İnsanın En Büyük Meselesi: İman ve Kudret Aynası Olarak Varlık
İnsanın En Büyük Meselesi: İman ve Kudret Aynası Olarak Varlık
Hayatımızın her anında karşılaştığımız sayısız hadise ve içinde bulunduğumuz dünya, bize daimi bir ibret ve düşünce kaynağı sunar. dahili ve harici gözlemlerimiz, her bir zerrenin ve her bir olayın ardında yatan muazzam bir kudretin, ilmin ve iradenin varlığını fısıldar. İnsanın cüz’i ilmi, iradesi, görmesi (basar) ve işitmesi (sem’) gibi sıfatları, aslında Yaratıcısı olan Hâlık’ının külli ve kuşatıcı sıfatlarının birer aynasıdır. Kendi acziyetini ve sınırlılığını fark eden insan, bu cüz’i özellikler üzerinden sonsuz kudret sahibi olanın azametini idrak eder. Bu idrak, bizi “Edep Ya Hu” nidalarına yönlendirir; çünkü gerçek edep, varoluşun bu derin sırrına vakıf olmakla başlar.
Tarih sayfalarına baktığımızda, bu ilahi kudretin tezahürlerini apaçık görürüz. Hz. Yunus’u yutmayan balık, Hz. İbrahim’i yakmayan ateş, Hz. Musa’yı boğmayan deniz… Bunlar, Allah’a tevekkül edenlerin, O’na sığınanların asla yalnız bırakılmadığını gösteren ibretli misallerdir. Bu kıssalar, bize Allah’a olan güvenin sarsılmaz bir kale olduğunu, O’nun korumasının her şeyin üstünde olduğunu haykırır.
İnsanın bu dünyadaki en büyük meselesi, belki de tüm bu varoluşsal çalkantılar içinde imanını kurtarmak veya kaybetmek davasıdır. Çünkü böyle dehşetli bir asırda, nefsani arzuların ve dünyevi meşgalelerin kuşattığı bir zamanda, bu hakikate sımsıkı tutunmak, ahiret kurtuluşumuzun temelidir.
Kur’an-ı Kerim, en küçük varlıklar üzerinden dahi en büyük dersleri verir. Hac Suresi 73. ayette sinek üzerinden verilen misal, insanlığa adeta bir tokat gibi çarpar: “Ey insanlar, size bir misal verildi, şimdi ona iyi kulak verin! Sizin Allah’tan başka taptıklarınız bir sinek dahi yaratamazlar, hepsi bunun için toplansalar bile. Eğer sinek onlardan bir şey kapsa, bunu ondan kurtaramazlar. İsteyen de âciz, istenen de.”
Sineklerin dahi 9 kalbi olması, gözlerinde 8000 mercek bulunması ve saniyede 100 görüntü alması gibi bilimsel gerçekler, küçücük bir varlıkta bile tecelli eden ilahi sanatı ve kudreti gözler önüne serer. Bu, yalnızca bir sinek değil, kainattaki her bir varlığın Yaratıcı’nın varlığına ve birliğine şehadet ettiğinin bir isbatıdır.
Bu ibretli tablo karşısında, insanın yarın için kesin sözler söylemesi ne kadar da yanıltıcıdır!
Kehf Suresi 23-24. ayetlerde belirtildiği gibi: “Hiçbir şey hakkında sakın ‘yarın şunu yapacağım’ deme! Ancak, ‘Allah dilerse yapacağım’ de. Unuttuğun zaman Rabbini an ve ‘Umarım Rabbim beni, bundan daha doğru olana ulaştırır’ de.”
Bu, bize mutlak iradenin yalnızca Allah’a ait olduğunu hatırlatır ve tevazu içinde yaşamayı öğütler.
Dünya hayatının geçiciliği ve aldatıcılığı ise sıkça gözden kaçırdığımız bir gerçektir.
“Eyvah! Aldandık. Şu hayat-ı dünyeviyi sabit zannettik. O zan sebebiyle bütün bütün zayi ettik. Evet, şu güzeran-ı hayat bir uykudur, bir rüya gibi geçti. Şu temelsiz ömür dahi bir rüzgar gibi uçar gider.”
Bu Risale-i Nur Külliyatı’ndan alınan hakikat, bize ömrün ne kadar kısa ve gelip geçici olduğunu idrak ettirir.
“Dünya bize bir gün haydi dışarı diyecek, feryadımızdan kulağını kapayacak.” Bu kaçınılmaz sona hazırlık, dünya nimetlerine aşırı bağlanmaktan kaçınmayı ve ahiret yurdunu esas edinmeyi gerektirir.
Cehennemde ateşin olmadığı, herkesin kendi odununu bu dünyadan götürdüğü gerçeği ise insanı derinden düşündürmelidir. İçki, zina, kumar, dedikodu, yalan… Bunlar, ahirette yakacak birer odun yığınıdır. Kendi ellerimizle hazırladığımız bu akıbetten kurtulmak için, nefsimizle olan mücadelemiz hayati önem taşır.
“Düşman istersen nefis yeter.” Nefsin arzu ve isteklerine teslim olmak, belalara ve zahmetlere yol açarken; nefsin tezkiye edilmesi ve terbiye edilmesi, saflığa ve ilahi rahmete ulaşmanın anahtarıdır. Kendini beğenmeyen, acziyetini bilen insan, Rabbinin rahmetine daha yakın olur.
Netice itibarıyla, varoluşun her anı ve her zerresi bize büyük dersler sunar. İlim ve irademizin sınırları, ilahi kudretin sınırsızlığını işaret eder. Tarihi olaylar, ilahi himayenin her an bizimle olduğunu gösterir. En küçük canlılar dahi, yaratılışın mucizesini fısıldar. Bu hakikatler ışığında, en büyük davamız imanımızı korumak, dünya hayatının geçiciliğini idrak etmek ve nefsimizle olan mücadelemizde başarılı olmaktır. İşte bu şuurla yaşanan bir hayat, hem dünya saadetini hem de ahiret kurtuluşunu beraberinde getirecektir.
Makale Özeti:
Bu makale, İslami ve hikmetli sözlerden ilham alarak, insanın varoluşsal davası olan iman ve kulluk bilinci üzerine odaklanmaktadır.
İnsanın cüz’i sıfatlarının Allah’ın külli sıfatlarının bir aynası olduğu anlatılarak, ilahi kudretin Hz. Yunus, Hz. İbrahim ve Hz. Musa gibi peygamberlerin kıssaları üzerinden nasıl tecelli ettiği anlatılmıştır.
Makale, sinek örneğiyle ilahi sanatın inceliğine değinerek, dünya hayatının geçiciliği, “inşallah” demenin önemi ve nefisle mücadelenin ehemmiyeti üzerinde durmuştur.
Cehennem ateşinin insanın kendi günahlarından oluştuğu fikriyle, iyi bir hayat sürmenin ve imanını korumanın önemini anlatarak, makale hem ibretli hem de düşündürücü bir perspektif sunmaktadır.
Asıl davanın imanımızı kurtarmak olduğu ve nefsi tezkiye etmenin rahmete giden yol olduğu ana fikriyle son bulmaktadır.