Kur’ân’ın Sonsuz Ufku: Medeniyetin Üstünde Bir Medeniyet
Kur’ân’ın Sonsuz Ufku: Medeniyetin Üstünde Bir Medeniyet
“Fenn-i tehzib-i ruh ve riyazat-ül kalb ve terbiyet-ül vicdan ve tedbir-ül cesed ve tedvir-ül menzil ve siyaset-ül medine ve nizamat-ül âlem ve fenn-ül hukuk vesaire.. Lüzûm görülen yerlerde tafsil… Ve lüzûm olmayan veya ezhânın veya zamanın müstaid veya müsaid olmadığı yerlerde birer fezleke ile kavaid-i esasiyeyi va’z ederek, tenmiye ve tefriini ukûlun meşveret ve istinbatatına havale etmiştir ki, bu fünûnun mecmuuna değil, belki ekalline onüç asr-ı terakkiden sonra en medenî yerlerde, en hârika zekâ ile mevsuf olanlar, tâkat-ı beşerin haricinde -bahusus o zamanda- olduğunu tasdikten vicdan-ı münsifane seni men’ edemiyor. Gothe ve Karlayl gibi!..”
Âsâr-ı Bediiye
> “Fenn-i tehzîb-i rûh, riyâzat-ı kalb, terbiyet-i vicdan, tedbîr-i cesed, tedvîr-i menzil, siyaset-i medîne, nizâmât-ı âlem, fenn-i hukuk…”
—Bediüzzaman Said Nursî, Âsâr-ı Bediiye
İnsanlık tarihi, düşüncenin safhalarından ibarettir. Fikir, akıl ile başlar; vicdanla gelişir ve medeniyetle biçim alır. Ancak bütün medeniyet hamleleri, gerçekte ya bir ilahi referansa yaklaşmak ya da ondan uzaklaşmakla anlam kazanır. İşte bu noktada Kur’ân, sadece bir ibadet kitabı değil, aynı zamanda insanlığın tüm sosyal, siyasal, ahlaki, içtimai ve hukuki meselelerine temel ilkeler koyan ezelî bir anayasa hükmündedir.
Bediüzzaman, Kur’ân’ı yalnızca bir kutsal metin değil; aynı zamanda insanlığın ruhunu, kalbini, ahlâkını, bedenini, evini, şehrini ve küresel düzenini şekillendiren merkezî bir fıtrat rehberi olarak tanımlar. Bu bakış, Kur’ân’ın çok katmanlı bir mucize olduğunu bize yeniden hatırlatır.
Kur’ân: Ruhun Terbiyesi ile Başlayan Bir Medeniyet
Kur’ân’ın insanı eğitmeye başladığı ilk nokta “fenn-i tehzîb-i rûh”, yani ruh terbiyesidir. Ruh, insanın en derin, en gizemli boyutudur. O terbiye olmazsa, akıl azgın, kalp perişan, beden başıboş olur. Ruhun ardından gelen “riyazât-ı kalb” ve “terbiyet-i vicdan”, Kur’ân’ın insanı içeriden dışarıya doğru nasıl inşa ettiğini gösterir.
Yani Kur’ân medeniyet inşasını bireyin iç dünyasından başlatır. Modern toplumlar ise bu süreci tersinden işler: sistemleri kurar, ama ruhu ihmal eder.
Evden Şehre, Şehirden Âleme: Kademe Kademe Kur’ân Nizamı
Kur’ân’ın metodolojisi, “tedbîr-ül cesed” (bedenin düzeni), “tedvîr-ül menzil” (ailenin idaresi), “siyaset-ül medîne” (şehir yönetimi) ve “nizâmât-ül âlem” (dünya düzeni) gibi merhalelerle devam eder. Her aşamada bir düzen, bir denge ve bir hikmet vardır.
Bugünün dünyasında, insan bedeni tüketim nesnesi, aile değersiz, şehirler ise modern ama ruhsuz. Kur’ân ise önce bireyin kendini tanımasını, sonra evini bir mabet gibi idare etmesini, ardından şehirde adaleti, âlemde ise barışı tesis etmesini emreder. Bu, sadece bir dinî sistem değil, kapsayıcı bir medeniyet modelidir.
Kur’ân’ın Kısa Ama Derin Üslubu: Kuralı Verir, Detayı Aklın Meşveretine Bırakır
Bediüzzaman bu noktada Kur’ân’ın eşsiz metoduna dikkat çeker:
> “Lüzûm görülen yerlerde tafsil eder, lüzûm olmayan yerlerde kavaid-i esasiyeyi va’z eder, teferruatı ise aklın meşveretine bırakır.”
Bu yaklaşım, Kur’ân’ın zamanlar üstü olmasının sırrıdır. Çünkü Kur’ân hiçbir zaman çağ dışı kalmaz. Zira detay değil, ilke koyar. O ilke her devirde yeniden yorumlanabilir, detaylandırılabilir. Hukuktan ekonomiye, ahlaktan yönetime kadar temel prensipleri ortaya koyar; ama değişen şartlara göre ayrıntıyı akla ve meşverete havale eder.
İşte bu yüzden, Kur’ân kıyamete kadar taze kalır. Zira beşeri sistemler zamanla çürür, eskir. Ama Kur’ân’ın özünden çıkan kural, her çağa kendi elbisesini giydirir.
Goethe ve Carlyle’ın Şaşkınlığı: Batı Zihninin Teslimiyeti
Bediüzzaman, Kur’ân’ın bu yüksek hakikatini kabul etmeye mecbur kalan Batılı münevverleri örnek verir:
> “Gothe ve Karlayl gibi en medenî yerlerde, en hârika zekâ ile mevsuf olanlar, bunun tâkat-i beşerin haricinde olduğunu tasdikten kendilerini alamamışlardır.”
Goethe, Kur’ân için “Bütün çağları aşan bir kitap”, Carlyle ise “Hakikatin sesi” derken yalnızca entelektüel bir takdir değil, vicdanî bir teslimiyet sergilemişlerdir.
Kur’ân: Medeniyetin Taşını Koyan İlk Kitap
Bugün “medeniyet” denilince sadece teknolojik gelişmeler, ekonomik büyüklükler ve hukuk sistemleri akla gelir. Oysa gerçek medeniyet, ruhun eğitimiyle, kalbin saflaşmasıyla, ailenin huzuruyla, toplumun adaletiyle ölçülür.
Kur’ân; bu ölçüleri asırlar öncesinden koymuş, o günün çorak çöl toplumunu medeniyetin öncüsü haline getirmiştir. On üç asır önceki bu inkılâbı, bugün bile Avrupa’nın en ileri akılları hayranlıkla izlemekte, ama hâlâ kavrayamamaktadır.
Özet:
Bu makale, Bediüzzaman Said Nursî’nin Kur’ân’ın insanı ve toplumu inşa eden çok boyutlu rehberliğine dair ifadelerinden hareketle, Kur’ân’ın bir medeniyet kitabı oluşunu ele almaktadır. Kur’ân; ruh terbiyesinden şehir yönetimine, aile düzeninden hukuk sistemine kadar hayatın bütün katmanlarına prensipler getirmiştir. Bu prensipler zamanlar üstü olduğu için her çağda geçerliliğini korur. Goethe ve Carlyle gibi Batılı düşünürlerin de teslim olduğu bu hakikat, Kur’ân’ın sadece bir inanç kitabı değil, aynı zamanda insanlık için evrensel bir medeniyet modeli olduğunun delilidir.