Vicdan: Gayb ile Şehadet Arasında Bir Köprü
Vicdan: Gayb ile Şehadet Arasında Bir Köprü
“Âlem-i gayb ve şehâdetin nokta-i iltisakı ve berzahı ve iki âlemden birbirine gelen seyyârâtın mültekası, vicdan denilen fıtrat-ı zîşuurdur. Evet, fıtrat ve vicdan akla bir penceredir; tevhidin şuâ’ını neşrederler.”
Âsâr-ı Bediiye
İnsanın iç dünyası, çoğu zaman dış dünyanın sırlarına açılan bir kapı gibidir. Görünen âlemle görünmeyen âlem arasında bir pencere, bir kavşak noktası vardır ki, işte orası vicdandır. Bediüzzaman Said Nursî’nin veciz ifadesiyle:
> “Âlem-i gayb ve şehâdetin nokta-i iltisakı ve berzahı ve iki âlemden birbirine gelen seyyârâtın mültekası, vicdan denilen fıtrat-ı zîşuurdur.”
Bu ifadede, insanın yalnızca etten kemikten bir varlık olmadığı; ruh, kalp, akıl ve en mühimi vicdan gibi manevi cihazlarla donatıldığı derin bir hakikat olarak karşımıza çıkar. Vicdan, yalnızca bir ahlâk terazisi değil; aynı zamanda gayb âlemine uzanan bir duyu organı gibidir. O, yalnızca günahı sezmekte değil; aynı zamanda Hakk’ı hissetmekte, Allah’ı bulmakta ve tevhidi duymakta da etkin bir mihenk taşıdır.
Bediüzzaman, vicdanı “fıtrat-ı zîşuur” yani şuurlu bir yaratılış olarak tanımlar. Çünkü o, yalnızca hisseden değil; idrak eden, yön tayin eden bir pusula gibidir. İşte bu yüzden vicdan, akla açılan bir penceredir. Akıl tefekkürle yol alırken, vicdan ise tefekkürün rotasını tayin eden bir iç sestir.
Vicdan, âlem-i gaybdan gelen hakikatlerin ilk karşılandığı yer, yani bir ilham limanı gibidir. Aynı zamanda âlem-i şehadette yaşanan tecrübelerin derinliğe indirildiği ve hazmedildiği bir berzahtır. İnsan, vicdanıyla yalnız kalabildiği oranda hakikate yaklaşır. Zira vicdanın sesi, nefsin bağırışlarından, dünyanın gürültüsünden ve şeytanın vesveselerinden sıyrılmış sessiz bir hikmettir.
Ne gariptir ki, çağımızda insanın en çok susturmaya çalıştığı şey de yine vicdandır. Modernizm, insanı dışa yönlendirirken, iç sesi olan vicdanı bastırmaya çalışır. Eğlence, haz, hız ve tüketim üzerinden kurulu hayatlar, vicdanın fısıltısını duymaktan kaçar. Fakat her insan, en yalnız anında, en karanlık gecede, en beklenmedik anda vicdanının tok sesiyle baş başa kalır. İşte o an, ya bir uyanıştır ya da bir pişmanlık…
Bediüzzaman’ın “tevhidin şuâ’ını neşrederler” sözü ise vicdanın yalnızca ahlâkî değil, aynı zamanda itikadî bir merkez olduğunu da gösterir. Vicdan, Allah’a giden yolların en kısasıdır. Dışarıdan gelen delillerden evvel, içeride parlayan bir nurdur o. Bu nedenle her insan, vicdanını susturmadığı müddetçe, en büyük hakikati inkâr edemez: Allah’ın varlığı ve birliği.
Bediüzzaman’ın bu yaklaşımı bize şunu öğretiyor:
İman, yalnızca aklî bir faaliyet değildir; aynı zamanda vicdanî bir şahitliktir. Akıl delil arar, vicdan ise huzur. Akıl isbatla yetinir, vicdan ise teslimiyetle doyar. Vicdan, bir anlamda fıtratın secde eden dilidir.
Özet:
Bu yazı, Bediüzzaman Said Nursî’nin “vicdan” kavramı üzerine yaptığı derin bir tesbitten hareketle kaleme alınmıştır. Vicdanın, görünmeyen (gayb) ve görünen (şehadet) âlemler arasında bir köprü olduğu; hem akla açılan bir pencere hem de tevhidi hisseden bir merkez olduğu anlatılmıştır. Vicdan, yalnızca ahlâkın değil, imanın da asli bir parçasıdır. Çağımızın gürültüsü içinde susturulan vicdanın, aslında insanı Allah’a götüren en kısa ve en içten yol olduğu ifade edilmiştir.