Zât-ı Zülcelâl: Eksiklikten Münezzeh, Maddeden Mücerret
Zât-ı Zülcelâl: Eksiklikten Münezzeh, Maddeden Mücerret
“Sâni’-i Zülcelâl cemi-i nekaisten münezzehtir. Zîrâ nevâkıs, mâhiyet-i maddiyâtın istidatsızlığından neş’et eder. Zât-ı Zülcelâl maddiyâttan mücerreddir, münezzehtir. Hem kâinatın mâhiyat-ı mümkinesinden neş’et eden evsaf ve levâzımatından mukaddestir.
لَيْسَ كَمِثْلِهٖ شَيْءٌ جَلَّ جَلَالُهُ سُبْحَانَ مَنِ اخْتَفٰى لِشِدَّةِ ظُهُورِهٖ سُبْحَانَ مَنِ اسْتَتَرَ لِعَدَمِ ضِدِّهٖ سُبْحَانَ مَنِ احْتَجَبَ بِالْاَسْبَابِ لِعِزَّتِهٖ”
Âsâr-ı Bediiye
İnsan, sınırlı idrakiyle sonsuzu anlamaya çalışırken çoğu kez beşerî ölçülerle mutlak olanı kavramaya kalkar. Oysa Cenâb-ı Hak, bizim bildiğimiz ve tasavvur ettiğimiz hiçbir şeye benzemez. Bediüzzaman Said Nursî, bu derin hakikati şu sözlerle ifade eder:
> “Sâni’-i Zülcelâl cemi-i nekaisten münezzehtir. Zîrâ nevâkıs, mâhiyet-i maddiyâtın istidatsızlığından neş’et eder. Zât-ı Zülcelâl maddiyâttan mücerreddir, münezzehtir.”
Yani eksiklik (naks) bir şeye aitse, bu onun maddeye bağımlılığından veya yaratılmış olmasından kaynaklanır. Çünkü madde sınırlıdır, değişkendir, çürümeye ve bozulmaya müsaittir. Her maddî varlık, istidatları sınırlı olduğu için eksikliklere, ihtiyaçlara ve zıtlara maruz kalır. Ancak Allah Teâlâ maddeden mücerret (soyut) ve nekaisten münezzeh (her türlü eksiklikten uzak) olduğu için, eksiklik O’na isnat edilemez.
Bu kudsî hakikati te’yid eden âyet:
> لَيْسَ كَمِثْلِهٖ شَيْءٌ
“O’nun benzeri hiçbir şey yoktur.” (Şûrâ, 11)
Yani Allah Teâlâ’nın zatı, sıfatları, fiilleri ve şuunatı, hiçbir mahlûkunkiyle kıyaslanamaz. O’nun zıddı yoktur, çünkü her şey O’na muhtaç, O ise hiçbir şeye muhtaç değildir. O’nun benzeri yoktur, çünkü her şey O’nun yarattığı ve kudretiyle varlıkta tuttuğu birer gölgedir. O, kendisiyle değil; eserleriyle tanınır. Zâtına dair ilim ise “taabbüdî”, yani teslimiyet gerektiren bir bilgidir.
Bediüzzaman, bu hakikati veciz bir Arapça ifadeyle şöyle dile getirir:
> سُبْحَانَ مَنِ اخْتَفٰى لِشِدَّةِ ظُهُورِهٖ
“O Zât ki, şiddet-i zuhurundan gizlendi.”
Bu ifade, güneşe doğrudan bakamamak gibi bir durumu anlatır. Allah Teâlâ’nın varlığı ve kudreti o kadar aşikârdır ki, bakan gözler onu görmekte zorlanır. Çünkü O, her şeyde hazır ve nazırdır; ama zâtı gözle görülmez. Tıpkı ışığın her şeyi gösterip kendisini göstermemesi gibi…
> سُبْحَانَ مَنِ اسْتَتَرَ لِعَدَمِ ضِدِّهٖ
“O Zât ki, zıddı olmadığı için gizlidir.”
Zıddı olmayan bir varlığı idrak etmek zordur. Çünkü insan aklı çoğu zaman zıtlıklar yoluyla anlamaya çalışır: Siyahın kıymetini beyazla, acının manasını tatlıyla idrak eder. Fakat Allah Teâlâ’nın zıddı yoktur ki, O’nu kıyasla anlayalım. O, eşi ve benzeri olmayan Mutlak Varlıktır.
> سُبْحَانَ مَنِ احْتَجَبَ بِالْاَسْبَابِ لِعِزَّتِهٖ
“O Zât ki, izzetinden dolayı sebepler arkasına gizlenmiştir.”
Cenâb-ı Hak, kudret ve azametinin yüceliği gereği sebepler perdesi arkasında iş görür. Çünkü doğrudan kudretiyle tecelli etseydi, insanoğlu bunu kaldıramaz, yanar ve erirdi. Bu sebeple O, sebepleri birer perde, birer vesile olarak kullanır. Fakat her perde arkasında işleyen kudret, yine Allah’ın kudretidir. Sebepler asıl değil, vesiledir; yaratıcı değil, perdedir.
Bu derin tefekkür, bizi hem imanın tahkikine götürür hem de marifetullah yolunda seyr-i sülûka çıkarır. Çünkü Zât-ı Zülcelâl’in bu muazzam vasıfları karşısında, insan yalnızca huşû, teslimiyet ve hayret içinde eğilir. Her şeye benzeyen değil; hiçbir şeye benzemeyen bir Allah’a iman etmek, insanın kalbine hakiki tevhidi yerleştirir.
Özet:
Bu makalede, Bediüzzaman’ın “Zât-ı Zülcelâl cemi-i nekaisten münezzehtir” ifadesi ekseninde, Allah’ın eksikliklerden uzak, maddeden mücerret, zıt ve benzeri olmayan bir Zât olduğu anlatılmıştır. Eksiklik maddî varlıklara aittir; çünkü onlar sınırlı, değişken ve fânidir. Oysa Allah Teâlâ ezelî ve ebedîdir, hiçbir şeye benzemez. Allah’ın sebepler arkasına gizlenmesi izzetinden, görünmemesi ise şiddet-i zuhurundandır. Bu bakış, kulun tevhid ve marifetullah yolculuğunda derinleşmesini sağlar.