Hakkı Eğriltmek: Kalbin Körlüğü, Aklın Gururu
Hakkı Eğriltmek: Kalbin Körlüğü, Aklın Gururu
”
وَ يَبْغُونَهَا عِوَجًا
ile der ki: “Onların dalaleti fenden, felsefeden geldiği için acib bir gurur ve garib bir firavunluk ve dehşetli bir enaniyet onlara verip nefislerini öyle şımartmış ki kâinatı idare eden İlahî kanunların şuâlarını ve insan âleminde o hakaikin düsturlarını süflî hevesatlarına ve müştehiyatlarına müsait görmediklerinden (hâşâ! hâşâ!) eğri, yanlış, noksan bulmak istiyorlar.”
Sikke-i Tasdiki Gaybî
Kur’ân-ı Kerîm’in “وَيَبْغُونَهَا عِوَجًا – Onlar onu eğri göstermek istiyorlar” (Kehf, 18/1)
Bu kısa ama derin ifade, yalnızca Kur’an’a değil, hakikatin bütün yönlerine karşı takınılan sinsi ve inatçı bir tavrın tarifidir. Zira hakikate bizzat saldırmaktan ziyade, onu “eğri”, “çarpık”, “eksik” göstermeye çalışmak; modern inkârın, felsefî gururun ve enaniyetin en belirgin vasfı hâline gelmiştir.
Fikirle Gelen Dalâlet: Nefsin İlmi Kullanması
Bediüzzaman Said Nursî, bu ayetin tefsirinde çok çarpıcı bir hakikate parmak basar:
> “Onların dalaleti fenden, felsefeden geldiği için; acib bir gurur, garib bir firavunluk ve dehşetli bir enaniyet onlara verilip nefislerini öyle şımartmış ki…”
Evet, modern inkârın kaynağı çoğu zaman cehalet değil, kibirdir. Fen ve felsefe gibi aslında hakikati aramak için var edilmiş ilim yolları, nefisle ve hevâ ile birleştiğinde “hakikati eğri gösterme” aracı hâline gelir. Bu durum, ilmin zifiri bir karanlığa dönüştüğü andır. Çünkü bilgi, eğer kalp ile birleşmezse, kibri besler; hakikati değil, şahsî çıkarı büyütür.
Tarih boyunca nice filozoflar, nice bilim adamları hakikati gördüğü hâlde, “nefsine hoş gelmediği için” onu inkâr etti. İlahî kanunlar onların süflî arzularına ters düştüğü için, bu kanunları yalanlamak için aklı, bilimi ve felsefeyi perde olarak kullandılar. Onların mücadelesi hakla değil, hakikatin kendilerine ayna tutmasıyladır.
Enaniyetin Firavunluğu: Eğri Görmek Değil, Eğrilik İstemek
Ayette geçen “يَبْغُونَهَا – onu isterler” ifadesi dikkat çekicidir. Burada sadece “öyle görüyorlar” değil, bilerek “öyle görmek istiyorlar” denilmektedir. Bu, bir algı meselesi değil; bir niyet, bir yöneliş bozukluğudur. Hakikatin doğru oluşunu istememek, onun kendilerini rahatsız edici boyutundan kaçmaktır.
Tıpkı firavun gibi… Musa Aleyhisselâm’ın hakikatini inkâr etmedi Firavun. Onu bildi, tanıdı ama kabul etmek istemedi. Çünkü onun varlığı ve hükmü, kendi tahtına tehdit idi. Bugün de modern firavunlar, Kur’an’ın hakikatlerini “eğri” göstermekle uğraşıyorlar. Sebebi, o hakikatlerin kendi hevâlarına, çıkarlarına, arzularına uymamasıdır.
Kur’an Eğri Değildir, Ama Göz Eğri Bakarsa…
Kur’an dümdüzdür, dosdoğrudur. Onun yolu “sırat-ı müstakîm”dir. Eğrilik, Kur’an’da değil, bakanda; kalpte değil, nefiste; sözde değil, niyettedir. Tıpkı eğri bir gözlük takanın, her şeyi eğri görmesi gibi… Eğer kişi kalbini, nefsin arzusuyla eğriltmişse, Kur’an ona düz bile görünmez. Ona düşen gözlüğünü düzeltmek, kalbini arındırmak, niyetini tashih etmektir.
Çünkü Kur’an bir nurdur. Nurun karşısında eğrilik yoktur, sadece perde vardır. Perdeyi kaldıran, hakikati bütün parlaklığıyla görecektir. Ama perdeyi baş tacı eden, ışığın bile zarar verdiğini iddia edecektir.
Özet:
Bu makalede, Kehf Sûresi’ndeki “ve yebğûnehâ ivacen” (Onu eğri göstermek isterler) ayeti esas alınarak, modern dönemde hakikate karşı yapılan bilinçli tahrif ve inkâr çabası ele alındı. Bediüzzaman’ın tahliline göre, fen ve felsefenin doğru kullanılmaması hâlinde, nefis bu yolları enaniyeti beslemek ve ilahî hakikatleri “eğri göstermek” için kullanır. Eğrilik Kur’an’da değil, onu görmek istemeyen niyettedir. Hakikate düşmanlık çoğu zaman bilgiyle değil, kibirle ilgilidir. Kur’an ise her dönemde hakikatin düz ve berrak yolunu göstermeye devam etmektedir.