İnsanın Cevheri: Ebedin Eşiğinde, Sorumluluğun Zirvesinde
İnsanın Cevheri: Ebedin Eşiğinde, Sorumluluğun Zirvesinde
“İnsanın cevheri büyüktür. Ebede namzettir. Mahiyeti âliyedir. Cinayeti dahi azîmdir. intizamı da mühimdir. Sair kâinata benzemez. İntizamsız olamaz. Mühmel kalamaz. Abes olamaz. Fena-yı mutlak ile mahkûm olamaz. Adem-i sırfa kaçamaz. Cehennem ağzını, Cennet dahi âğuş-u nazindârânesini açıp bekliyorlar.”
Âsâr-ı Bediiye
İnsan… Topraktan yaratılan, ama semaya yükselmeye layık kılınan bir varlık. Hem en aciz, hem en şerefli… Hem günahkâr, hem de mağfirete en çok muhtaç…
İnsanın cevheri büyüktür. Çünkü o, sadece toprak ve sudan ibaret değildir. O, içinde taşıdığı sırlarla ebediyete adaydır. Kalbinde sonsuzluk iştiyakı, vicdanında adalet hissi, ruhunda ahiret yurduna ait bir özlem vardır. Ve bu, sıradan bir varlık olamayacağını gösterir.
Bediüzzaman’ın veciz ifadeleriyle:
> “İnsanın cevheri büyüktür. Ebede namzettir. Mahiyeti âliyedir. Cinayeti dahi azîmdir.”
Yani insan sadece yaşamak için yaratılmamıştır. Onun yaratılış gayesi yüce, mesuliyeti ağır, mahiyeti latif ve ulvîdir. Çünkü insan sıradan bir taş, hayvan veya yıldız değildir. O, Allah’ın isimlerine ayna olan bir mahlûktur.
İntizam ve Hikmet: İnsan Gelişigüzel Olamaz
“İntizamı da mühimdir. Sair kâinata benzemez. İntizamsız olamaz. Mühmel kalamaz.”
Kâinatta hiçbir şey başıboş değildir. Bir yaprak bile kaderle düşerken, insan gibi hikmetle donatılmış bir varlık asla gelişigüzel bırakılamaz. Bu kadar derin mahiyet, bu kadar hassas vicdan, bu kadar güçlü akıl ve irade… Tüm bunlar, insanın hayatının bir imtihan, varlığının bir maksat üzere olduğunu isbat eder.
Eğer insanın hayatı, sadece yeme-içme ve üreme gibi hayvani yönlerle sınırlı olsaydı, ona akıl verilmez, kalp verilmezdi. Oysa kalbiyle ağlar, vicdanıyla utanır, aklıyla tevbe eder. Bu da gösterir ki insanın yaratılışı; “abes” değil, “hikmet” içindir.
Sonuçtan Kaçış Yok: Ya Cennet, Ya Cehennem
“Fena-yı mutlak ile mahkûm olamaz. Adem-i sırfa kaçamaz.”
İnsan, yokluğa mahkûm değildir. Çünkü onun iç dünyasında ebed isteği, sonsuzluk arzusu vardır. Bu da gösteriyor ki, onun yaratılışı fânî bir âleme değil, bâkî bir yurda hazırlıktır. Bu dünya bir tarladır, ebed ise hasat yeridir.
Ve şimdi, iki kapı insanı bekliyor:
> “Cehennem ağzını, Cennet dahi âğuş-u nazindârânesini açıp bekliyorlar.”
Bu ifade, hem ilahi adaletin hem de ilahi rahmetin büyüklüğünü gözler önüne seriyor. Çünkü insan, yaptığı her tercihle ya o ateşin kapısını aralıyor ya da rahmetin koynuna koşuyor. Ne yaparsa onunla yüzleşecektir.
Bu da bize şu hakikati gösterir: İnsan mesuliyet sahibidir. Onun yaratılışı ulvîdir, sonu da ya azîm bir mükâfat ya da şiddetli bir ceza olacaktır.
SONUÇ VE ÖZET:
İnsan sıradan bir varlık değildir. Mahiyeti yüce, yaratılışı hikmetli, sorumluluğu büyüktür. Onun gelişigüzel yaşaması mümkün değildir. Çünkü içindeki istidatlar ebed için yaratılmıştır. İnsan abesle iştigal etmez; fıtratı da abeslikten uzaktır. Dolayısıyla ne mutlak yokluğa mahkûmdur ne de hesapsızlığa bırakılmıştır. Onun önünde iki kapı vardır: Cennet ve Cehennem. Hayatıyla, tercihiyle ve ahlakıyla bu kapılardan birine doğru yürür. İnsan; ebedin eşiğindedir ve bu eşiğin şuurunda olmalıdır.