İnançla Siyaset Arasında Ezilen Hakikat: Tarafgirliğin İhaneti
İnançla Siyaset Arasında Ezilen Hakikat: Tarafgirliğin İhaneti
“-Kim fâsık siyasetdaşını, mütedeyyin muhalifine, sû’-i zan bahaneleriyle tercih etse, muharriki siyasetçiliktir. Hem umumun mal-ı mukaddesi olan dini, inhisar zihniyetiyle kendi meslekdaşlarına daha ziyade has göstermekle, kavî bir ekseriyette dine aleyhdarlık meyli uyandırmakla nazardan düşürmek ise, muharriki tarafgirliktir.”
Âsâr-ı Bediiye
> “Kim fâsık siyasetdaşını, mütedeyyin muhalifine, sû’-i zan bahaneleriyle tercih etse, muharriki siyasetçiliktir.”
—Bediüzzaman Said Nursî, Âsâr-ı Bediiye
İnsanlığın en sarsıcı sınavlarından biri; hakkı, sadece kendi safında aramak ve batılı, sırf tarafında diye yüceltmektir. Bu, siyasetin şeytanileştiği, vicdanların rafa kaldırıldığı, basiretin körleştiği anların adıdır. Böyle zamanlarda din, sadece bir slogan; iman, yalnızca bir etiket; ahlak ise sadece bir propaganda aracı hâline gelir.
Bediüzzaman’ın bu derin tesbiti, bir asır öncesinden bugünün siyasî ve içtimaî hastalığını teşhis etmektedir. Zira o diyor ki:
> “Kim fâsık siyasetdaşını, mütedeyyin muhalifine, sû’-i zan bahaneleriyle tercih ederse, onu harekete geçiren şey hakikat değil, siyasettir.”
Tarafgirliğin Körlüğü
Tarafgirlik, kalbi tarafsızlıktan çıkarır. Böylece fâsık olan, sırf bizden diye haklı; salih olan, bizden değil diye haksız görünür. Bu, sadece bir yanlış tercih değil, adaletin canına kast etmektir.
Said Nursî bu yaklaşımı, “muharriki siyasetçiliktir” diye niteler. Yani kişi artık hakka değil, partiye, fikre, hizbe hizmet eder. Bu hâl, siyasetin ibadeti kirlettiği noktadır. Çünkü siyaset, burada vicdanı değil, taraftarlığı konuşturur.
Din, Umumun Malıdır; Partinin Değil
Yine Said Nursî der ki:
> “Hem umumun mal-ı mukaddesi olan dini, inhisar zihniyetiyle kendi meslekdaşlarına daha ziyade has göstermekle, kavî bir ekseriyette dine aleyhdarlık meyli uyandırmakla nazardan düşürmek ise, muharriki tarafgirliktir.”
Bu ifade, günümüz din istismarının tam kalbine inen bir darbedir. Din, bir partinin, bir zümrenin, bir hizbin özel mülkü gibi sunulursa; o dine karşı kalpler soğur. Zira insan tabiatı adaletsizliğe karşı tepki verir. Ve bu tepki çoğu zaman dine değil, o dini istismar edenlere karşı doğar; fakat zarar dine dokunur.
Bugün İslâm adına konuşan bazı çevrelerin ahlâken çürümüş, menfaatperest ya da zalim siyasetçilere sahip çıkması, dinin toplumsal itibarı üzerinde kara bir gölge bırakmıştır. Böylece halk nezdinde şu yanlış düşünce doğmuştur:
> “Demek ki din dediğin de çıkar içinmiş…”
Oysa suç dine değil, dini siyasete alet edenleredir. Ama insanlar suçu genellikle dine yüklerler. Bu ise en büyük felakettir.
Hakikat, Siyasetten Üstündür
İslâm ahlâkı, kişinin kendi babası aleyhine bile olsa hakkı tutmasını emreder.
“Ey iman edenler! Adaleti ayakta tutun ve Allah için şahitlik eden kimseler olun; kendinizin, ana-babanızın ve akrabalarınızın aleyhine de olsa…” (Nisâ, 135)
Bu ayetle şekillenen bir vicdan, siyasî tercih yaparken, şahsî sadakatine değil; adalete, doğruluğa, fazilete ve Allah korkusuna bakar. Ama tarafgirlik, bu mizanı yıkar. Siyasetçinin günahını örtmek için müttakî bir rakibe iftira etmek, hem hakikati hem de ahireti satar.
İçteki Fitne, Dıştaki Düşmandan Beterdir
Zalim bir dost, adil bir muhaliften daha tehlikelidir. Çünkü dost görünenin zalimliği, içeriden işler ve dine zarar verir. Muhalif olan ise açıktır; ondan gelen zarar daha nettir ve tedbir alınması kolaydır. Fakat dost zannedilen bir fâsık, din adına hareket ettiğinde, halkı dinin hakikatinden nefret ettirir.
İşte tam da burada, Bediüzzaman’ın “muharriki tarafgirliktir” ikazı devreye girer. Tarafgirlik öyle bir illettir ki, hakikati değil galibiyeti, adaleti değil avantajı esas alır. Bu ise hakikatin öksüz, zulmün alkışlandığı bir topluma kapı açar.
Özet:
Bu makale, Bediüzzaman Said Nursî’nin siyaset ile din arasındaki kritik çizgiye dair uyarılarını merkeze alarak, tarafgirliğin dine ve hakikate nasıl zarar verdiğini ele almaktadır. Fâsık bir siyasetçi sırf aynı partiden diye tercih edilirken, dindar bir muhalif sû’-i zanla dışlanırsa; bu tercihi yapanın niyeti hak değil siyasettir. Ayrıca dinin belli bir zümreye mal edilmesi, dine karşı toplumsal nefret doğurur. Bu da dinin itibarını zedeler. Makale, hakikat merkezli bir bakışa ve adalet esaslı siyasî bilinçlenmeye davet etmektedir.