Kainatın Ayineleri ve İnsanın Sorumluluğu: Müddessir Suresi Işığında Bir Tefekkür

Kainatın Ayineleri ve İnsanın Sorumluluğu: Müddessir Suresi Işığında Bir Tefekkür

İnsanlık tarihi, varoluşun sırlarını çözme çabasıyla doludur. Semavi kitaplar ve hikmetli sözler, bu kadim arayışta bizlere yol gösteren işaretler olmuştur.
Müddessir Suresi’nin 42-47. ayetleri ve Risale-i Nur Külliyatı’ndan gelen derin tefekkürler, hayatın anlamı, insanın sorumluluğu ve ölüm ötesi yaşam gerçeği üzerine düşündürücü bir panorama sunar.

Cehennem Sualinin Dört Cevabı: İnsani Kusurların İfadesi
Müddessir Suresi’nde, cehenneme atılanlara yöneltilen “Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir?” sorusu ve gelen dört cevap, insanlığın evrensel zaaflarını ve ahirete yönelik sorumluluklarını çarpıcı bir şekilde gözler önüne serer.
İlk cevap: “Biz namaz kılanlardan değildik.” Namaz, yalnızca bedensel bir ibadet değil, aynı zamanda yaratıcıyla kurulan derin bir bağ, düzenli bir şükür ve kulluk bilincinin ifadesidir. Namazdan uzaklaşmak, kişinin ruhsal bağlarını koparması, kulluk şuurunu yitirmesi ve hayatın yüce gayesinden sapması anlamına gelir. Tarih boyunca nice medeniyetler, dini ve manevi değerlerden uzaklaştıkça çürümüş, toplumsal bağları zayıflamış ve nihayetinde yıkıma uğramıştır.

İkinci cevap: “Yoksulu doyurmuyorduk.” Bu cevap, sosyal adaletin ve dayanışmanın önemini ifade eder. Mal ve mülk sevgisi, insanı bencilliğe sürüklediğinde, toplumdaki uçurumlar derinleşir. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Medine’de kurduğu toplum modeli, zenginin malında fakirin hakkı olduğu ilkesi üzerine inşa edilmiş, açlığın ve yoksulluğun giderilmesi için infak ve zekât mekanizmaları tesis edilmiştir. Tarihte fakiri, yetimi ve yoksulu göz ardı eden nice kavimler, servet birikimlerinin getirdiği ahlaki çöküşle yüzleşmek zorunda kalmışlardır.

Üçüncü cevap: “(Günaha) dalanlarla birlikte biz de dalıyorduk.” Bu, çevrenin ve arkadaş ortamının insan üzerindeki etkisine dikkat çeker. Kötülüğe ve günaha meyletmek, bazen bireysel bir tercih olmanın ötesinde, içinde bulunulan toplumsal ortamın bir sonucudur. Toplumun genel ahlaki seviyesi düştüğünde, bireylerin de bu çürümeye ayak uydurması kolaylaşır. Tarihi olaylar, kötü arkadaşlıkların veya ahlaksız toplumsal akımların, bireyleri nasıl felakete sürüklediğine dair sayısız ibretlik örnekle doludur. Lût kavminin helakı, bu tür bir toplumsal yozlaşmanın neticesiydi.

Dördüncü cevap: “Ceza gününü de asılsız sayıyorduk.” Bu, inancın temeli olan ahiret inkarıdır. Ceza gününe inanmamak, insanı sınırsız bir hazcılığa ve sorumsuzluğa iter. Eğer bir hesap günü yoksa, yapılan iyiliklerin veya kötülüklerin bir karşılığı olmayacaksa, ahlaki değerlerin hiçbir anlamı kalmaz. Firavun’dan Nemrut’a, nice zorba hükümdar, ahireti inkar ederek zulüm ve isyan bataklığına saplanmış, ancak sonunda tarihin ibret sayfalarına kaydedilmişlerdir.
Ve son olarak: “Sonunda bize ölüm geldi çattı.” Bu hüzünlü ve çarpıcı ifade, tüm inkar ve gafletin nihai sonunu işaret eder. Ölüm, hiç şüphesiz varlığımızın en kesin gerçeğidir. Ne mal ne mevki ne de dünyevi zevkler, ölümün pençesinden kurtarabilir. O an geldiğinde, dünyada biriktirilenler değil, ahirete hazırlık için yapılanlar önem kazanır.

Kainatın Sanatında Yaratıcının İmzası: Böceklerden Kelebeklere Hikmetler

Risale-i Nur Külliyatı, kainatı bir “kitab-ı kebir” olarak okuma ve her zerresinde yaratıcının varlığını, kudretini ve sanatını görme üzerine kurulu bir tefekkür metodolojisi sunar. Görsellerde yer alan yaldızlı ve yıldızlı böceklerin, kelebeklerin muazzam güzellikleri ve kompleks yapıları, bu ilahi sanatın çarpıcı örnekleridir.
Bir böceğin kanadındaki desenler, bir kelebeğin metamorfozu, her bir canlının yaratılışındaki ince detaylar, tesadüfü reddeden bir intizamı ve ilahi bir iradeyi haykırır. “Öyle mu’cizane bir maharet ve dikkat ve harika bir sanat, bir ittikân…” ifadeleri, bu mükemmelliğin ancak nihayetsiz bir ilim ve kudret sahibi tarafından yaratılabileceğini anlatır. Çeşit çeşit şekiller, makineler, sistemler; hepsi bir Alîm-i Zülcelâl’in (Kudret ve Celal Sahibi Olan Her şeyi Bilen) varlığına şehadet eder.
Bu göz alıcı güzellikler, değişen ve tazelenen kainat, adeta bir ayna gibi, o güzelin Cemalini (Güzelliğini) tasvir ve tarif eder. Yani her şey, bir Yaratıcının varlığını, bir Yaratıcının güzelliğini ilan eder. Bu güzellikler, insanı sadece hayranlığa değil, aynı zamanda düşünmeye ve ibret almaya sevk etmelidir.

Tarihi ve İbretli Bir Perspektif
Tarih, bu iki perspektifi bir araya getirerek bize önemli dersler sunar. Geçmiş medeniyetler, bazen bilimde ve sanatta zirveye ulaşmış olsalar da, eğer manevi ve ahlaki değerlerden uzaklaşmışlarsa, içten içe çürümeye mahkum olmuşlardır. Roma İmparatorluğu’nun çöküşünde, ahlaki yozlaşma ve sosyal adaletsizlik önemli rol oynamıştır. Öte yandan, Endülüs İslam Medeniyeti gibi dönemlerde, ilim ve sanatın manevi değerlerle birleştiği, kainattaki hikmetlerin okunduğu ve insanın sorumluluk bilinciyle hareket ettiği bir yükseliş gözlemlenmiştir.

Sonuç: Sorumluluk ve Tefekkürün Kesişimi
Müddessir Suresi’nin ayetleri, insanın ölüm sonrası karşılaşacağı acı gerçekleri ve bu acıya neden olan temel ihmalleri dile getirirken; Risale-i Nur’dan gelen tefekkürler, bu kainatın sadece bir tesadüfler zinciri olmadığını, aksine her zerresinde bir Yaratıcının sanatının ve hikmetinin izlerini taşıdığını gösterir.
Bu iki bakış açısı birleştiğinde, insanlığa düşen görev daha net anlaşılır: Hayatı bir gaflet içinde geçirmemek, yaratılış gayesinin bilincinde olmak, sosyal sorumlulukları yerine getirmek, kötü alışkanlıklardan uzak durmak, ahiret inancını diri tutmak ve en önemlisi, kainat kitabını dikkatle okuyarak Yaratıcının varlığını ve sıfatlarını tefekkür etmek. Zira ölüm geldiğinde, tüm bu ibretlerin ve güzelliklerin farkında olmak veya olmamak arasındaki fark, ebedi hayatı şekillendirecektir.

Makale Özeti
Bu makale, Müddessir Suresi’nin 42-47. ayetleri ile Risale-i Nur Külliyatı’ndan alınan tefekkürleri birleştirerek, insanın varoluşsal sorumlulukları ve kainatın yaratılışındaki ilahi sanat üzerine derinlemesine bir bakış sunmaktadır. Makale, cehenneme gidenlere yöneltilen “Sizi ateşe sokan nedir?” sorusunun dört cevabını (namaz kılmamak, yoksulu doyurmamak, günaha dalanlarla olmak, ahireti inkar etmek) analiz ederek, bireysel ve toplumsal ahlaki zaaflara dikkat çeker. Bu zaafların tarihsel örneklerle pekiştirildiği makalede, ölümün kaçınılmazlığı anlatılır. Ardından, Risale-i Nur’un perspektifiyle, böceklerin ve kelebeklerin muazzam yaratılışlarındaki ince detayların, tesadüf eseri olmayıp, yüce bir Yaratıcının ilim ve kudretinin delilleri olduğu ifade edilir. Kainattaki güzelliklerin, Yaratıcının Cemalini yansıtan birer ayna olduğu tefekkürü sunulur. Sonuç olarak, makale, tarihi ibretler ve edebi bir dille, insanı gafletten uyanmaya, yaratılış gayesini anlamaya, sosyal sorumluluklarını yerine getirmeye ve kainatı bir ibret nazarıyla okuyarak Yaratıcı ile bağ kurmaya davet etmektedir.

 

Loading

No ResponsesTemmuz 10th, 2025