İmanın Mertebeleri: Çekirdekten Ağaca, Gölgeden Güneşe

İmanın Mertebeleri: Çekirdekten Ağaca, Gölgeden Güneşe

“İman, yalnız icmalî ve taklidî bir tasdike münhasır değil. Bir çekirdekten tâ büyük hurma ağacına kadar ve eldeki âyinede görünen misalî güneşten tâ deniz yüzündeki aksine tâ güneşe kadar mertebeleri ve inkişafları olduğu gibi; imanın o derece kesretli hakikatleri var ki bin bir esma-i İlahiye ve sair erkân-ı imaniyenin kâinat hakikatleriyle alâkadar çok hakikatleri var ki: “Bütün ilimlerin ve marifetlerin ve kemalât-ı insaniyenin en büyüğü imandır ve iman-ı tahkikîden gelen tafsilli ve bürhanlı marifet-i kudsiyedir.” diye ehl-i hakikat ittifak etmişler. ”
Sikke-i Tasdiki Gaybî

Sikke-i Tasdik-i Gaybî’de yer alan “imanın dereceleri” ve “tahkikî imanla gelen marifet-i kudsiyenin üstünlüğü” konusunu esas alan hikmetli, ibretli, mantıklı ve düşündürücü bir makale yer almaktadır.

İman, sadece kuru bir tasdik, sadece dil ile “inandım” demek değildir. O, canlıdır. Gelişir, serpilir, derinleşir. Bir çekirdeğin, toprağa düşüp bir hurma ağacı olmasına benzer. Bazen bir ayinedeki yansıma gibidir; yüzeyde görünür ama derinliği yoktur. Bazen de denizin yüzeyinden geçip gerçek güneşe ulaşan bir nur gibi, hakiki kaynağa bağlanır.

Bediüzzaman Said Nursî, bu derin hakikati şöyle ifade eder:

> “İman, yalnız icmalî ve taklidî bir tasdike münhasır değil… Bir çekirdekten tâ büyük hurma ağacına kadar ve eldeki âyinede görünen misalî güneşten tâ deniz yüzündeki aksine tâ güneşe kadar mertebeleri ve inkişafları vardır.”

Bu ifade bize şunu söyler: İman statik değil, dinamik bir süreçtir. Her Müslüman imanla başlar ama herkesin imanı aynı seviyede değildir. Kimi, sadece annesinden babasından duyduğu kadarıyla inanır. Kimi ise o imanı araştırır, delillere yaslar, akıl ve kalbiyle sindirir. İşte tahkikî iman, bu gelişmenin adıdır.

  1. Taklidî İman: Emanet Üzerine Kurulu İnanç

Taklidî iman, başkasından görüp inanmak demektir. Çoğu insan bu imanla hayatına başlar. Bu kötü değildir, fakat kırılgandır. Sorgulamalar karşısında sarsılabilir. Dinsizlik propagandaları, modern şüphecilik ve materyalist yaklaşımlar bu tür imanı kolayca zedeler. Çünkü kendi malı değildir; emanettir.

  1. Tahkikî İman: Delille Derinleşmiş, Kalpte Kök Salmış İnanç

Tahkikî iman ise delillere, akla, kalbe ve tefekküre dayanan bir inançtır. Sadece “Allah vardır” demekle kalmaz; neden vardır, nasıl vardır, varlığı her şeyi nasıl kuşatır gibi soruların cevaplarıyla desteklenir.

Bu iman kalpte kök saldığı gibi, insanın ruhuna, sırlarına, latifelerine de sirayet eder. Bediüzzaman’ın ifadesiyle bu iman:

> “Bütün ilimlerin ve marifetlerin ve kemalât-ı insaniyenin en büyüğüdür.”

Çünkü gerçek anlamda tahkikî iman sahibi olan bir kişi, kâinata başka bakar. Her şeyde Allah’ın isimlerini, sanatını, iradesini, hikmetini, adaletini ve rahmetini görür. Bu kişi için iman, sadece ahiret bileti değil; hayatın merkezidir, kainatın anlamıdır.

  1. Marifet-i Kudsiyeye Giden Yol: İlimle Yoğrulmuş Bir Kalp

Tahkikî iman, sahibini marifetullaha ulaştırır. Allah’ı sadece “var” bilmek değil; tanımak, sevmek, O’na yönelmek demektir. Bu ise ancak tefekkürle, ilimle, kalp ile mümkündür.

Bir insan fen bilimlerinde ilerleyebilir, teknik bilgiye sahip olabilir. Fakat Allah’ı tanımamışsa, ilmi kuru ve yetersiz kalır. Çünkü bütün hakikatlerin ve ilimlerin zirvesi, Allah’ı tanımaktır.

İmanın Mertebeleri: Gölgeden Güneşe

İlmel-yakîn: Bilgiyle imandır. Uzakta dumanı görüp ateşi var kabul etmektir.

Aynel-yakîn: Gözle görmeye benzer. Ateşi doğrudan gözle görmektir.

Hakkal-yakîn: Ateşe elini sokup sıcaklığını hissetmektir. Yani doğrudan yaşamaktır.

Tahkikî iman, kişiyi hakkal-yakîne götürür. Artık o iman, ne teori ne fikir ne de bir gelenek olur. Hakikatin ta kendisi hâline gelir.

Özet:

Bu makalede, imanın çekirdekten ağaca, yansıdan güneşe uzanan çok katmanlı yapısı ele alındı. Taklidî imanla başlayan süreç, tahkikî imanla derinleşir ve sahibini marifetullah denizine taşır. Bediüzzaman’ın ifadesiyle bütün ilimlerin ve insanî kemâlatın zirvesi iman-ı tahkikîden gelen marifet-i kudsiyedir. Bu nedenle imanı yalnızca kalıplaşmış bir inanç değil, sürekli gelişen bir hakikat olarak görmek ve beslemek gerekir.

 

Loading

No ResponsesTemmuz 10th, 2025