Ceset Dağılır, Ruh Dağılmaz: Mevtin Gölgesinde Bir Hakikat
Ceset Dağılır, Ruh Dağılmaz: Mevtin Gölgesinde Bir Hakikat
“Gayet kat’î bir hads ile sabittir ki; cesed ruhla kaimdir. Ruh, binefsihi kaim ve hâkim olduğundan; cesed istediği gibi dağılsın, toplansın istiklâliyetine sebep vermez. Belki cesed, hanesi ve yuvasıdır. Libası ise bir derece sabit ve letafetçe ona münasib bir gılaf-ı latîfi var. Öyle ise mevtte bütün bütün çıplak olmaz.”
Âsâr-ı Bediiye
Hayat, bir sabah meltemi gibi başlar; tazedir, serin ve hafiftir. Ama o meltemin içinde gizli bir akşam vardır. İnsan ne kadar yaşarsa yaşasın, bir gün ölümle yüzleşecektir. Fakat bu yüzleşme, bir yok oluş değil, bir hakikate uyanıştır. Bediüzzaman’ın ifadesiyle:
“Ceset ruhla kaimdir. Ruh binefsihi kaim ve hâkim olduğundan, cesed istediği gibi dağılsın, istiklâliyetine sebep vermez.”
Yani hakikatte asıl olan ruhtur. Ceset ise onun hanesi, yuvası ve geçici libasıdır. Bu anlayışla bakıldığında ölüm; son değil, bir elbise değişimidir. Ruh, bu dünya sahnesinde giydiği ceset gömleğini çıkarır ve ebedî âleme lâyık bir suretle yola devam eder.
Ceset: Bir Gömlek, Bir Misafirhane
İnsanın bedeni, yaratılış itibariyle topraktan gelmiştir. Geçicidir, kırılgandır, zamanla yıpranır. Ama bu zayıflığı içinde muazzam bir sırrı barındırır: Ruhun yuvası olmak.
Ruh ise ilahî bir nefhadır; sonsuzluktan iz taşır. Ceset ne kadar güzel, güçlü, genç olursa olsun, onsuz bir anlamı yoktur. O yüzden ölüm, cesedi dağıtsa da ruhun istiklâliyetine dokunamaz. Çünkü ruh, cesede değil; ceset ruha bağlıdır.
Bunu bir kuşun kafesinden uçması gibi düşünebiliriz. Kafes dağılsa, parçalanıp yok olsa bile, kuş hâlâ uçar. Çünkü asıl olan uçma kabiliyeti, yani ruhtur. Ceset ise o ruhun geçici bir kıyafetidir. Bediüzzaman bu hakikati veciz bir şekilde şöyle ifade eder:
“Mevtte, bütün bütün çıplak kalmaz. Cesedin letafetçe ona münasip bir gılaf-ı latîfi vardır.”
Demek ki ölüm, sadece maddî bedenin toprağa verilmesidir; ruh çıplak kalmaz, onun da mahiyetine uygun bir giysisi, bir nuranî libası vardır.
Ölüm: Yok Oluş Değil, Varlığın Bir Başka Merhalesi
Modern akıl ölümden korkar çünkü onu yoklukla eşleştirir. Hâlbuki İslamî düşüncede ölüm, bir geçiştir; bir perde değişimidir. Ruh, dünyadaki kabuğundan çıkarak berzah âlemine, sonra da ebedî saadet yurduna doğru bir yolculuğa başlar.
İnsan ruhu bu dünyada bedenle kayıtlıyken bile nice hayaller kurar, sevinçler yaşar, acılar çeker. Yani ruh, beden olmadan da varlığını ve şuurunu sürdürür. Ölümle birlikte bu kayıtlar kalkar. Beden çürür, dağılır; ama ruh asla dağılmaz. O, yaratıldığı andan itibaren Allah’ın izniyle bâkîdir.
Hayatın Hikmeti, Mevtin Şuurundadır
Eğer insanın cesediyle birlikte ruhu da toprağa karışacak olsaydı, hiçbir şeyin anlamı kalmazdı. Ne ibadet, ne ahlak, ne hak, ne hukuk… Ama insan, fıtraten ebed için yaratılmıştır. Ölümle yüzleştiğinde, içinde bir sonsuzluk arzusu canlanır. Çünkü ölüm, ebedî bir hayata açılan kapıdır.
Bir şairin dediği gibi:
“Ölüm bir hiçlik değil, bir varlık değişimidir.”
İnsan öldüğünde, sadece madde değişir; ruh yoluna devam eder.
SONUÇ VE ÖZET:
Ruh, varlığıyla bâkîdir; ceset ise geçici bir elbisedir. Ölüm, bu elbisenin çıkarılmasıdır ama ruh çıplak kalmaz; onun da latîf ve nuranî bir gılafı vardır. Ceset, ruhun yuvasıdır fakat ruh, cesede mahkûm değildir. Ölüm; yokluk değil, asıl varlığın başka bir boyutta devam etmesidir. Bu yüzden mevt, insan için bir bitiş değil, hakikate uyanış vesilesidir. İnsan cesetle sınırlı değil, ruhla kaimdir. Ceset dağılır; ama ruh dağılmaz.