Akıl, Varlık ve Sonsuzluk Arasında İnsan: Fani Dünyanın Ötesi
Akıl, Varlık ve Sonsuzluk Arasında İnsan: Fani Dünyanın Ötesi
İnsanın akıl ve fikir meydanı, gerçekten de tarifi imkânsız bir muamma.
Bazen “zerre içinde dönüyor, katre içerisinde yüzüyor, bir noktada hapsoluyor.” dedirten bir darlığa sahipken, bazen de “âlemi bir karpuz gibi eline alır ve kâinatı misafireten getirir, akıl odasında misafir eder.”
Mesnevi-i Nuriye’den süzülen bu hikmetli sözler, insanın varoluşsal çelişkisini ne de güzel resmediyor. Bu genişlik ve darlık arasında sıkışıp kalan ruhumuz, fani dünyanın aldatıcı cazibesiyle ebedi hakikatlerin çağrısı arasında gidip geliyor.
**********
“Kaç kere pay ettik dünya malını, herkese en çok bir mezar düşüyor,” sözü ile bu faniliğe tokat gibi bir cevap veriyor. Dünya malı, makam, mevki uğruna verilen onca mücadele, dökülen terler, yaşanan hırs ve kavgalar… Hepsinin nihai durağı aynı: bir avuç toprak.
Bu idrak, insanı dünyaya olan aşırı bağlılığından koparıp, asıl yurduna yönelmeye teşvik etmeli.
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin ifade ettiği gibi, “Dünya madem fanidir değmiyor alaka-i kalbe.” Kalbin dünya heveslerine bağlanması, fani bir gölgeye takılıp kalmaktan farksızdır.
Risale-i Nur’dan gelen bir başka hakikat ışığı, insanın öz eleştirisi ve Allah’a yönelişi üzerine odaklanıyor: “Nefsini ittiham eden, kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, istiğfar eder. İstiğfar eden, istiaze eder. İstiaze eden, Şeytan’ın şerrinden kurtulur.”
Bu zincirleme süreç, manevi arınmanın ve kemalata ermenin yol haritasıdır. İnsanın kendi eksikliklerini görüp kabul etmesi, ilk adımdır. Ardından pişmanlık ve af dileme gelir. Ve bu af dileme, bizi şeytanın ve nefsin saptırıcı fısıltılarından Allah’ın korumasına sığınmaya götürür.
*********
Tarihi ve ibretli bir başka boyut ise, Ayasofya üzerinden Bediüzzaman Said Nursi’nin derin görüşlerinde tecelli ediyor. “Ayasofya, Hristiyanlığın, İslâmiyete devir ve tesliminin bir âbidesidir. Bunun için kilise iken cami olmuştur. Elbette tekrar camiye çevrilecektir.” Bu sözler, sadece bir yapının statüsüyle ilgili değil, medeniyetlerin dönüşümü, dinlerin ve inançların tarihi seyri, ve ilahi takdirin zaman içindeki tezahürü üzerine derin bir perspektif sunar. Ayasofya, bu açıdan, fani olanın ebedi olana teslimiyetinin, bir mabetten öte, bir sembolü haline gelmektedir.
Haksızlığa karşı sessiz kalmak, yine Risale-i Nur’dan Mektubat’ın vurguladığı gibi, “hakka karşı bir hürmetsizliktir.” Bu, sadece bireysel bir ahlak meselesi değil, aynı zamanda toplumsal bir sorumluluktur. Hakkın savunulması, adaletin tesis edilmesi, her müminin üzerine düşen bir vazifedir.
Zira “İki sultan bir cihâna sığmazken; On derviş bir kilimde uyurmuş” sözüyle Sa’di Şirazi, ihtiras ve bencilliğin yıkıcılığını, kanaat ve tevazunun ise birleştiriciliğini ne güzel anlatır. Dervişlerin daracık bir kilimde huzurla uyuyabilmesi, manevi zenginliğin maddi dünyanın sınırlamalarını nasıl aştığının bir isbatıdır.
.
Nasip meselesi ise Hazreti Mevlana’dan yankılanır: “Nasibinin Peşinde Bir Ömrü, Harcar da İnsan!
Nasibinden Başkasını, Nasip Etmez, YARADAN..!”
Bu, tevekkülün ve kader inancının en güzel ifadelerinden biridir. İnsan çalışır, çabalar; ancak neticede elde edeceği, Allah’ın kendisine takdir ettiğinden başkası değildir. Bu idrak, boşuna hırslara kapılmaktan, elde edemediklerimiz için hayıflanmaktan insanı kurtarır ve iç huzuru sağlar.
**********
Son olarak, Aliya İzzetbegoviç’in Batı medeniyeti üzerine olan tesbiti, “Bunu hiç unutma evlat.. Batı hiç bir zaman uygar olmamıştır ve bugünkü refahı devam edegelen sömürgeciliği döktüğü kan, akıttığı gözyaşı ve çektirdiği acılar üzerine kuruludur!!” cümlesiyle, maddi refahın manevi değerler ve ahlaki ilkeler pahasına nasıl inşa edildiğini gözler önüne seriyor. Bu, sadece bir tarih tesbiti değil, aynı zamanda günümüz dünyasının çarpıklıklarına ve insanlığın çektiği acılara dair derin bir eleştiridir.
Ve bu noktada, İmam Gazali’nin “Mümin dini uğruna malını, münafık ise malı uğruna dinini feda eder,” sözü, gerçek değerlerin ne olduğunu ve insanın hangi uğurda neyi feda etmesi gerektiğini net bir şekilde ortaya koyar.
Tüm bu hikmetli sözler, bizlere fani dünyanın gelip geçiciliğini, nefis muhasebesinin önemini, hak ve adalet mücadelesinin gerekliliğini, tevekkülün huzurunu ve gerçek medeniyetin ne anlama geldiğini hatırlatıyor.
Kuşların ve sineklerin dahi lisan-ı hal ile “Hasbünallahü ve ni’mel vekil” (Allah bize yeter, O ne güzel vekildir) dediği bir dünyada, insanın da bu fani perdenin ardındaki sonsuz hakikatlere yönelmesi elzemdir.
Özet:
Bu makale, derin manaları ele alarak, insanın akıl ve varoluş arasındaki çelişkisini, dünya malının geçiciliğini ve mezarın kaçınılmazlığını anlatmaktadır.
Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur külliyatından yapılan alıntılarla nefis muhasebesi, istiğfarın önemi ve şeytanın şerrinden korunma yolları açıklanmıştır.
Ayasofya’nın tarihi ve sembolik anlamı üzerinden medeniyetlerin dönüşümü ve ilahi takdirin tecellisi incelenmiştir.
Sa’di Şirazi’nin dervişlik ve ihtiras üzerine sözleri ile Mevlana’nın nasip ve tevekkül üzerine düşünceleri, manevi huzurun kaynakları olarak sunulmuştur.
Son olarak, Aliya İzzetbegoviç’in Batı eleştirisi ve İmam Gazali’nin mümin ile münafık arasındaki farka dair sözleri ile dünya düzeninin çarpıklıkları ve gerçek değerler üzerinde durulmuştur. Makale, tüm bu unsurları birleştirerek, insanın fani dünyanın ötesindeki sonsuz hakikatlere yönelmesi gerektiği sonucuna varmaktadır.