Kâinat Kitabı ve Sessiz Ayetlerin Dili
Kâinat Kitabı ve Sessiz Ayetlerin Dili
“Kâinat kitabıdır. Evet şu kitabın bütün hurufu ve bütün noktaları, ifrâden ve terekküben Zât-ı Zülcelal’in vücûd ve vahdetini, elsine-i mahsusaları kıraat ile;
وَ اِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِهٖ
yi tilavet ediyorlar. Cemi-i zerrat-ı kâinat birer birer zât ve sıfat vesair vücuh ile, hadsiz imkânat mabeyninde mütereddid iken; birdenbire bir ciheti takib, muayyen bir sıfatla ittisaf, mahsus bir keyfiyetle tekeyyüf ederek hayretbahşâ hikemi intac ettiğinden; Sâniin vücûb-u vücûduna şehâdetle avâlim-i gaybiyenin enmuzeci olan latife-i Rabbâniye içinde ilân-ı Sâni’ eden misbah-ı imanı ışıklandırıyorlar.”
Âsâr-ı Bediiye
Kâinat… Gözümüzü açtığımız andan itibaren içine doğduğumuz bu muazzam düzen, sadece maddî bir âlem değil; aynı zamanda bir kelâm-ı İlâhîdir. Bediüzzaman Said Nursî’nin ifadesiyle, “Kâinat bir kitaptır.” Bu kitap, sıradan bir eser değil; müellifi Zât-ı Zülcelâl olan bir mânâlar mecmuasıdır. Her harfi, her noktası, her zerresi, Allah’ın varlığını, birliğini ve sonsuz hikmetini dillendiren sessiz ayetlerdir.
Kur’ân’da buyurulduğu gibi:
“وَإِنْ مِنْ شَيْءٍ إِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ”
(Hiçbir şey yoktur ki, O’nu hamd ile tesbih etmesin.)
Bu ayet, kâinattaki her şeyin birer dil olduğunu, her bir varlığın kendi lisanıyla Allah’ı tesbih ettiğini ifade eder. Görünen o ki, biz çoğu zaman bu dili anlayamıyoruz, fakat onların konuşması hiç durmuyor.
Bediüzzaman bu hakikati daha da derinleştirerek, her bir zerreye dikkat çeker. Kâinattaki tüm zerreler, sayısız ihtimal arasında bir yolu seçmekte; gelişigüzel değil, belirli bir irade ve ilim dairesinde hareket etmektedir. Bir hücre bölünürken, bir yaprak şekillenirken, bir arı petek örerken, hepsi sonsuz yollar arasında tek bir yolu seçmekte ve hayranlık uyandıran neticeler doğurmaktadır. İşte bu şaşmaz tercihler zinciri, kör tesadüfün değil; sonsuz kudret ve hikmet sahibinin vücub-u vücûduna, yani zorunlu varlığına işaret eder.
Her parça, kendi başına ne bir ilim sahibidir ne de irade… Ancak hepsi birden ilâhî bir plânın parçaları olarak iş görür. Bu da gösteriyor ki, varlıkların her biri bir ayet, her bir oluş bir ilâhî fiil, her netice bir hikmet meyvesidir.
İşte burada insanın kalbinde yanan “misbah-ı iman”, yani iman kandili devreye girer. Kâinata bakan, ama yalnızca gözle değil, kalp ve akılla bakan bir insan, bu eşsiz düzende boşluk, anlamsızlık veya başıboşluk göremez. O, her şeyin arkasında bir irade, bir kudret, bir rahmet ve bir sanat görür. Bu da onu, kâinat kitabını okuyan bir mü’min kâra dönüştürür. O zaman kâinat, bir laboratuvar değil, bir mescid olur. Dağlar birer minare, yıldızlar birer kandil, çiçekler birer dua gibi görünmeye başlar.
Ne zaman ki insan bu dili unutur, bu kitabı kapatır, işte o zaman hayret yerini gaflete, marifet yerini inkâra, muhabbet yerini boşluğa bırakır. Oysa kâinat her zaman okumaya hazır bir Kur’an-ı Kebirdir; yeter ki göz değil, gönül gözü açılsın.
Özet:
Bu yazı, Bediüzzaman Said Nursî’nin “Kâinat bir kitaptır” ifadesi üzerinden kâinatın ilâhî bir metin gibi okunabileceği fikrini işler. Varlıkların gelişigüzel değil, hikmetle yaratıldığını; her bir zerrenin Allah’ın varlığına ve birliğine şahitlik ettiğini anlatır. Bu hikmetli bakış açısıyla, kainatın yalnızca fizikî bir âlem değil, aynı zamanda tevhid hakikatini anlatan sessiz bir ayetler mecmuası olduğu ifade edilir. İmanla bakıldığında, her şeyin bir tesbih, her oluşun bir şehadet olduğu anlaşılır.