Gonca Gibi Âlemler ve Gönle Açılan Nur Kapısı
Gonca Gibi Âlemler ve Gönle Açılan Nur Kapısı
“Üveys-i Karanî’nin
اِلٰهٖى اَنْتَ رَبّٖى وَ اَنَا الْعَبْدُ وَ اَنْتَ الْخَالِقُ وَ اَنَا الْمَخْلُوقُ وَ اَنْتَ الرَّزَّاقُ وَ اَنَا الْمَرْزُوقُ … الخ
münâcat-ı meşhuresi nevinden, bütün mevcudat-ı zevi’l-hayat, Cenab-ı Hakk’a karşı aynı münâcatı ettiklerini ve on sekiz bin âlemin her birinin ışığı, birer ism-i İlahî olduğunu bana kanaat verecek bir vakıa-i kalbiye-i hayaliyeyi gördüm. Şöyle ki:
Birbirine sarılı çok yapraklı bir gül goncası gibi şu âlem, binler perde perde içinde sarılı, birbiri altında saklı âlemleri bu âlem içinde gördüm. Her bir perde açıldıkça diğer bir âlemi görüyordum. O âlem ise âyet-i Nur’un arkasındaki
اَوْ كَظُلُمَاتٍ فٖى بَحْرٍ لُجِّىٍّ يَغْشٰيهُ مَوْجٌ مِنْ فَوْقِهٖ مَوْجٌ مِنْ فَوْقِهٖ سَحَابٌ ظُلُمَاتٌ بَعْضُهَا فَوْقَ بَعْضٍ اِذَٓا اَخْرَجَ يَدَهُ لَمْ يَكَدْ يَرٰيهَا وَمَنْ لَمْ يَجْعَلِ اللّٰهُ لَهُ نُورًا فَمَا لَهُ مِنْ نُورٍ
âyeti tasvir ettiği gibi; bir zulümat, bir vahşet, bir dehşet karanlığı içinde bana görünüyordu. Birden bir ism-i İlahînin cilvesi, bir nur-u azîm gibi görünüp ışıklandırıyordu. Hangi perde akla karşı açılmışsa hayale karşı başka bir âlem fakat gafletle karanlıklı bir âlem görünürken güneş gibi bir ism-i İlahî tecelli eder, baştan başa o âlemi tenvir eder ve hâkeza… Bu seyr-i kalbî ve seyahat-i hayaliye çok devam etti.”
Sikke-i Tasdiki Gaybî
İnsan kalbi, eğer gafletin sisleriyle perdelenmemişse; kendisini kâinat kitabının en derin mânâlarını seyreden bir okuyucu gibi hisseder. Kalbin dikkatle bakan gözü, yalnız gördüğüyle yetinmez; perde arkasında saklı manaları da hisseder, sezgileriyle âlemleri aralar. İşte bu ruh halini en veciz şekilde yaşayanlardan biri Bediüzzaman Said Nursî’dir. Onun, Üveysî yakarışlarla süslenen ve iç dünyasında bir gül goncası gibi sarılmış âlemleri temaşa ettiği bu hayalî ve kalbî yolculuk, sadece bir tasavvur değil, aynı zamanda bir hikmet tecellisidir.
Bir Gül Goncası Gibi: Kâinatın Katman Katman Âlemleri
Bediüzzaman, bu temsîlî anlatımında dünyayı bir gül goncasına benzetir. Nasıl ki gonca, yaprak yaprak sarılı ve içinde nice sırları gizliyorsa; bu görünen âlem de içinde kat kat âlemleri saklamaktadır. Her perde bir âlemi gösterirken, o âlem bazen zulmetli, vahşetli, anlaşılmaz ve korkutucu olabilir.
Ama her bir karanlık perdenin ardında bir İlahi isim, bir nur tecellisi, bir rahmet ışığı açığa çıkar.
Her bir karanlık âlem, “Allah dilerse ancak ışıklanabilir” hakikatinin bir yansımasıdır.
“İlâhî! Sen Rabbimsin, ben kulum…”
Bu tefekkürün temeli, Üveysü’l-Karanî’nin şu yakarışıdır:
> “اِلٰهٖى اَنْتَ رَبّٖى وَ اَنَا الْعَبْدُ وَ اَنْتَ الْخَالِقُ وَ اَنَا الْمَخْلُوقُ وَ اَنْتَ الرَّزَّاقُ وَ اَنَا الْمَرْزُوقُ…”
Bu dua, sadece Üveys’in değil, aslında bütün zevi’l-hayatın, yani canlıların fıtrî diliyle ettiği bir yakarıştır. Her varlık kendi diliyle bunu söyler:
Ağaç yaprağıyla,
Dere çağlayışıyla,
Kuş ötüşüyle,
İnsan dua ve secdesiyle…
“Sen Halıksın, ben mahlûkum.”
Bu tevhid şuurudur ki, kalpteki karanlıkları aydınlatır.
Zulmet İçindeki Nurlar: Nur Sûresi’nin Sırrı
Nursî, bu seyr-i kalbîyi anlatırken Nur Suresi 40. ayete dikkat çeker:
> “O kâfirin hâli, engin bir denizdeki karanlıklara benzer ki, onu bir dalga örtmekte, onun üstünden bir başka dalga, onun da üstünden bir bulut… Karanlıklar üst üste… Öyle ki insan elini çıkaracak olsa neredeyse göremez. Allah kime nur vermemişse, onun için nur yoktur.”
İşte kalbin yolculuğu da böyledir. Akıl ve hayal her perdeyi araladığında ya bir karanlıkla ya da bir nur tecellisiyle karşılaşır.
Nur yoksa, idrak sönük kalır.
Nur varsa, perdeler kalkar ve tevhid görünür.
İsm-i İlahîler: Âlemlerin Işığı
Her bir âlemi nurlandıran, o âleme bakan bir İsm-i İlahîdir:
Er-Rahmân, merhametiyle açar perdeyi.
El-Hakîm, hikmetiyle düzenler manzarayı.
El-Basîr, her şeyi görür ve gösterir.
En-Nûr, zulmeti deler ve kalbe tecelli eder.
Bu tefekkürî seyahat, insanı öyle bir hâle getirir ki, artık bütün varlıkların Allah’a karşı aynı yakarışta olduğunu hisseder.
Her şey O’ndan geldiğini, O’na yöneldiğini ilan eder.
SONUÇ VE ÖZET:
Bediüzzaman Said Nursî’nin hayalî ve kalbî yolculuğu, kâinatı gül goncası gibi kat kat âlemlerle dolu bir hakikat kitabı olarak görür. Her perde bir karanlıkla açılır; ancak o karanlık, bir İsm-i İlahî’nin nuruyla aydınlanır. Bu yolculuk, Üveysî bir münâcatla başlar ve tevhid nuru ile taçlanır. Kâinatın her canlısı, kendi lisanınca bu münâcata iştirak eder. Kalp, akıl ve hayal bir olup, İlahi isimlerin nuruyla bütün âlemleri temaşa eder.
Her perde O’nu gösterir, her karanlık O’nun nuruyla aydınlanır.