Şahıslar Değil, Şahsiyetler

Şahıslar Değil, Şahsiyetler

“Bu zaman, şahs-ı manevî zamanı olduğu için böyle büyük ve bâki hakikatler, fâni ve âciz ve sukut edebilir şahsiyetlere bina edilmez! ”
Sikke-i Tasdiki Gaybî

Zamanın Ruhunu Okumak ve Hakikati Korumak

Zaman değiştikçe tebliğ usulleri de değişir. Eskiden bir âlim, bir sultan, bir mürşid tek başına bir toplumu etkileyebilirken; günümüzde meseleler karmaşıklaşmış, insanlar bireyselleşmiş ve bilgi daha da dağılmıştır. Böyle bir zamanda hakikatin yükünü bir şahsa yüklemek, onu fânilikle lekedar etme riskini de beraberinde getirir. İşte bu noktada Bediüzzaman Hazretleri şu hikmetli cümleyi kurar:

> “Bu zaman, şahs-ı manevî zamanı olduğu için böyle büyük ve bâki hakikatler, fâni ve âciz ve sukut edebilir şahsiyetlere bina edilmez!”
(Sikke-i Tasdik-i Gaybî)

Bu cümle, çağın ruhunu ve imani-manevi hizmetlerin nasıl korunması gerektiğini çok net bir şekilde özetlemektedir.

Şahıslar Fânidir, Hakikat Bâkîdir

Tarih boyunca birçok hakikat, taşıyıcısı olan şahısların zaafları sebebiyle zedelenmiş, hatta unutulmuştur. Bir zat ne kadar samimi ve büyük olursa olsun, neticede insandır: Hastalanır, sürçebilir, vefat eder, hatta yanlış anlaşılabilir. Eğer bütün bir dava onun şahsiyetine bağlanmışsa, o gider gitmez hizmet dağılır.

Oysa hakikat, şahıs üstü bir meseledir. İman, Kur’an, marifetullah, ubudiyet gibi ebedî değerler; faniliğin gölgesine terk edilemeyecek kadar büyüktür. İşte bunun içindir ki Bediüzzaman, Risale-i Nur hizmetinin şahsa değil, şahs-ı manevîye dayandığını vurgular.

Şahs-ı Manevî Nedir?

Şahs-ı manevî, bir davayı omuzlayan, aynı maksada yönelmiş bir cemaat ruhudur, bir heyet şuûrudur. Bu, bir kişinin değil; bir topluluğun müşterek aklı, iradesi ve sadakatidir. Bu yapı, zamanın şartlarına göre esner ama bozulmaz. Bir ferdin yokluğu onu sarsmaz.

Risale-i Nur hizmetinde “ben” değil, “biz” dili hâkimdir. Bu nedenle Risale-i Nur’un birçok yerinde Bediüzzaman özetle şöyle der:

> Ben değil, Kur’an konuşuyor.
Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsi ders veriyor.

Böylece hizmetin yükü bir kişinin omuzuna değil, ihlaslı bir cemaate dağıtılmış olur.

Bu Devrin Riski: Şahıs Şahsiyetçiliği

Günümüzün en büyük tehlikelerinden biri de şahıs merkezli hareketlerdir. Liderin etrafında şekillenen, onun sözüyle hareket eden ama hakikate değil şahsa bağlı gruplar, er ya da geç büyük yıkımlarla karşılaşır.

Tarih, bunu defalarca göstermiştir. Lider düştüğünde, hareket sarsılmış; fikirler değil, fanatizm kalmıştır. Oysa Kur’an’ın kıssaları, hep şahıslar değil; ilkeler, değerler ve hikmetler merkezlidir.

Bediüzzaman, bu tehlikeyi erken sezmiş ve bu çağda “mehdiyet” gibi yüksek hizmetlerin bile şahs-ı manevî eliyle yapılacağını söylemiştir. Çünkü artık hakikatler cemaat şuûruyla, istişare ile, müşterek tefekkürle korunabilir.

Şahs-ı Manevîye Dayalı Hizmetin Bereketi

Bir kişi hata yapar, şahs-ı manevî düzeltir.

Bir kişi zayıflar, cemaat destekler.

Bir fert inkâr edilir, fikir ayakta kalır.

Bir fert hapsedilir, eser konuşur.

Bir kişi ölür, dava yaşamaya devam eder.

Böylece hakikat bâkî kalır, şahıslar ise nezaketle sahneden çekilir. Bu da tebliğde devamlılık, sağlamlık ve sarsılmazlık sağlar.

Özet:

Bu makalede, Bediüzzaman’ın “Bu zaman şahs-ı manevî zamanı olduğu için büyük hakikatler fânî şahsiyetlere bina edilmez” sözü çerçevesinde, çağın tebliğ ve hizmet anlayışı ele alındı. Artık bireysel karizma değil, cemaat şuûru ve istişareyle yürütülen şahs-ı manevî yapılar etkili ve kalıcıdır. Şahs-ı manevî, bir kişiye değil; hakikate ve ortak bir ruha dayanır. Bu da hizmetin fânilikten korunmasını, davanın sarsılmadan devam etmesini sağlar.

 

Loading

No ResponsesTemmuz 10th, 2025