Sarsılmaz Bir Sığınak: Tahkikî İmanın Şeytana Kapalı Kaleleri

Sarsılmaz Bir Sığınak: Tahkikî İmanın Şeytana Kapalı Kaleleri

“İman-ı tahkikî ilmelyakînden hakkalyakîne yakınlaştıkça daha selbedilmeyeceğine ehl-i keşif ve tahkik hükmetmişler. Demişler ki: Sekerat vaktinde şeytan vesvesesiyle ancak akla şüpheler verip tereddüde düşürebilir. Bu nevi iman-ı tahkikî ise yalnız akılda durmuyor. Belki hem kalbe hem ruha hem sırra hem öyle letaife sirayet ediyor, kökleşiyor ki şeytanın eli o yerlere yetişemiyor; öylelerin imanı zevalden mahfuz kalıyor.”
Sikke-i Tasdiki Gaybî

Bediüzzaman Said Nursî’nin Sikke-i Tasdik-i Gaybî eserinde yer alan tahkikî imanın gücünü ve şeytanın vesvesesine karşı koruyuculuğunu konu alan derin ve düşündürücü bir makale yer almaktadır.

İnsanın hayat yolculuğunun en çetin anı, hiç şüphesiz ölüm anıdır. Bu anda hem ruh hem nefis hem de şeytan, var gücüyle son hamlelerini yapar. En sinsi tuzaklar, sekerat anında kurulmak istenir. Çünkü o an, ya bir ebedî kurtuluşun kapısıdır ya da ebedî bir pişmanlığın başlangıcı. İşte tam da bu noktada, kişinin sahip olduğu imanın kalitesi belirleyici olur. Zira her iman aynı kuvvette değildir. Ve her iman, şeytana karşı aynı mukavemeti gösteremez.

Bediüzzaman Said Nursî, bu hakikati şöyle açıklar:

> “Sekerat vaktinde şeytan vesvesesiyle ancak akla şüpheler verip tereddüde düşürebilir. Bu nevi iman-ı tahkikî ise yalnız akılda durmuyor. Belki hem kalbe, hem ruha, hem sırra, hem öyle letaife sirayet ediyor, kökleşiyor ki şeytanın eli o yerlere yetişemiyor.”

Bu ifade, sarsılmaz bir kalenin resmini çizer. Sıradan bir iman değil; tahkikî, kökleşmiş ve letaiflere sirayet etmiş bir iman, şeytanın erişemeyeceği bir emniyet kalesidir.

Zannî İman ve Tahkikî İman: Aradaki Fark Nedir?

Zannî iman, genellikle taklitten doğar. Kişi inanır ama neden inandığını derinlemesine bilmez. Bu iman, çoğu zaman kültürel bir mirastır. Faydalıdır, ama kırılgandır. Şüphelerle çatlayabilir, baskılarla sarsılabilir. Hele ölüm gibi bir korkunun yoğun hissedildiği anda şeytanın fısıltılarına açık hâle gelebilir.

Oysa tahkikî iman, aklî delillerle, kalbî yakinle, ruhî tecrübeyle ve marifet-i İlahiye ile elde edilen bir inançtır. Kökleri derindedir; sadece zihni değil, kalbi ve latîfeleri de besler. Bu sebeple akıl sarsılsa bile, kalp ayakta kalır. Göz şaşırsa bile, iç göz (basiret) yönünü şaşırmaz. İşte böyle bir iman, sekeratın fırtınasına karşı sağlam bir sığınaktır.

Şeytanın Stratejisi: Akla Fısıltı, Kalbe Hücum

Şeytan, doğrudan kalbe nüfuz edemez. Onun girdiği kapı, çoğu zaman akıldır. “Acaba?”, “Ya yoksa?”, “Peki ya bu?” gibi sorularla şüphe tohumları atar. Fakat iman yalnızca akılda kalmışsa, bu tohumlar filizlenebilir. Ama iman kalbe, ruha ve sırra yayılmışsa, orada şeytanın tesiri durur.

Tahkikî imanın sağladığı bu bütünsel bağışıklık, tıpkı bedenin her hücresine nüfuz etmiş bir antikor gibi; kalpte, ruhta ve sırda şeytana karşı direniş noktaları oluşturur. Artık o iman, aklı aşar; bir sezgi, bir huzur ve bir teslimiyet hâline gelir.

Ölüm Anında Kazanmak İçin Hayatta Kazanmak Gerekir

Unutulmamalıdır ki, ölüm anında gösterilecek imanî istikamet, hayattaki inanç derinliğiyle doğru orantılıdır. Sekeratta kurtuluş, bir mucize değil; bir hayat tarzının neticesidir. Tahkikî iman, öyle son anda elde edilecek bir şey değil; hayat boyu ilimle, tefekkürle, ibadetle, dua ve zikirle kazanılan bir mücevherdir.

Bu yüzden imanını tahkikî hâle getirmek, her müminin en acil ve en hayati vazifesidir. Çünkü son nefeste “imanla gitmek”, başıboş bir temenniyle değil; akıllı bir gayretle ve ihlâslı bir yolculukla mümkün olur.

Özet:

Bu makalede, tahkikî imanın mahiyeti ve şeytanın ölüm anındaki vesveselerine karşı sağladığı koruyuculuk ele alındı. Zannî iman sadece akılda kaldığı için şeytanın şüphe tohumlarına açık olurken; tahkikî iman kalbe, ruha ve sır gibi letaiflere yayıldığı için şeytanın eli o derinliklere erişemez. Bu da imanın sarsılmaz bir kale hâline gelmesini sağlar. Ölüm anındaki selâmet, dünya hayatında elde edilen bu köklü imanla mümkündür.

 

Loading

No ResponsesTemmuz 10th, 2025