Mülk ve Melekût: Eşyanın İki Yüzü ve Kudretin Tecellisi
Mülk ve Melekût: Eşyanın İki Yüzü ve Kudretin Tecellisi
“Bir şeyde iki cihet var: Biri mülk, âyinenin mülevven vechi gibi. Ezdad ona vârid oluyor. Çirkin olur, şer olur, hakir olur, azîm olur… ilh. Esbab bu cihette vardır. İzhar-ı azamet ve izzet-i kudret öyle ister.
İkinci cihet: Melekûtiyet cihetidir. Âyinenin şeffâf vechi gibi. Şu cihet her şeyde güzeldir. Şu cihette esbabın tesiri yoktur. Vahdet öyle ister. Hattâ hayat ve ruh ve nur ve vücûd, iki vecihleri şeffâf ve güzel olduğundan mülken ve melekûten vasıtasız dest-i kudretten çıkıyorlar. ”
Âsâr-ı Bediiye
İnsan, eşyaya bakarken genellikle zahire takılır; görünen yönüyle hüküm verir, görünmeyen derinliklerini çoğu zaman ihmal eder. Oysa Bediüzzaman Said Nursî, eşyanın iki farklı ciheti olduğunu hatırlatarak bizi daha derin bir bakışa davet eder:
> “Bir şeyde iki cihet var: Biri mülk, diğeri melekûtiyet cihetidir.”
Bu iki cihet, bir âyinenin (ayna) iki yüzüne benzetilir. Mülk ciheti, yani zahiri, mülevven (renkli) ve dağınık yüz gibidir. Burada zıtlıklar vardır: Çirkinlik ve güzellik, azamet ve hakirlik, hayat ve ölüm, yükseliş ve düşüş bir arada bulunur. Sebepler, zahiren bu alanda rol oynar. Fakat bu karışıklık, izzet-i kudretin, yani Allah’ın azamet ve yüceliğini sergilemesi için böyle düzenlenmiştir. Karanlıkla ışığın yan yana durması, güneşin daha parlak görünmesini sağlar. Aynı şekilde şer gibi görünen unsurlar da, hayrın ve hikmetin daha net anlaşılması için bu cihettedir.
Ancak işin bir de melekût ciheti vardır ki, burası âyinenin şeffaf yüzü gibidir. Tertemiz, parlak ve kusursuzdur. Orada çirkinlik yoktur. Her şey, Allah’ın isim ve sıfatlarını yansıtan birer güzel âyine gibidir. Orada sebeplerin tesiri yoktur, çünkü bu cihette vahdet, yani Allah’ın birliği hâkimdir. Her şey doğrudan dest-i kudret, yani Allah’ın kudret eliyle yaratılır. Bu yüzden hayat, nur, ruh ve varlık gibi latif hakikatler, doğrudan Allah’tan gelir ve her iki cihette de güzellik taşır.
Bunu şöyle anlayabiliriz:
Bir çiçeğe dışarıdan bakarsanız, solması, ezilmesi, kuruması size çirkin görünebilir. Bu mülk cihetidir. Fakat o çiçek, Allah’ın isimlerinden Cemil (güzel), Latîf (zarif), Rezzâk (rızık verici) gibi isimlerin bir tecellisidir. Yani çiçek, yokluğa giderken bile arkasında bir mânâ, bir güzellik, bir hizmet bırakır. İşte bu da melekût cihetidir.
Aynı şekilde insanın başına gelen musibetler, hastalıklar ve zahiren kötü görünen olaylar, mülk cihetinden bakıldığında sıkıntı verir. Fakat melekût cihetinden bakıldığında, bu olaylar imtihan, terakki, arınma ve ilâhî rahmetin tecellisi olabilir. Bu bakış açısı, insanı isyan yerine sabra, şikayet yerine şükre götürür.
İşte insan, olaylara ve eşyalara yalnızca mülk cihetinden değil; melekût penceresinden de bakmalıdır. Çünkü hakiki güzellik, görünürde değil; görünmeyende, derinlikte ve kaynağındadır. Bu da ancak imanla, tefekkürle ve marifetle mümkündür.
Bu bakış, insanı neye götürür?
Her şeyde Allah’ın elini görmeye.
Zahirde çirkin görünen şeylerde bile hikmet aramaya.
Sebeplerin ötesinde Müsebbibü’l-Esbab’a yönelmeye.
Fâni yüzlerin arkasındaki bâki mânâlara sarılmaya.
Bediüzzaman’ın bu derin izahı bize gösteriyor ki: Eşyanın hakikati iki yüzlüdür, ama her iki yüzünde de Allah’ın isimleri okunur. Zahirde sebepler işlese de, batında yalnız bir Kudret işler. Bu da bizi tevhid, teslimiyet ve tevekküle götürür.
Özet:
Bu yazı, Bediüzzaman’ın eşyanın iki ciheti olan “mülk” ve “melekût” ayrımı üzerine kurulmuştur. Mülk ciheti, olayların ve varlıkların zahir yönünü temsil ederken, melekût ciheti onların iç yüzünü, ilâhî anlamını ve kudretle olan bağını temsil eder. Zahiren çirkin veya şerli görünen şeylerin, melekût cihetinden bakıldığında güzel ve hikmetli olduğu anlaşılır. Gerçek tevhid anlayışı, bu iki ciheti birlikte okuyabilen bir bakış açısıyla mümkündür.