Dürbünle Hakikati Arayanlar: Akıl Yolculuğunun Hududu ve Hikmeti
Dürbünle Hakikati Arayanlar: Akıl Yolculuğunun Hududu ve Hikmeti
Giriş: Akıl, Arayış ve Sınırlar
Tarih boyunca insanlık, varoluşun sırrını, hayatın gayesini ve hakikatin mahiyetini anlamak için akıl dürbününü semaya çevirmiştir. Bu dürbün bazen Yunan felsefesinin merceğinden, bazen Hind ve Çin’in mistik yollarından, bazen de İslam coğrafyasının parlak mütefekkirlerinden geçerek hakikate ulaşmaya çalışmıştır. Ancak şu da bir gerçektir ki, dürbün ne kadar keskin olursa olsun, insan ufkunun ötesindeki mutlak hakikate sadece kendi merceğiyle ulaşması mümkün değildir.
Felsefenin Arayışı: Karanlıkta Yanan Bir Ateş Böceği
Felsefe, sorularla başlar ve cevaplarla yetinmeyen bir zihin disiplinidir. Farabi, İbn Sina, İbn Rüşd gibi büyük İslam filozofları, aklın sınırlarını zorlayarak “varlık”, “ilah”, “kâinat” gibi derin meseleleri irdelediler. Onlar, aklın kabiliyeti nisbetinde önemli tefekkür kapılarını araladılar. Lakin çoğu zaman bu kapıdan içeriye değil, sadece eşiğine kadar ulaşabildiler.
Akıl, hakikatin çevresinde dönen bir gezegen gibidir. Güneşin etrafında dönmesine rağmen ona asla dokunamaz. Vahiy ise doğrudan güneşin kendisidir; kendi nuruyla hakikati aydınlatır. Filozoflar çoğu zaman bu nurun yansımasıyla yetindiler, doğrudan kaynağa yönelmedikleri için de karanlık içinde kalmaktan kurtulamadılar.
Gazâlî’nin Müdahalesi: Vahyin Işığında Aklın Tevbesi
İmam Gazâlî, bu karanlık girdabın içinde bir yıldız gibi parladı. Felsefenin usulünü öğrendi, aklı akılla yendi. Ancak sonunda, sadece akılla gidilen yolun çıkmaz sokaklara vardığını idrak etti. Tehafütü’l-Felasife adlı eseriyle felsefenin sınırlı alanlarını ve itikadî boşluklarını ilmî olarak çürüttü. Ardından İhyâü Ulûmiddin ile vahyin nuruna sığınarak kalp, ruh ve aklı birleştiren yepyeni bir ufuk açtı.
Gazâlî’nin tavrı, İslam düşüncesinde kritik bir dönüm noktasıdır: Akıl, ancak vahyin rehberliğinde, kalbin tasdikiyle ve ilhamın nuru eşliğinde hakikate ulaşabilir. Aksi halde filozofun aklı, gölgeye âşık bir pervane gibi hakikat güneşine çarparak yanar.
Felsefenin Zaafı: Kuru Akıl, Kör Mantık
Yunan felsefesinin mirasını taşıyan birçok düşünür, özellikle varlık, Tanrı ve ahiret meselelerinde ciddi sapmalara düşmüştür. Tanrıyı sadece “ilk hareket ettirici” olarak görmek, onu faal fakat fail olmayan bir varlık gibi tasavvur etmek, ahireti bir hayal olarak değerlendirmek bu yanlışlardan bazılarıdır.
Kur’an ise aklı inkâr etmez; tam aksine sık sık “efala ta’gilûn?” (akletmez misiniz?) diye sorar. Ancak aklı merkeze, vahyi ise kenara alan bir düşünce sistemini asla tasvip etmez. Aklın rehberi vahiydir. Vahyin ışığında yürüyen akıl; karanlıkta el yordamıyla yürüyen akıldan katbekat üstündür.
Vahiy ve Akıl: İkiz Kardeş Değil, Üstad ve Talebe
Hakikati idrak etmek için akıl lazımdır, fakat yeterli değildir. Aklı, insanın göz bebeği; vahyi ise nur olarak düşünebiliriz. Göz olmadan nurun anlamı olmaz, fakat nur olmadan da göz karanlıkta kördür. İşte bu yüzden İslam düşüncesi, aklı ihmal etmeden ama onu ilahlaştırmadan, vahyin terbiye edici gücüne tabi kılar.
Akıl, kainatta gezinen bir seyyah; vahiy ise o seyyaha kılavuzluk eden bir haritadır. Bu haritaya bakmayan seyyah, yol üzerinde nice yanlış izleri hakikat sanarak aldanır.
Sonuç: Arayıcılar ve Bulucular
Tarih boyunca filozoflar arayıcı olmuş, ama çoğu zaman bulucu olamamıştır. Bulanlar ise sadece arayanlar değil, doğru kapıyı çalanlardır. Vahyin kapısını çalan, onu rehber edinen, aklını onunla terbiye eden hakikati bulmuş; aksi takdirde sadece görüntülere aldanmış, hayali hakikat sanmıştır.
Gazâlî’nin yol gösterdiği gibi, aklın tevbesi, vahyin teslimiyetiyle mümkündür. Ve bu teslimiyet, sadece bireysel kurtuluşun değil, toplumsal dirilişin de anahtarıdır.
Özet:
Bu makalede, felsefi düşüncenin hakikate ulaşma çabası, İslam filozoflarının bu arayıştaki konumu ve vahyin akla olan rehberliği ele alınmıştır. Akıl tek başına hakikati kuşatamaz; ancak vahyin ışığıyla birleştiğinde gerçeğe ulaşabilir. Farabi, İbn Sina, İbn Rüşd gibi filozoflar hakikatin çevresinde dolaşırken, Gazâlî vahyin özünü kavrayarak kalp, ruh ve aklı birleştirmiştir. Neticede akıl ve vahiy ilişkisi, insanın doğru bilgiye ulaşmasında ayrılmaz bir bütünlük arz eder.