Adaletin Kıyameti: İlâhî Mizan Unutulursa Ne Olur?

Adaletin Kıyameti: İlâhî Mizan Unutulursa Ne Olur?

“Had ve ceza, emr-i İlahî ve adalet-i Rabbâniye namına icra edildiği vakit; hem ruh, hem akıl, hem vicdan, hem insaniyetin mahiyetindeki latifeleri müteessir ve alâkadar olurlar.
…Eğer beşer çabuk aklını başına alıp adalet-i İlahiye namına ve hakâik-i İslâmiye dairesinde mahkemeler açmazsa, maddî, manevî kıyametler başlarına kopacak, anarşistlere, ye’cüc ve me’cüclere teslim-i silâh edecekler diye kalbe ihtar edildi.”
Âsâr-ı Bediiye

“Ya İlâhî Adaletle Dirileceğiz, Ya da Anarşiyle Yıkılacağız”

Tarih boyunca medeniyetlerin en sağlam temeli adalet, en sarsıcı çöküş sebebi ise zulüm olmuştur. Peygamberlerin tebliğleri, kralların iktidarları ve toplumların düzenleri hep bu iki uç kutbun arasında şekillenmiştir. Bediüzzaman Said Nursî’nin yukarıdaki sözleri, modern dünyanın en temel krizine işaret eder: Adaletin ilâhî boyuttan koparılması ve seküler akılla yeryüzünde hakikî mizan tesis edilmeye çalışılması.

Bu makalede, cezanın ruhsal boyutundan hukuk sistemlerine, adaletin fıtrî yapısından toplumsal çöküşlere kadar geniş bir perspektifte bu hikmetli ihtar irdelenecektir.

Adaletin İlâhî Boyutu: Mizan ve Vahiy

Adalet, yalnızca mahkeme salonlarının değil, kâinatın temel direğidir. Kur’an’ın beyanıyla, göklerin ve yerin dengesi adaletle kaimdir (Rahman, 55/7-9). Vahiy, bu terazinin insan hayatındaki izdüşümüdür.

Bu sebeple ceza, yalnızca bir karşılık verme değil; ruhun huzuru, aklın tatmini, vicdanın rahatlaması ve insaniyetin korunması için de bir dengedir. Eğer ceza İlâhî hakikatlere dayanmazsa; ne ruh tatmin olur, ne toplum huzura kavuşur.

Seküler Ceza Sistemleri: Ruhsuz Mahkemeler

Modern hukuk, büyük oranda pozitivist ve seküler temellere dayanır. Bu sistemde “kul hakkı” ya da “ahiret hesabı” gibi ulvî kavramlar yoktur. Suçun faili ile mağduru arasındaki bağ, maddî ölçülerle sınırlıdır. Ancak Said Nursî, cezanın yalnız maddî değil, manevî bir ihtiyaç olduğunu söyler.

Çünkü haksızlık yalnız bir mülkiyet gaspı değil; bir kalp kırılması, bir fıtrat zedelenmesidir. Eğer bu manevî yön ihmal edilirse, toplumda intikam hissi kökleşir, adalet duygusu ölür ve neticede anarşi doğar.

Anarşi: Adaletsizlikten Doğan Fitne

“Adalet yoksa, hak silaha dönüşür” denilmiştir. İnsanlar adaleti bulamayınca onu sokakta, isyanda, ayaklanmada arar.

Bediüzzaman’ın Ye’cüc ve Me’cüc benzetmesi burada derin bir hikmet taşır. Ye’cüc ve Me’cüc, Kur’an’da yıkıcı, ifsat edici bir güruh olarak tasvir edilir. Onlar yalnızca bir kavim değil; her çağda ortaya çıkan kontrolsüz kalabalıklar, dizginsiz ideolojiler, zulme isyan eden ama adaleti tanımayan kitlelerdir.

İlâhî adalete dayanmayan hukuk sistemleri, bu anarşist kitlelere zemin hazırlar. Çünkü boşluk, zulümden daha tehlikelidir.

İslâmî Adalet: Hikmet, Şefkat ve Mizan

İslâmî ceza sistemi, yalnız cezalandırmayı değil; ıslahı, caydırıcılığı ve toplum huzurunu esas alır. “Kısasta hayat vardır” (Bakara, 2/179) ayeti, hem suçluyu durdurur hem toplumda intikam zincirini kırar.

Bu sistemde ceza bir kin değil, bir rahmettir. Çünkü İslâm, suçlunun da bir nefis taşıdığını ve onun da kurtuluş hakkı olduğunu kabul eder. Mahkemeler, Allah’ın adaletini yeryüzünde temsil eden bir emanet makamıdır.

Kalbe İhtar: Son Uyarı

Said Nursî’nin “kalbe ihtar edildi” ifadesi, yalnız bir kişisel sezgi değil; bir çağrının vehbî beyanıdır. Eğer insanlar, Allah’ın adaletinden uzaklaşıp kendi keyiflerine göre hükmetmeye devam ederlerse, “maddî ve manevî kıyametler” başlarına kopacaktır.

Bu kıyamet, yalnız depremler, savaşlar, anarşiyle değil; vicdanın ölmesi, kalbin taşlaşması ve aklın ilahlaştırılmasıyla da kendini gösterecektir.

Çözüm: İlâhî Adaletle Yeniden Diriliş

Adaletin kaynağı Allah’tır. Her şeyin yerli yerinde olduğu kâinatta, her varlık kendi görevini yaparken, yalnızca insanın keyfine göre hükmetmesi; evrensel mizanın bozulmasıdır. Yeniden adil bir dünya istiyorsak, mahkemeleri değil; hakikati yeniden inşa etmeliyiz.

Her hukuk sistemi, kendi değerinden doğar. Bizim değerimiz Kur’an’dır. Bizim ölçümüz Rahmân’dır. Bizim cezamız da, bağışlamamız da Allah adına olursa adildir.

Özet:

Bu makalede Bediüzzaman Said Nursî’nin adalet ve ceza konusundaki derin ihtarı üzerinden, İlâhî adaletin unutulmasıyla ortaya çıkan manevî ve toplumsal yıkımlar analiz edilmiştir. Ceza yalnız maddî değil, manevî bir ihtiyaçtır. Eğer bu ihtiyaç Kur’an ve Sünnet ışığında giderilmezse; toplum anarşiye, vicdanlar intikama, mahkemeler zulme dönüşebilir. Çözüm, İslâmî hakikatleri esas alan adalet sistemlerinin kurulması ve İlâhî mizanın yeryüzünde yeniden ihyasıdır. Çünkü adalet giderse, her şey gider…

 

Loading

No ResponsesTemmuz 12th, 2025