaati: Yepyeni Ufuklar

Kur’ân’ın ele aldığı her konu, önceden bilineni tekrar etmek değil; bambaşka bir ufuk açmaktır. Aynı hakikati öyle bir şekilde sunar ki, âdeta yeni bir pencere açılmış gibi olur. Bu mefhum bedaati (orijinalliği), Kur’ân’ın zamanlar üstü olduğunu isbat eder. Her çağa bir şey söyler, her soruya cevabı vardır.

  1. Mazmunların Beraati: İncelikte Harikulade Ustalık

Mazmun; sözün içinde gizli manadır. Kur’ân, açık anlamlarla beraber saklı hakikatleri de taşır. Bu derinlik, hem avama hem havassa aynı ayeti okuma hakkı tanır. Herkes seviyesine göre bir inci çıkarır. Bu incelik, lafızda değil; sırr-ı i’cazda saklıdır.

  1. Üslûbun Garabeti: Eşi Benzeri Olmayan Anlatım

Kur’ân’ın üslubu, hiçbir insan sözüne benzemez. Ne şair sözüdür ne hatibin hitabesi… Allah’ın kelâmı oluşunun delili; hiçbir kalem sahibinin bu üslubu taklit edememesinde gizlidir. Ne mukallit taklit edebilir, ne hayal edici tahayyül edebilir. Bu “garabet”, onun kelâm-ı ilâhî olduğunun en parlak isbatıdır.

  1. Nakş-ı Acîb: Bu Yedi Unsurdan Doğan İlâhî Doku

Bütün bu sayılan menba ve unsurlar birleşince ortaya öyle bir “nakş-ı acîb”, öyle bir mucizevi örgü çıkar ki; bu dokunun iplikleri zamanla eskimez, fikirlerle çürümez, düşmanlıkla sökülemez. Her asırda bir mucize olarak kalır. Bu yüzden Kur’ân, sadece indirildiği dönemin değil, kıyamete kadar tüm zamanların hitabıdır.

Özet:

Bu makale, Bediüzzaman Said Nursî’nin “Kur’ân’ın i’cazı yedi menbadan tecellî eder” tesbitine dayanarak, Kur’ân’ın mucizevî yönlerini kelime, mana, nazım ve üslup boyutlarıyla inceliyor. Lafzın fesahatinden üslubun garabetine kadar Kur’ân’ın her yönü, beşer takatini aşan bir mükemmellik taşır. Bu mükemmellik, onun Allah kelâmı olduğunun apaçık bir delilidir. Kur’ân yalnızca okunacak değil; tefekkürle anlaşılacak, hayranlıkla izlenecek ve imanla yaşanacak bir mucizedir.

 

Loading

No ResponsesTemmuz 12th, 2025