Kâinatın Satırlarında Yazılı İlâhî Mektuplar
Kâinatın Satırlarında Yazılı İlâhî Mektuplar
”
تَاَمَّلْ سُطُورَ الْكَٓائِنَاتِ فَاِنَّهَا ٭ مِنَ اْلَمََلاِ الْاَعْلٰى اِلَيْكَ رَسَٓائِلُ
Yani: “Sahife-i âlemin eb’ad-ı vâsiasında Nakkaş-ı Ezelî’nin yazdığı silsile-i hâdisatın satırlarına hikmet nazarıyla bak ve fikr-i hakikatle sarıl. Tâ ki mele-i a’lâdan uzanan şu selasil-i resail, seni a’lâyı illiyyîn-i tevhide çıkarsın.”
Âsâr-ı Bediiye
İnsan, çoğu zaman kendini dar kalıplara, dar mekânlara ve sınırlı kavrayışlara hapseder. Oysa önünde açık duran koca bir kitap vardır: Kâinat kitabı. Ve bu kitapta, her an yeni bir mektup, her varlıkta yeni bir kelime, her olayda yeni bir satır yazılmaktadır. Bediüzzaman Said Nursî bu hakikati şu veciz beyanla ifade eder:
> “تَاَمَّلْ سُطُورَ الْكَٓائِنَاتِ فَاِنَّهَا مِنَ اْلَمََلاِ الْاَعْلٰى اِلَيْكَ رَسَٓائِلُ”
“Kâinatın satırlarını tefekkür et. Zira onlar, mele-i a’lâdan sana gönderilmiş mektuplardır.”
Bu söz, yalnızca şiirsel bir mecaz değil; bir iman perspektifidir. Kâinat, bir sahife, yani sayfa; her hadise bir satır, her varlık bir kelime ve her oluş bir mânâdır. Bu anlamlar zinciri, insanı maddeden mânâya, sebepten Müsebbibe, çokluktan birliğe; yani tevhide götürür.
Bediüzzaman, bu mektupların “mele-i a’lâdan” geldiğini belirtir. Bu ifade, kâinattaki bütün olayların sadece fizikî bir düzenle değil, mânevî bir emirle, ilâhî bir iradeyle meydana geldiğini anlatır. Yani yağmurun yağması, bir kelebeğin kanat çırpması, bir çiçeğin açması; hepsi bir emir tahtında, bir mesajla yaratılmıştır. O zaman yağmur bir su değil, bir rahmet mektubudur; çiçek bir renk değil, bir hikmet satırıdır.
Ancak bu mektupları okumak için sadece göz yetmez. Göz, sureti görür; tefekkür ise hakikati kavrar. Gafletle bakarsan çiçek bir çiçek olur; ibretle bakarsan o çiçek, sana sonsuz güzelliğin ve hikmetin sahibini anlatır. Rüzgâr bir esinti değil, Rahman’ın habercisi olur. Ölüm bile, bir bitiş değil; ebede geçişi bildiren bir ferman haline gelir.
Tefekkür, bu ilâhî satırları okumayı öğrenmek demektir. Kâinatı bir kitap, hayatı bir dershane, olayları bir ayet gibi okumaya başladığında; o zaman sahife-i âlemden yükselen o resail seni, “a’lâ-yı illiyyîn-i tevhide”, yani en yüksek tevhid anlayışına ulaştırır. İşte o zaman insan, yalnızca bilgi değil; marifetullah kazanır. Allah’ı tanıma, sevme ve O’na yönelme yolculuğuna çıkar.
Kâinatın satırlarını okuyabilmek, ilim ile başlar, hikmet ile derinleşir, iman ile aydınlanır. Bu satırlar herkesin önündedir ama her göz göremez, her akıl okuyamaz. Bu yüzden Kur’ân, “Onlar, üzerlerinde gökyüzüne hiç bakmazlar mı?” diyerek dikkatimizi hep bu satırlara çeker.
Günümüz insanı bu satırları unuttuğu, sadece ekrana baktığı, sadece maddî veriyle yetindiği için kalbinde derin bir boşluk yaşamaktadır. Oysa tefekkür, yalnızca bilgi değil; huzur da verir. Çünkü bu satırları okuyan, yalnız olmadığını, sahipsiz olmadığını, gayesiz yaratılmadığını anlar. Ve böylece kendini değil, kendini yaratanı tanımaya başlar.
Özet:
Bu yazı, Bediüzzaman Said Nursî’nin “Kâinatın satırlarına tefekkürle bak” ifadesi etrafında şekillenmiştir. Kâinatın, Allah’tan gelen mektuplarla dolu bir kitap olduğu; her varlığın, her olayın birer ilâhî mesaj taşıdığı anlatılmıştır. Bu mektupları okumak için tefekkür ve hikmet nazarıyla bakmak gerektiği anlatılmıştır. Böylece insan, kâinatı okudukça tevhid gerçeğine ulaşır ve marifetullahla tanışır. Kâinatın sessiz ayetleri, dikkatli bakışlar için konuşan birer delil haline gelir.