Tevhid Merdiveni: Vahdetü’l-Vücud’un Zevkî Derinliği
Tevhid Merdiveni: Vahdetü’l-Vücud’un Zevkî Derinliği
“SUAL: VAHDETÜ’L-VÜCUDU NASIL GÖRÜYORSUN?
Elcevap: Tevhidde istiğraktır. Ve nazara sığışmayan bir tevhid-i zevkîdir. Esasen tevhid-i rububiyet ve tevhid-i ulûhiyetten sonra tevhidde zevken şiddet-i istiğrak, vahdet-i kudret, yani;
لَا مُؤَثِّرَ فِى الْكَوْنِ اِلَّا اللّٰهُ
sonra vahdet-i idare, sonra vahdetü’ş-şühud, sonra vahdetü’l-vücud, sonra yalnız bir vücûdu, sonra yalnız bir mevcudu görünceye müncer oluyor.”
Âsâr-ı Bediiye
İnsanın hakikat yolculuğu, basit bir bilgi edinme değil; derin bir hissediş, seziş, ve zevk ediş yolculuğudur. Bu yolculukta, marifet ve tevhid mertebeleri birbirini takip eder; her bir seviye, bir öncekini ihtiva eden ama ötesine geçen bir idrak penceresi açar.
İşte bu yolculuğun en ileri safhalarından biri de, Vahdetü’l-Vücud olarak bilinen manevî haldir.
Bediüzzaman Said Nursî, bu hali “tevhidde istiğrak”, yani birliğin derinliğinde boğulmak olarak tarif eder.
Bu, sıradan nazarla kavranamayacak kadar zevkî ve şuûrî bir tevhid tecrübesidir.
Tevhid Mertebeleri: Adım Adım Birlik Yolculuğu
- Tevhid-i Rububiyet:
Kâinatın tüm idare, terbiye ve sevkinde sadece Allah’ın tasarrufu olduğunu kabullenmektir.
Her nimet O’ndan, her tedbir O’nun kudretiyle olur. - Tevhid-i Ulûhiyet:
İbadet ve kulluğun sadece Allah’a mahsus olduğunu, başka ilahları ve kudret ortaklarını reddetmektir. - Zevkî Tevhidde Şiddet-i İstiğrak:
Artık bilgiyle değil, kalple ve ruhla tevhid yaşanır.
Tevhid bir düşünce değil, bir hâl olur. - Vahdet-i Kudret:
“La muessire fi’l-kevn illa Allah” sırrı tecellî eder.
Yani kâinatta tesir eden, değiştiren, dönüştüren yalnız Allah’tır.
Sebepler sadece birer perdedir.
Gerçek fail birdir. - Vahdet-i İdare:
Her şeyde Allah’ın idaresi görünür.
Rastgelelik yoktur, karışıklık yoktur.
Tüm âlem bir ordudur ve O orduya tek bir kumandan hükmeder. - Vahdetü’ş-Şühûd:
Çokluk içinde birliği görmektir.
Eşyaya bakılır, ama eşyada Allah’ın isim ve sıfatları şühûd edilir.
Bu hâl, enbiya ve evliyanın hâlidir. - Vahdetü’l-Vücûd:
Eşyadan perde kalkar, artık sadece bir vücut, yani sadece Allah görülür.
Eşya silinmez, ama kalpte silinir.
Bu, “yalnız O vardır, başka hiçbir şey yoktur” tecrübesidir.
Ancak bu hâl, nazara değil, zevke aittir.
Dışa aktarıldığında yanlış anlaşılmalara sebep olabilir.
> “Sonra yalnız bir vücudu, sonra yalnız bir mevcudu görünceye müncer oluyor.”
Bu hâl, bir tevhid sarhoşluğu değil, bir tecellî istiğrakıdır.
İnsan eşyayı görmez olur, çünkü her şeyde sadece O’nun varlığını hisseder.
Tehlikeli ama Yüce Bir Zirve
Vahdetü’l-vücûd hali, sûfîlerin bazılarında yanlış yorumlandığında, eşyayı inkâr eden bir inanç hâline dönüşmüştür.
Oysa bu hâl, eşyayı yok saymak değil, eşyanın gölgelendiği bir tevhid halidir.
Hakikatte Allah’tan başka bir vücudun olmadığını hissetmek…
Ama bu bir hikmet aklıyla değil, aşk gözüyle kavranır.
Bu yüzden bu yol, halk için değil; havas için, hatta havasu’l-havas içindir.
SONUÇ VE ÖZET:
Vahdetü’l-vücûd, tevhidin derinliğinde bir zevk ve şuur halidir. Bu hâl, eşyanın perde gibi aralandığı ve yalnızca Allah’ın varlığının hissedildiği manevi bir mertebedir. Fakat bu hâl, akıl ile değil, kalp ile idrak edilir. Bediüzzaman bu hali “tevhidde istiğrak” olarak tarif etmiş; sırayla tevhid-i rububiyetten başlayıp vahdet-i kudret ve vahdet-i idareye, oradan vahdetü’ş-şühûda ve nihayet vahdetü’l-vücûda varan bir manevî yükseliş olarak açıklamıştır.
Vahdetü’l-vücûd, nazara değil; zevke aittir. Herkese açık değil, kalbini ilâhî feyze açanlara lütfedilen bir sırdır.